Mehmet Akif Ersoy

Safahat


Скачать книгу

id="n3">

3

Hak ve hakikati inkâr eden sefil fikirler yerde sürünürken bu dehşetli iman heykeli, devirleri yarıp yükselmiş.

4

Geçmiş zamanlar, bunun etrafında karanlık sapıklık bulutları gibi bir an bile durmadan uzaklaşır.

5

Gelecek demler de hakikat aydınlığı saçan seher vakitleri gibi gelir; üzerinden kucak kucak sermedî nurlar serper, gider.

6

Her minaresi cüretli ve ümitli bir âşığın uzanmış kolu gibidir ki ilâhiyet âleminin ezelî ve nazlı maşukunu kucaklamak ister.

7

O pencereler birer gözdür ki esrar perdesi sıyrılmış ve her biri nazarlardan gizli bir cemalin temaşasına müstağrak olmuştur.

8

Bu mukaddes mabedin üstünde bölük bölük ruhlar uçuşmakta, bu yüksek kubbenin altında dalga dalga nurlar parlamaktadır.

9

Sanki sabahın mahmurluk hâli, gövdelenmiş yahut Hakkın tecellisi Tûr-i Sina hey'etinde gökten yere inmiştir.

10

Bütün tabiat, karanlık perdesiyle örtünüp uykuya dalmışken o, gecenin nuranî kalbi gibi uyanık durmaktadır.

11

Evet, bir kalbdir, hem de bir âşığın coşkun ve taşkın kalbidir ki içinden binlerce zikir iniltisi yükselmektedir.

12

İslâm’ın başlangıç devrindeki büyüklükler ve yükseklikler onun cephesinde parlıyor. Sanki bir taş yığını şahlanarak o yüce devrin feyizlerini ve yüksekliklerini canlandıran nuranî bir âbide olmuş.

13

İslâm’ın başlangıç devrindeki büyüklükler ve yükseklikler onun cephesinde parlıyor. Sanki bir taş yığını şahlanarak o yüce devrin feyizlerini ve yüksekliklerini canlandıran nuranî bir âbide olmuş.

14

Şu sessiz, sadasız duvarlar, asırlardan beri bâtılın hücumlarına usanmadan göğüs gerip durmuşken nasıl olur da nurun timsali sayılmaz?

15

Bu bir mabet değil, ibadetlerin Mabuda yükselmiş şeklidir. Bu bir manzara değil, nazarların didar-ı Hakka varmış kafilesidir.

16

Gökyüzünden inmemiş olmakla beraber, mertebece semâvîdir ki; Allah’ın feyizli bir cilvesini ihtiva etmektedir.

17

Sabahı pek severim, yâr-i canımdır; safa nurlarının etrafa serpildiği en güzel zamandır.

18

Semanın eli, daha gecenin örtüsünü açmamıştı, sabah rüzgârı da henüz sâkin uykusundan uyanmamıştı.

19

Minarede Esselât okuyan müezzinin mahmur ve hazin sesi ruhumun fezasında akisler yaptı.

20

İçimde istiğrak dalgaları coştu. Artık ezanı beklemeden karanlığı kucaklamış olan sokaklardan mânevi bir coşkunluk içinde geçtim. Önümde bir meydan göründü. Fatih'e gelmiştim. Camiye baktım ki her vakitki gibi uyanık, cemaat bekliyor.

21

Onun nurlu göğsüne sokuldum ve maksureciklerden birine oturdum.

22

Kubbeye asılı olan yıldız dizisi ve ziya kafilesi kandilleri görünce,

23

Çocukluk zamanlarımı hatırladım. Orada ve o saatte bilseniz neler düşündüm.

24

Sekiz yaşında bir çocuktum. Babam: «Bu gece, sizinle camiye gitsek. Fakat namazda uslu oturmanız şartıyla. Yaramazlık ederseniz işte ev!» der ve benimle kardeşimi alıp camiye götürürdü, içeriye girince kendisi namaza durur, hâliyle beni salıverirdi. Babamın takayyüdünden kurtulunca hasırlar üstünde ne âşıkâne koşardım!

