Mehmet Akif Ersoy

Safahat


Скачать книгу

yaşında bir çocuktum. Babam: «Bu gece, sizinle camiye gitsek. Fakat namazda uslu oturmanız şartıyla. Yaramazlık ederseniz işte ev!» der ve benimle kardeşimi alıp camiye götürürdü, içeriye girince kendisi namaza durur, hâliyle beni salıverirdi. Babamın takayyüdünden kurtulunca hasırlar üstünde ne âşıkâne koşardım!

      25

      Hayal, otuz sene evvelki hâli gözümün önüne getirdi de, elli beş yaşlarında, güçlü kuvvetli, fakat sakalı fazla ağarmış beyaz sarıklı ve mehabetli bir adamla yanında küçük bir kız ve pek yaramaz bir oğlanı görmeye başladım. Bu afacanın başındaki fesin püskülü yoktu, ibiğinde mavi bir boncuk bağlı, fesin üzerinde yeşil bir sarık sarılı idi. Bu sarık, her an bozulur, sonra bir dolanır, daha sonra bayrak gibi dalgalanırdı.

      26

      Yerinde oturamaz, koşar dururdu. Nihayet dua edilir, namaz biter, o muhterem zat çocukları alırdı. Dönerken oğlan önde fener tutar, eve gelince yorgun düşer, rahat ve derin bir uykuya dalardı.

      27

      Bu lâtif hâtıralar aslına çekilmeye, hakikatin katı çehresi karşımda görünmeye başladı. Zaten hayal ile meşgul olmaya da vakit kalmamıştı.

      28

      Sağım, solum, önüm, arkam huzu' ve huşû içindeki insan gölgeleriyle dolmuştu. Birdenbire bir sadanın yükselmesi o huzu' ve huşû âlemini yerinden oynattı; ortalığı mahşere döndürdü. Saflardan velveleli sıradağlar teşekkül etti ve her birinden göğüs tırmalayan birer yalvarma inlemesi ve hüzünlü birer niyaz duyuldu ki muhakkak o inilti rahmetin kalbini sızlatmıştır.

      29

      Sonra o sıradağlar, Allah’ın huzur-i izzetinde eğildi, daha sonra da korku ile secde toprağına kapandı.

      30

      Lûtf-i İlâhî, her birini inayetiyle kaldırınca o dağlar semaya doğru el açtılar ve duaya başladılar.

      31

      O anda yüreklerden öyle dehşetli bir feryat koptu ki ruhum o dehşeti ebede kadar yâd edecektir.

      32

      Arşa kadar yükselen o yanıp yakılma, o vicdan saflığının cûş ve hurûşu ne oldu bilmiyorum, inleyen o hüzünlü sesler, bir aralık kesildi. Evet, Erham-errâhimin'in rahmet denizi coştu, kalblere semadan itminan ruhu indi.

      33

      Nezle-i sadriyye : Göğüs nezlesi.

      34

      Çıplak bir yoksulluk âbidesi.

      35

      Akciğerin ucu.

      36

      O mel'un hastalığın üçüncü devredeki izleri.

      37

      Bütün ârâzlar, içe doğru nefes almak ve dışa doğru nefes vermeğe ait bütün belirtileriyle.

      38

      Hufre-i nisyan : Unutma çukuru.

      39

      Sa'y-i beliğ: Canlı ve kuvvetli çalışma.

      40

      Sâil-i âvâre : Âvare dilenci.

      41

      Lemha-i lebriz-i elem: Elem taşan bir bakış.

      42

      Girye-i matem: Mâtem gözyaşları.

      43

      Gureba: Garip olanlar, kimsesiz olanlar.

      44

      Ey ilâhiyet nurunun gölgesi âlemler olan, Allah; o gölge bile zuhurunun esrarı kadar karanlık ve meçhul!

      45

      Çevresi alanında göklerle yerlerin nokta kadar kaldığı celâl ve azametin kürsisi, idrâk ve şuurun ümidini muvaffakiyetsizlikle neticelendirir, yâni âciz bırakır. İlâhî; bu ne dehşet ve ne heybettir!

      46

      Serseri hayalimin dönüp dolaşmasına âlemlerin genişliği yetişmiyormuş gibi, bazan şevke gelir ve seni bulmak için lâhut âlemine kadar yükseleyim der. Lâkin böyle bir mi'raca nasıl zafer bulabilir ki daha nâsut âlemlerinde çalkalanıp dururken cebbar ve muktedir bir el göğsüne dayanır da dehşet ve hakaret içinde şu süfli toprağa serilir. Bu düşmenin tozları hâlâ yerden kalkmaktadır.

      47

      Böyle olan yalnız benim hayalim mi? Semalar kadar yüksek binlerce fikir, seni arayıp bulmak hususunda kuvvetten düşmüş, ah etmekte ve inlemektedir!

      48

      İlâhî: ruhlar (Sümme radednâhü esfele sâfilîn) yani «Biz insanı en güzel bir suretle yarattık, sonra onu esfel-i sâfilîne attık» cilvesinin dehşeti içinde iken cesetler senin yakınlarında nasıl dolanabilsin?

      49

      Akıllara hayret veren kudret ve sanatındaki esrara yükselmek bize yasak edilmiş. Nasıl edilmez? Sanatının eserleri, daha meçhuliyet perdesiyle örtülü bulunuyor.

      50

      Bir zerreyi anlıyamıyan fikirler, ezeliyet güneşinden nasıl haberdar olabilir?

      51

      Ey sonsuzluk, zatına nisbetle mahdut ve mütenahi olan Rabbim; varlık namına her ne varsa hepsi de kaza ve kaderinin muhit-i dairesiyle çevrilmiştir.

      52

      Vasıfların daha mukaddemesi bütün uzaklıklara sığmaz, zincirleme devam eden feyizlerini adetler sayıp tüketemez.

      53

      Şüûn ve harekâtın, ucu bucağı olmayan bir ummandır ki asırlar onun bir dalgasıdır. O dalgaların her biri de kıyısı bulunmayan bir eserler denizi.

      54

      Ey samediyyet arşı üzerinde hüküm süren mâlik-ül-mülk… Ezeliyet de, ebediyet de fermanına mahkûmdur.

      55

      Ey bütün mevcudatı yoktan ve örneksiz olarak yaratan; o acip ve hayret verici yaratışın bize nasıl müphem kalmaz ki bir şeyi yoktan var etmek şöyle dursun, var olan bir zerreyi bile – binlerce tahrip edici el çıksa da – yok etmek kabil değil. İlâhî, bu nasıl bir âlem ki garibelerle dolu!

      56

      Melekût âleminin hududu ezelle başlıyor, ceberût âleminin sonu da ebed genişliklerinde kayboluyor.

      57

      Seyir ve cevelânına hiçbir şeyin tahakküm edemediği hükmün, şu sonu gelmeyen boşluğu bir an içinde dolaşır.

      58

      Ey