hayâlimin en muhterem harîminde
Senin o tayf-ı lâtifin ey âşinâ-yı kadîm!
Musâb olan yalnız âilen midir? Heyhât,
Bıraktın arkada binlerce hânümânı yetîm!
Olurdu dest-i tesellî-medâr-ı lûtfunla
Sirişk içinde yüzen çehreler bir anda besîm;
Ederdi cûd-i merâhim-nümûd-i feyyâzın
Hazâin olsa bütün ehl-i fâkaya taksîm.
O bir cihân-ı fezâildi, mahvolup gitti…
Nedir? Niçindir İlâhî bu inkılâb-ı azîm?
Ey yâd-ı güzîn-i ihtirâmı,
Rûhumda hayâtının devâmı;
Ey lem'a-i feyzinin tamâmı,
Subh-i ezelînin ihtişâmı;
Âmâline dar gelince nâsût,
İkbâline sîne açtı lâhût.
Bakmaz da bu dâr-ı iptilâya,
Rûhun can atardı i'tilâya;
En sonra o nûr-i arş-pâye
Yükseldi civâr-ı Kibriyâ'ya…
Dem şimdi dem-i saâdetindir:
Ervâh, nedîm-i hazretindir.
Tevfîk olarak yolunda hem-râh,
Aştın şu fezâ-yı târı nâgâh;
Tâ fecr-i bekâda oldun âgâh…
Hâlâ gidiyorsun, Allah Allah!
Pervâzına yok mudur tenâhî?
Ey tâir-i gülşen-i İlâhî!
Her gül dibi medfen-i hayâlin,
Her gonce kitâbe-i kemâlin;
Her yerde nihân olan cemâlin,
Her yerde iyân olan meâlin;
Bir yerde görünmüyorsun ammâ:
Her yerde bedâyi’in hüveydâ!
Ey sen ki harîm-i Hakk'a mahrem
Oldun da yabancın oldu âlem;
Yâd eyleyecek misin ki bilmem?
Dünya denilen bu sicn-i mâtem
Hâlâ bana dâr-i imtihandır…
Kurtulmadım işte an bu andır!
Ey yâr-i azîz-i gam-küsârım,
Mahvoldu, Hudâ bilir, karârım,
Sarsıldı olanca ıstıbârım;
Bî-zâr peyinde rûh-i zârım!
Gittin, beni kimsesiz bıraktın,
Yaktın beni hasretinle, yaktın!
Azim
Sa'dî, o bizim Şark'ımızın rûh-i kemâli,
Bir ders-i hakîkat veriyor, işte meâli:154
«Vaktiyle beş on kâfile sahrâya düzüldük;
Gündüz yürüdük hep, gece bir menzile geldik.155
Çok geçmedi, baktım, bir adam hâsir ü hâib
Koşmakta… Meğer eylemiş evlâdını gâib.156
Bîçâre gidip haymelerin hepsine sormuş;
Bir taş bile görmüşse, hemen oğluna yormuş.157
Âvâre peder, nerde bulursun! derken…
Gördüm ki ciğer-pâresinin tutmuş elinden,158
Lebrîz-i meserret geliyor bizlere doğru,
Taşmış da gözünden akıyor şimdi sürûru!159
Yaklaştı şütürbâna nihâyet, dedi yekten:
«Evlâdımı buldum… Nasıl amma? Onu bilsen…160
Karşımda ne görsem, «O!» dedim geçmedim asla.161
Aldatsa da tahminimi binlerce heyûla,
Azmimde fütûr eylemedim, ye'si bıraktım…
Mâdem ki dünyâdadır elbet bulacaktım…162
Kumlarda yüzüp, zulmetin a'mâkına daldım;
Hep rûh kesildim… Ne boğuldum, ne bunaldım.
Tevfîk-i İlâhî edip en sonra inâyet,
Gördüm gözümün nûrunu karşımda nihayet.»163
İm'ân ile baksak oluyor işte nümâyan.
Sa’dî bize göstermede bir meslek-i irfan:164
Bir gâye-i maksûda şitâb eyleyen âdem,
Tutmuşsa bidâyette eğer azmini muhkem,
Er geç bulacak sa'y ile dil-hâhını elbet.
Zira bu şu’un-zâr-ı tecellîde, hakîkat,
Tevfîk, taharrîye; taharrî ona âşık;
Azmin de emel lâzımıdır, gayr-ı müfârık.
Olsun da emel azm ü taharrîye mukârin;
Tevfîk zuhûr eylemesin sonra… Ne mümkin!165
Ba'zen iki üç haybet olur rehzen-i ümmîd…
İnsan o zaman etmelidir azmini teşdîd…
Ye'sin sonu yoktur, ona bir kerre düşersen
Hüsrâna düşersin, çıkamazsın ebediyyen!
Mahkûm olarak ye'se şu bîçâre peder de,
Evlâdını şâyed o karanlık gecelerde,
Vaz geçmiş olaydı aramaktan, ne bulurdu?
Elbet biri candan, biri cânandan olurdu!166
Seyfi Baba
Geçen akşam eve geldim. Dediler:
– Seyfi Baba
Hastalanmış, yatıyormuş.
– Nesi varmış acaba?
– Bilmeyiz, oğlu haber verdi geçerken bu sabah.
– Keşki ben evde olaydım… Esef ettim, vah vah!
Bir fener yok mu, verin… Nerde sopam? Kız çabuk ol!
Gecikirsem