Mehmet Akif Ersoy

Safahat


Скачать книгу

id="n51">

51

Ey sonsuzluk, zatına nisbetle mahdut ve mütenahi olan Rabbim; varlık namına her ne varsa hepsi de kaza ve kaderinin muhit-i dairesiyle çevrilmiştir.

52

Vasıfların daha mukaddemesi bütün uzaklıklara sığmaz, zincirleme devam eden feyizlerini adetler sayıp tüketemez.

53

Şüûn ve harekâtın, ucu bucağı olmayan bir ummandır ki asırlar onun bir dalgasıdır. O dalgaların her biri de kıyısı bulunmayan bir eserler denizi.

54

Ey samediyyet arşı üzerinde hüküm süren mâlik-ül-mülk… Ezeliyet de, ebediyet de fermanına mahkûmdur.

55

Ey bütün mevcudatı yoktan ve örneksiz olarak yaratan; o acip ve hayret verici yaratışın bize nasıl müphem kalmaz ki bir şeyi yoktan var etmek şöyle dursun, var olan bir zerreyi bile – binlerce tahrip edici el çıksa da – yok etmek kabil değil. İlâhî, bu nasıl bir âlem ki garibelerle dolu!

56

Melekût âleminin hududu ezelle başlıyor, ceberût âleminin sonu da ebed genişliklerinde kayboluyor.

57

Seyir ve cevelânına hiçbir şeyin tahakküm edemediği hükmün, şu sonu gelmeyen boşluğu bir an içinde dolaşır.

58

Ey Fâtır-i Mutlak, bir an diyerek ve bilmeyerek seni zaman ile kayıt altına almaya kalkmışım.

59

İnsan, bakî olan Cenab-ı Hakkı ne kadar tenzih eylemiş olsa fâniliği icabı olarak yine kendisine benzetiyor.

60

Fikir, bağımsızlığa nasıl yol bulabilir ki ruhu düşünürken cesedi tasavvur ediyor?

61

İlâhî; ruhlar, harimin fezasının ağır yürüyen bir yolcusu, nâtıkalar, azîm esrarının dili tutulmuş bir hatibidir.

62

Eğer bu yaratılıştan maksat, seni hakkıyla tanımak ve bilmekse o dehşetli gayeye varabilen olmuş mudur?

63

Senin nazarında bu âlem, üzerinde milyarlarla oyun oynanan, her perdesi meşiyet-i llâhiyen tarafından tertibedilmiş, eşhası yed-i kudretinin âvâre oyuncağı olmuş bir sahne midir?

64

Canilere, katillere cüret veren ve onları meydana süren sensin.

65

Zulmeti ve nuru halk eden, takvaya ve fücura ilham veren de başkası değil, ancak sensin.

66

Zalimde tecavüze olan meyil nedendir, mazlûm niçin ondan nefret etmektedir? Akıllı kimseler bu ciddî hareketleri nereden gördü, câhiller de hayatın edeplerini neden öğrenmedi?

67

Bütün gördüklerim bir fâilin icbar ve izhariyle zuhura gelmiştir. Yâ Rabbi; kulun «cebrî» değilim. Fakat olsam, ne suçum vardı?

68

Âleme bir tiyatro sahnesi demek doğrudur, lâkin oynanan oyunların hepsi hakikattir.

69

O oyunlar, öyle vakalardır ki seyri hüzün verir, âhengi ah çekmek ve inlemekten ibarettir.

70

Çünkü felâkete uğramış ve sefalete düşmüş bunca yaratık feryat etmekte, fezanın içi vaveylâ sadalariyle akisler yapmaktadır.

71

İlâhî, senden bir sükûn emri inip de yüreklerdeki bu tazallûm sesleri hâlâ dinmiyecek mi?

72

Her an celâlinle kahrediyorsun. İradene kurban olayım, cemalinin lûtf-i tecellisi yok mu?

73

İlâhî, çektiğimiz bu belâlar sendense, söyle, kimden kime şikâyet edelim?

