Mehmet Akif Ersoy

Safahat


Скачать книгу

mahviyyete âşık, iştihâra düşman olmasaydı, eminim ki, hükûmet-i sâbıkanın o sâbıkalı ricâli yüzünden gureba hastahanelerinde ölen öyle bir hakîm-ı zû-fünûnu tanımak için kariîn-i kirâm benim gibi bir âcizin delâletine müftakir kalmazdı!)

      Dönen muhît-i nigâhımda yâl ü bâlindir,

      Bütün hayâlim o fevka’l-hayâl hâlindir.

      Zalâm-ı hayrete düşmüş, batar çıkarken ümid,

      Önünde rehber olan meş'alem hayâlindir.

      Semâ-güzîn olarak gittin ey İlâhî nûr,

      Peyinde şimdi ufuktan geçen zılâlindir.

      Bu kâinât senin hâtıranla hep lebrîz:

      Zemin, zaman bana yâd-âver-i cemâlindir.

      Bütün cihâtta akseyleyen hemâlindir,

      Esîr, sanki bir âyîne-i celâlindir!

      Nücûm-i lâmia-zâ bârikât-ı irfânın,

      Leyâl, ihâta-i eşyâdaki kemâlindir.

      Seher o nâsiyeden bir nişân-ı feyzâ-feyz,

      Şafakta dalgalanan renk, reng-i âlindir,

      Ulüvv-i kâ'bını tasvîr eder nigâhımda

      Semâ, olanca vuzûhuyle bir misâlindir.

      Cibâl, heykel-i sâhib-vekâr-ı azmindir,

      Suhûr, hiffete düşman olan hisâlindir.

      Bulut yemîn-i leâlî-nisâr-i cûdundur,

      Güneş müfekkire-i herdem-iştiâlindir.

      Tulû', levha-i rengîn-i ibtisâmındır,

      Gurûb, safha-i gamkîn-ı infiâlindir.

      Havâda mevcelenir sânihât-ı kudsiyyen,

      Riyâh, rûhumu pür-cûş eden mekâlindir.

      Çemende cilveler eyler bahâr-ı dîdârın,

      Sabâ, nüvîd-i ümîd-âver-i visâlindir.

      Şitâ, peyinde hurûşan kıyâmet-i kübrâ,

      Rebi', hâtıra-i şi'r-i lâ-yezâlindir.

      Hulâsa, nazra-i im'ânımın önünde cihan

      Senin sahîfe-i zâtın, senin meâlindir.

      Senin hayâl-i sabîhin -ki bir zaman ey yâr,

      Edince leyle-i rûhumda bin emel bîdâr;

      Kıyâs ederdim açılmış sabâh-ı istikbâl-

      Bugün bulutların altında eylemekte karâr!

      Garib, şâm-ı garîban kadar hazîn oluyor,

      Nigâh-ı rikkatimin karşısında fecr-i bahâr.

      Birer bürehne kadîd-i mehîbi andırıyor

      Hayat hulle-i sebzinde cilveger eşcâr.

      Bütün bu sâha-i hadrâ, bu nev-demîde çemen

      Yeşil bir örtünün altında bir amîk mezâr!

      Sımâh-ı cânıma bir uhrevî sadâ geliyor

      Neşîdeler okuyorken gusûn-i terde hezâr.

      Temevvüc eyleyerek gözlerimde jale-i nûr

      Şükûfe-zârda gûyâ ki ağlıyor ezhâr.

      Senin sahîfe-i zâtın, senin meâlin iken

      Bütün cihân-ı bedâyi'de müncelî âsâr,

      Samîm-i rûhumu pür-çûş ü bîkarâr ediyor

      Bugün o sîne-i hilkatte inleyen eş'âr!

      Muhît şimdi şebistân-ı iğtirâbındır:

      Bugün uyanmıyor artık o nâzenîn eshâr!

      Sen ey semâları işrâk eden ziyâ-yı ezel,

      Bu hâkdânı bıraktın peyinde zulmet-zâr!

      Gerildi bir ebedî perde beynimizde, senin

      Açıldı pîş-i celâlinde âlem-i dîdâr.

      Cihan cihan dolaşırsın fezâ-yı lâhûtu,

      Nasıl ki yâd-ı hazînin gezer diyar diyar!

      Hayât varsa senin sermedî hayâtındır,

      Azâb, yoksa, bu fânî hayât-ı velveledâr.

      Sükûnu nerde bulur âh kalb-i mehcûrum?

      Derûn-i sînede bir herc ü merc-i dâim var!

      Demek, görünmeyeceksin ilelebed bana sen,

      Demek, uzaktasın ey yâr-ı mihribân benden!

      Hayâta sen beni rabteylemiş iken, şimdi

      Aceb nasıl yaşarım, söyle, âh sensiz ben?

      «Günün birinde gelirsin de eski âlemler

      Devâm eder yine birlikte öyle şâtır, şen…

      Bu gîrûdar-ı maîşetten el çeker, ararız

      Seninle sîne-i uzlette gizli bir me'men…

      Karışmayız şu cihanın nebûd ü bûduna hiç,

      Nasıl ki bunca zamandır karışmadık zaten!

      Uzakta aksede dursun o hây ü hûy-i mehîb…

      Sükûn içinde biz, ey dost, yek-revan, yek-ten,

      Devâm eder gideriz her zamanki âhenge,

      Döner muhîtimiz üstünde hep senin nağmen…

      Beyân-ı ukde-güdâzınla mübhemât-ı şu’ûn

      Yavaş yavaş açılıp bir vuzûh olur rûşen.

      Verâ-yi perde-i kudrette gizlenen râzın

      Önünde feyz-i beyânın açar da bin revzen,

      İyân olur o zaman karşımızda âlem-i rûh,

      Düşüp gider gözümüzden bütün kuyûd-i beden!

      Birer terâne-i ilhâm olan neşâidini

      Kemâl-i vecd ile tekrâr dinlerim…» derken,

      Bugün emellerimin hepsi ser-nigûn oldu…

      Meğerse olmayacakmış ne bir gelen, ne giden!

      Meğer açılmayacakmış müebbeden artık

      O perde perde hakâik, o ukdeler, o dehen!

      Yazık ki yükselerek matla’ında etti karar

      O lem'a lem'a sünûhât… Hem de pek erken!

      Niçin gurûb ediverdin sen ey sitâre-i şark,

      Henüz kemâlini derk etmeden zavallı vatan?

      Şu son zamanda ziyâ’ın kadar zıyâ’ı elîm

      İsâbet etmedi âfâk-ı şarka, İbrâhîm!

      Eğerçi milletin ümmîd-gâh-ı ikbâli

      Olan beş on büyük âdem, beş on vücûd-i kerîm

      Birer birer heder olmuştu senden evvelce…

      Senin peyinde fakat kaldı bin ümîd-i akîm.

      Yarım asırda uyanmış çerâğ-ı feyze bakın:

      Bir anda oldu sönüp perde-pûş-i hâk-i remîm!

      Tasavvur eyleyemezdim ki ansızın dursun

      Felâh-ı ümmet için çarpınan o kalb-i rahîm.

      Tahayyül eyliyemezdim ki seyrden kalsın

      Muhît-i şarkta cevlân eden o fikr-i hakîm.

      Ridâ-yı