olamaz tasavvur aslâ!
Yâ Rab o ne feyz-i cûş ber-cûş!
Yâ Rab o ne leyle-i ziyâ-pûş!
Yâ Rab o ne cilve cilve envâr!
Yâ Rab o ne lem'a lem'a dîdâr!
Yâ Rab o ne encümen, ne âlem!
Yâ Rab o ne mahfil-i muazzam!
Ey leyl, nehârın olmasaydı…
Ey neşve, humârın olmasaydı!
Bîdârın iken uyanmasaydım;
Dünya var imiş inanmasaydım!
Ey yâr-i vefâ-güzîn-i cânım,
Verdiyse melâl dâstânım,
Mu'tadın olan inâyetinle
Susturma bu rûh-i zârı, dinle!
Hep velvele-i hayât dinse,
Düşmez bu zavallı rûh, ye'se.
Olmazsa zemîn, zaman müsâid;
Feryâdına âsüman müsâid!
Gönder bana sen de neyse derdin…
Yâdında mı bir zaman ne derdin?
Müstakbeli almayıp hayâle!
Gel biz dalalım bu hasbihâle!
Edvâr-ı hayât perde perde…
Allah bilir ne var ilerde.
Selmâ
«Hemşirezâdemdir. Dört yaşında öldü.»
«Bütün gün işte boğuştum, içim sıkıldı. Yeter!
Yarın da aynı mezâhimle uğraşıp duracak
Değil miyim? Bana öyleyse, şimdilik ister,
Ferâğ içinde düşünmek, vücûdu yormayarak.
Hayât, ceng-i maîşet; cihansa ma'rekedir;
Zaman zaman bu sükûnlar birer mütârekedir.»
Dedim, zemîne uzandım. Fakat huzûr o ne zor!
Dakika sürmedi hattâ benim bu yaslanmam…
Bir eski komşu gelip: «Vâliden selâm ediyor,
Diyor ki: Hasta ağırlaştı, durmasın, akşam
Hemen bizim eve gelsin.» deyince davrandım,
O âşiyân-ı perîşâna doğru yollandım.
Sarıldı boynuma annem, girince ben içeri.
Diyordu ağlayarak:
– Görme, Âkif'im çocuğu!
Senin değil yedi kat ellerin yanar ciğeri,
Ölüm döşekleri üstünde görse yavrucuğu.
Şükür, bugün azıcık farklıdır diyorduk dün…
O pembe pembe yanaklar kireç kesildi bugün!
Filân hekim, dediler. Geldi, baktı, anlamadı.
Hayır, filân daha bir anlayışlıdır, dediler;
Meğer yalan yere çıkmış o sersemin de adı!
Bırak ki anlasalar var mı çare hiç? Ne gezer!
Hekim ilâçları, oğlum, bütün tesellidir.
İlâç yiyip iyi olmak, o bir tecellîdir.
Kesildi kardeşin artık yemekten, içmekten;
Lâkırdı dinlemiyor, kendini helâk ediyor.
O, hastadan daha şâyân-ı merhamet… Görsen…
Dedikçe «Anne, çocuktan ümîdi kes… Gidiyor!»
Telâş içinde kalıp büsbütün şaşırmadayım.
Eğer yetişmese imdâda yok mu komşu hanım…
– Görünmüyor, hani hemşîre nerdedir? Gelsin.
Benim sözüm ne kadar olsa başkadır, belki
Biraz bulurdu teselli…
– Nasıl da söylersin!
Lâkırdı kâr edecek kim? Duyar mı hiç beriki?
Kolay bir iş mi? Senin anne olduğun var mı?
Çocuk o hâlde iken anne sözden anlar mı?
Bu hem kaçıncı felâket? Beşinci! Yâ Rabbi,
Tamam beşinci seferdir ki kız ölüm görecek!
Bu son ümîdi de şâyed giderse dördü gibi,
Zavallı kendini vaktinden evvel öldürecek.
Çıkıp da gör hele bir kerre şimdi Selmâ'yı…
Ne hâle koydu felek, git de bak, o sîmâyı!
Sabahleyin dili, baktım, biraz ağırlaşıyor…
Melil melil bakıyor şimdi bülbül evlâdım!
Ne zâlim illet imiş: Bir çocukla uğraşıyor…
O olmasaydı da ben keşke hasta olsaydım.
Şikâyet olmasın amma tahammülüm bitti…
Günâha girmedeyim durmuşum da bak şimdi!
Ne manzaraydı ki bir kuş kadar uçan o melek
Dururdu bî-hareket, kol kanad kımıldamıyor!
Gözünde nûr-i nazar titriyor, hemen sönecek…
Dudakta nâtıka donmuş; kulak söz anlamıyor!
Türâb rengine girmiş cebîn-i sîmîni;
Ölüm merâreti duydum, öpünce leblerini!
Başında annesi -mâtem tecessüm etmiş de
Kadın kıyâfeti almış gibi- durur mebhût;
Yanında komşu kadınlar hurûşa âmâde,
Eğerçi ortada dönmekte bir mehîb sükût.
Girince ben odadan hepsi kalktılar ayağa,
Kızıyle annesi mıhlıydılar fakat yatağa!
Dedim: Nedir bu senin yaptığın düşünsene bir.
Bırak şu hastayı artık biraz da kendisine.
Ne çâre, hükm-i kader âkıbet zuhûra gelir,
Cenâze şekline girmekte böyle fâide ne?
Senin bu yaptığın Allah'a karşı isyandır;
Asıl felâkete sabreyleyenler insandır…
Şu yolda başlayan âvâre bir talâkatle,
Devâm edip gidiyordum ben ictihâdımda…
Ne oldu, hastaya bir şey mi oldu, anlamadım…
O beht içindeki kızdan kemâl-i şiddetle,
Şu sayha koptu ki hâlâ enîni yâdımda:
«Ne taş yüreklisiniz… Âh gitti evlâdım!..»
Merhum İbrahim Bey
(İbrahim Bey merhum ki tabâbet-i baytariyye ulemasındandır,