Mehmet Akif Ersoy

Safahat


Скачать книгу

deliğe,

      Süzüldüler oradan bir kilitli çekmeceye.

      Epeyce fâsıladan sonra geldi başka biri:

      – Genişçe bir hasırın var mı? Neyse hem değeri.

      Cenâze sarmak içindir, eziyyet etme sakın!

      Mahallemizde beş aydır yatan o hasta kadın

      Bugün, sabahleyin artık cihandan el çekmiş…

      – Ne çâre! Kısmeti bir böyle günde ölmekmiş.

      – Yanında kimse de yokmuş… Aman bırak neyse…

      Ecel gelince ha olmuş, ha olmamış kimse!

      – Dokuz kuruş bu hasır, siz, sekiz verin haydi…

      Pazarlık etmeyelim bir kuruş için şimdi!

      Hasır büküldü, omuzlandı, daldı bir sokağa;

      Sokuldu kim bilir ordan da hangi bir bucağa.

      Açıldı, bir ölü saklanmak üzre sînesine;

      Kapandı ketm-i adem heybetiyle sonra yine!

      Beş on fakîre olup bâr-ı dûş-i istiskâl,

      Huzûr-ı lâlini bir nevha etmeden ihlâl,

      Sükûn içinde uzaklaştı âşiyânından.

      Geçince sûrunu şehrin, uzattı servistan

      Garîb yolcuyu tevkîfe bin bükülmez kol!

      Omuzdan indi hasır, yoktu çünkü artık yol.

      Mezarcının o kürek yüzlü dest-i lâkaydı

      İânesiyle nihâyet mezâra yaslandı.

      Hücûm-ı mihnet-i peyderpeyiyle dünyânın,

      Hayâtı bir yığın âlâm olan zavallı kadın,

      Hasırdan örtüsü dûşunda hufreden indi…

      Enîn-i rûhu da artık müebbeden dindi.

      Bu hâtırât ile kalbimde başlayınca melâl,

      Oturmak istemez oldum, kıyâm edip derhâl;

      -Yüzümde âleme nefrin, içimde şevk-i memât;

      Gözümde içyüzü dehrin: yığın yığın zulümât!-

      Bulunduğum o mukassî mahalden ayrıldım.

      Bu perde bitti mi ? Heyhât! Atmadım bir adım,

      Ki rûhu eylemesin böyle bin fecîa harâb!

      Hayât nâmına yâ Rab, nedir bu devr-i azâb?

      Geçinme Belâsı

      «Ömr-i giranmâye der in sarf şüd

      Tâ çiherom sayf, çipûşem şitâ!» 130

Sâdî

      Doksan senelik ömre, İlâhî, bu mu gâyet?

      Bilmem ki ne âlem bu cedel-gâh-i maîşet!

      Korkunç oluyor böyle hakîkatleri, gerçek,

      Sa'dî gibi bir asr-ı fazîletten işitmek.

      Sa'dî o kadar felsefesiyle, hüneriyle,

      Fikrindeki hürriyet-i fevk-al-beşeriyle

      Esbâb-ı maîşet denilen kayda girerse,

      Yâd etmesin âzâdeliğin nâmını kimse.

      İnsan ki çıkar perde-i mektûm-i ademden,

      Tâ sahne-i hestîde zuhûr ettiği demden,

      İkmâle kadar fâciâ-i devr-i hayâtı,

      Atlatmaya mahkûm ne mühlik akabâtı!

      Zannetme ölüm şahsına bir kerre muhâcim…

      Bin kerre olur günde o düşmenle müzâhim.

      Âvâre beşer sâha-i gabrâya düşünce

      Etrafına binlerce devâhî üşüşünce

      Meydan mı bulur râhâtı esbabını celbe?

      Başlar o cılız kolları dünya ile harbe!

      Kaynar güneşin âteşi mihrâk-ı serinde:

      Karlar buz olur hep beden-i bî-siperinde.

      Medhûş nigâhında köpürdükçe denizler;

      Beyninde bütün dalgalar öttükçe mükerrer;

      Sahilden uzansam der, eder tayy-i merâhil;

      Lâkin onu bilmez ki uzaklar daha sâil:131

      Dağlar o nihâyetsiz olan silsilesiyle,

      Ormanlar o dünyâyı tutan velvelesiyle,

      Emvâc-i serâbıyla, vuhûşuyle bevâdî.

      Her hatve-i azminde olur ye'sine bâdî.

      Fevkınde, semâvâtın o ecrâm-ı mehîbi;

      Pîşinde, zemînin o temâsîl-i acîbi;

      Bîçâreyi medhûş ederek her nefesinde,

      Muztar bırakır mün'adim olmak hevesinde.

      Lâkin bu heves bir heves-i dîğere mağlûb:

      İnsan yaşamak hırs-ı cibillîsine meclûb.

      Her devresi bir devr-i azâb olsa hayâtın,

      Râzîsi değildir yine bir türlü memâtın!

      Ömr olsa da binlerce tekâlîf ile meşhûn,

      İnsan yaşamaktan yine memnun, yine memnun!

      Artık neye mevkûf ise te'mîn-i bekâsı,

      Yalnız ona masrûf olur âvâre kuvâsı.

      Durmaz boğuşur bunca mühâcimlere rağmen,

      Düşmez, o mesâî denilen seyfi elinden.

      Çıplaktır o, ister ki soğuklarda ısınsın;

      Bir dam çatarak her gece altında barınsın.

      İster yiyecek şey, giyecek şey, yakacak şey…

      Bin türlü havâic daha var bunlara der-pey.

      Âvâre beşer işte bu bâzâr-ı cihanda,

      Her gün yeni bir kâr peşinden cevelânda.

      Maksad bu kadar dağdağadan bir yaşamaktır…

      Lâkin bunun altında ne maksad olacaktır?

      Heyhat, onu idrâk için i'mâl-i hayâle

      Yok vakti: bütün demleri mevkûf cidâle!

      İnsan ki, onun rûh ile insanlığı kaaim,

      Dâim oluyor cisminin âmâline hâdim;

      Gelseydi eğer rûhunu i'lâya da nevbet,

      Anlardı nedir, belki, hayatındaki gâyet.

      Bir anladığım varsa şudur: Hâlik-i âlem,

      Hilkat kalıversin, diye, bir ukde-i mübhem,

      Daldırmada insanları hâcât-i hayâta,

      Döndürmede ezhânı bütün başka cihâta.

      Ömrün öteden, berk-süvârâne şitâbı,

      Iyşin beriden lâzım-ı bîhadd ü hesâbı,

      Göstermede dünyâya, nedir maksad-ı Hâlik…

      «Kimden kime şekvâ edelim biz de şaşırdık!»132

      Meyhâne

      Hurûşan