25

Hayal, otuz sene evvelki hâli gözümün önüne getirdi de, elli beş yaşlarında, güçlü kuvvetli, fakat sakalı fazla ağarmış beyaz sarıklı ve mehabetli bir adamla yanında küçük bir kız ve pek yaramaz bir oğlanı görmeye başladım. Bu afacanın başındaki fesin püskülü yoktu, ibiğinde mavi bir boncuk bağlı, fesin üzerinde yeşil bir sarık sarılı idi. Bu sarık, her an bozulur, sonra bir dolanır, daha sonra bayrak gibi dalgalanırdı.

26

Yerinde oturamaz, koşar dururdu. Nihayet dua edilir, namaz biter, o muhterem zat çocukları alırdı. Dönerken oğlan önde fener tutar, eve gelince yorgun düşer, rahat ve derin bir uykuya dalardı.

27

Bu lâtif hâtıralar aslına çekilmeye, hakikatin katı çehresi karşımda görünmeye başladı. Zaten hayal ile meşgul olmaya da vakit kalmamıştı.

28

Sağım, solum, önüm, arkam huzu' ve huşû içindeki insan gölgeleriyle dolmuştu. Birdenbire bir sadanın yükselmesi o huzu' ve huşû âlemini yerinden oynattı; ortalığı mahşere döndürdü. Saflardan velveleli sıradağlar teşekkül etti ve her birinden göğüs tırmalayan birer yalvarma inlemesi ve hüzünlü birer niyaz duyuldu ki muhakkak o inilti rahmetin kalbini sızlatmıştır.

29

Sonra o sıradağlar, Allah’ın huzur-i izzetinde eğildi, daha sonra da korku ile secde toprağına kapandı.

30

Lûtf-i İlâhî, her birini inayetiyle kaldırınca o dağlar semaya doğru el açtılar ve duaya başladılar.

31

O anda yüreklerden öyle dehşetli bir feryat koptu ki ruhum o dehşeti ebede kadar yâd edecektir.

32

Arşa kadar yükselen o yanıp yakılma, o vicdan saflığının cûş ve hurûşu ne oldu bilmiyorum, inleyen o hüzünlü sesler, bir aralık kesildi. Evet, Erham-errâhimin'in rahmet denizi coştu, kalblere semadan itminan ruhu indi.

33

Nezle-i sadriyye : Göğüs nezlesi.

34

Çıplak bir yoksulluk âbidesi.

35

Akciğerin ucu.

36

O mel'un hastalığın üçüncü devredeki izleri.

37

Bütün ârâzlar, içe doğru nefes almak ve dışa doğru nefes vermeğe ait bütün belirtileriyle.

38

Hufre-i nisyan : Unutma çukuru.

39

Sa'y-i beliğ: Canlı ve kuvvetli çalışma.

40

Sâil-i âvâre : Âvare dilenci.

41

Lemha-i lebriz-i elem: Elem taşan bir bakış.

42

Girye-i matem: Mâtem gözyaşları.

43

Gureba: Garip olanlar, kimsesiz olanlar.

44

Ey ilâhiyet nurunun gölgesi âlemler olan, Allah; o gölge bile zuhurunun esrarı kadar karanlık ve meçhul!

45

Çevresi alanında göklerle yerlerin nokta kadar kaldığı celâl ve azametin kürsisi, idrâk ve şuurun ümidini muvaffakiyetsizlikle neticelendirir, yâni âciz bırakır. İlâhî; bu ne dehşet ve ne heybettir!

46

Serseri hayalimin dönüp dolaşmasına âlemlerin genişliği yetişmiyormuş gibi, bazan şevke gelir ve seni bulmak için lâhut âlemine kadar yükseleyim der. Lâkin böyle bir mi'raca nasıl zafer bulabilir ki daha nâsut âlemlerinde çalkalanıp dururken cebbar ve muktedir bir el göğsüne dayanır da dehşet ve hakaret içinde şu süfli toprağa serilir. Bu düşmenin tozları hâlâ yerden kalkmaktadır.

47

Böyle olan yalnız benim hayalim mi? Semalar kadar yüksek binlerce fikir, seni arayıp bulmak hususunda kuvvetten düşmüş, ah etmekte ve inlemektedir!

48

İlâhî: ruhlar (Sümme radednâhü esfele sâfilîn) yani «Biz insanı en güzel