Mehmet Akif Ersoy

Safahat


Скачать книгу

sabah idi Eyyûb'a doğru çıkmıştım.

      Aşıp da sûrunu şehrin atınca birkaç adım,

      Ufuk değişti, önümden çekildi eski cihan;

      Göründü karşıda füshat-serâ-yı kabristan.

      Fakat o bir koca deryâ-yı sermediyyet idi,

      Ki her haziyre-i sengîni mevc-i müncemidi!

      Kenarda durmayarak girdim en derin yerine,

      Oturdum arkamı verdim de taşların birine.

      Ridâ-yı samte bürünmüş bütün yesâr ü yemîn,

      Huzûr içinde ağaçlar, sükûn içinde zemîn.

      Bütün o yükselen emvâc, o bî-nihâye deniz,

      Derin bir uykuya dalmıştı, her taraf sessiz.

      Yavaş yavaş açılıp perde-i likâ-yi muhit;

      Harîm-i rûhumu doldurdu kibriyâ-yı muhit.150

      Fakat bu beste-i lâhût nerden aksediyor,

      Ki «Ellezî halâka’l-mevte vel-hayâte…» diyor?

      Nedir samîm-i sükûnette böyle bir feryâd?

      Neşîde Hâlik'ın, amma kim eyliyor inşâd?

      Zaman zaman ederek yükselen terâne hurûş,

      Enîne başladı nâgâh kâinât-ı hamûş!

      O serviler müteheyyiç cemâat-i kübrâ

      Kesildi… Her birisinden duyuldu aynı sadâ.

      Mekâbir inledi, taşlar birer lisân oldu;

      Kitâbeler de o taşlarla hem-zebân oldu.

      Görünce zinde bütün mahşer-i heyûlâyı,

      Mezâra rûh veren nefh-i pâk-i Mevlâ’yı,

      Hayâle daldım; o füshat-serâ-yı dûrâ-dûr

      Göründü dîde-i medhûşa bir cihân-ı nüşûr!

      Kefen be-dûş-i bekâ bî-nihâye ecsâdın,

      O, dehri hîçe sayan, kârbân-ı ecdâdın

      Akın akın geçerek pîşgâh-i izzette,

      -Muhît-i havf ü recâdan makâm-ı hayrette

      Kıyâm-ı aczini seyreyledim… Ne dehşetmiş

      Sücûd-i hilkati görmek huzûr-i kudrette!151

      Bu here ü merc-i kıyâmet-nümûna hâkim olan

      Hatîb-i âlem-i ulvî nihâyet oldu ıyan:

      Gözüm, uzaktaki bir medfenin ayak ucuna

      Çöküp ziyaret eden, bir çocukla bir kadına

      İlişti. Sonra biraz yaklaşınca, iyden iyi

      Tezâhür eyledi: baktım, çocuk «Tebâreke» yi

      Kemâl-i vecd ile ezber tilâvet eylemede;

      Yanında annesi gözyaşlarıyle dinlemede.

      Zemîne ra'şe verirken neşâid-i melekût,

      Ne manzaraydı, İlâhî, o makber-i mebhût?

      Çocuk hayâta, o makber de mevte bir levha.

      Tezâd-ı kudreti gör: bak şu levh-i zîrûha!152

***

      Biraz geçince o sesler bütün hamûş oldu.

      Deminki mahşer-i pür-cûş sâye-pûş oldu.

      Çocuk kadınla beraber çekildi âlemine,

      Gömüldü gitti mezarlık sükûn-i dâimine.153

      Bayram

      Âfâk bütün hande, cihan başka cihandır;

      Bayram ne kadar hoş, ne şetâretli zamandır!

      Bayramda güler çehre-i mâsûm-ı sabâvet,

      Ümmîd, çocuk sûret-i sâfında iyandır.

      Her cephede bir nûr-i mücerred lemeânda;

      Her dîdede bir rûh demâ-dem cevelândır.

      Âlâm-ı hayâtın iki kat büktüğü ecsâd

      Feyzindeki te'sîr ile âsûde revandır.

      Ferdâ-yı sükûn-perveridir sâl-i cidâlin,

      Nevmîd düşen kalbe ümîd-âver-i candır.

      Heycâ-yı maîşetteki feryâd-ı mehîbin

      Dünyâda biraz dindiği an varsa bu andır.

      Subhunda bahârın şu sabâhat bulunur mu?

      Bak çehre-i gabrâya: Nasıl şen, ne civandır!

      Her sînede bir kalb-i meserret darabanda,

      Her kalbde bir âlem-i eşvâk nihandır.

      Raksân oluyor cünbüş-i dûşiyle anâsır,

      Gûya ki bütün sadr-ı zemin pür-galeyandır.

      Eşbâhı da cûşan ediyor feyz-i mübîni,

      Yâ Rab bu nasıl rûh-i avâlim-sereyandır!

      Bayramda gelir yâda ne hoş hâtıralar ki:

      Bir ömre verilmez, o kadar kadri girandır.

      Iydin bana dâim görünür levh-i kerîmi:

      Mâzî-i tufûliyyetimin yâd-ı besîmi.

***

      Birinci gün hava bir parça nâ-müsâiddi;

      İkinci gün açılıp, sonra pek güzel gitti.

      Dedim ki: «Fâtih'e çıksam yavaşça, bir yanda

      Durup o âlemi seyreylesem de meydanda,

      Ziyâret etsem ehibbâyı sonradan… Hoş olur.

      Bütün gün evde oturmak ne olsa pek boş olur.»

      Bu arzû-yi tenezzüh gelince, artık ben

      Durur muyum? Ne gezer! Fırladım hemen evden.

      Gelin de bayramı Fâtih'te seyredin, zirâ

      Hayâle, hâtıra sığmaz o herc ü merc-i safâ,

      Kucakta gezdirilen bir karış çocuklardan

      Tutun da, tâ dedemiz demlerinden arta kalan,

      Asırlar ölçüsü boy boy asâlı nesle kadar,

      Büyük küçük bütün efrâd-ı belde, hepsi de var!

      Adım başında kurulmuş beşik salıncaklar,

      İçinde darbuka, deflerle zilli şakşaklar.

      Biraz gidin: Kocaman bir çadır… Önünde bütün,

      Çoluk çocuk birer onluk verip de girmek için

      Nöbetle bekleşiyorlar. Aceb içinde ne var?

      «Caponya'dan gelen, insan suratlı bir canavar!»

      Geçin: Sırayla çadırlar. Önünde her birinin

      Diyor: «Kuzum, girecek varsa, durmasın girsin.»

      Bağırmadan sesi bitmiş ayaklı bir îlân.

      «Alın gözüm buna derler…» sadâsı her yandan.

      Alettirikçilerin keyfi pek yolunda hele:

      Gelen yapışmada bir mutlaka o saplı tele.

      Terazilerden adam eksik olmuyor; birisi

      İnince