74

«Allah’a yaptığı işlerden sual olunmaz» buyurmuşsun. Bu habere binlerce sual ve istizah kurban edilse de insan, ef’alindeki hallolunmaz muammalara, dehşetle bakmaktan kurtulamıyor!

75

Koskoca bir millet, müstebit bir şahsa esir olmayı, senin mekrinle mi devlet sanıyor?

76

Bir tecavüz ve zulüm kılıcı, dünyayı yakıp yıkmaya ve dünyadakileri kesip biçmeye senin emrinle mi kalkışıyor?

77

Kahrın zalimlere o kadar meydan verdi ki vicdanlar ümitsizliğe düşecek ve hâşâ «Âdil-i Mutlak yok!» diyecek.

78

Yerden göklere kıvılcım saçan binlerce yanık ah yükseliyor. Gökler ise o iniltileri tekrarlamaktan başka bir şey yapmıyor.

79

Arzın bir tarafında binlerce mazlûmun yuvası yanmada, bir tarafında ise milyonlarca zekâ şulesi sönmede!

80

Felâkete uğramış bir ana evlâdını kara toprağa gömmüş ve eli böğründe kalmış, inleyip duruyor.

81

Öte taraftan bir sürü talihsiz, bir dilim ekmek için ırzını kaybettiğine ağlıyor.

82

Başka bir cihette binlerce öksüz, boynu bükük durmakta, öte yanda yuvası bozulmuş aileler başını sokacak bir yer aramakta!

83

Mazlûm şikâyet ediyor, zalim, yaptıklarına karşı pişman. Kâtil, öldürdüğünün kanına bulanmış bir hâlde!

84

Hastayı, felâketliyi, çıplağı, sefili, inmeliyi, iş göremez olmuşu, miskini, zelili, gaddarı, cefa görmüşü, mahkûmu, esiri, hulâsa sonu gelmeyen birçok dertliyi göstermekle şöhret alan dünya sahnesi, İlâhî, sana kanlı bir temaşa gelmiyor mu?

85

Lâkin bu sefil insanlardan bazılarının kalbinde yıldız gibi parlayan bir ümit var ki o büyük ümit, iman cevheridir. O cevheri havi olmayan paslı yürek de göğüste bir yüktür.

86

İman sahibi olan kimse şu birkaç günlük dünyanın fevkinde beka sabahının ne parlak âlemleri bulunduğunu bilir.

87

Onun için hayatın her saniyesi ona faraza binlerce belâ arz etse de onları candan, gönülden kabul ederek çeker.

88

Âhiretteki mânevi zevkleri düşündükçe dünya elemlerine nasıl olsa tahammül eder.

89

Lâkin… Bir dinsizi kim teselli edebilir? Onun düşünce ufuklarına mükâfat ferdası, yani âhiretin nimet-i uzmâsı sığmaz.

90

Onun inanışına göre gökler ve yer koca bir boşluktan ibarettir. Onlarda feryadını dinleyecek bir kerem kulağı yoktur!

91

Kendisi rastgele şu boş âleme düşmüş, etrafına binlerce musibet gelmiş toplanmıştır.

92

Hayatı, devri onlarla boğuşarak geçecek, nihayet hüsran içinde ölüp gidecektir!

93

Onun varlıktan nasibi, ancak inleyerek ölmektir. Bu düşüncede olanlar da insanların en serseri garipleridir.

94

Yâ Rabbi, merhametinle mü’minlerin imdâdına yetiş, lâkin dinsizlere daha çok acı!

95

Çünkü onlar, körlük gecesinin karanlığında yolunu kaybetmiş, kılavuz olacak bir hidayet yıldızı bulamadıkları için bunalmış sapıklardır.

96

Onları bu dalalet gecesine süren sensin. Karşılarına bir hidayet sabahı doğarsa yine senden doğacaktır.

97

Muvahhidin mü’min olan kalbi de senindir, mülhidin münkir olan fikri de senindir. Zaten tevhid ile ilhad nedir, menşeleri bir değil midir?

98

Öyle ise ara yerdeki bu ayrılık neden? İnsanların fikirlerindeki bu ayrılığın sebebi ne?

99

Yâ Rabbî, bir gün gelip de bu esrar perdesi açılacak