Yasin Topaloğlu

Su Gibi Geçen Yıllar - Kahraman Emmioğlu Kitabı


Скачать книгу

anket yaptırdım. Baktım yüzde beş altıya çıkmışım. Bu kadar kısa zamanda beş altı, muazzam bir yükseliş. Bir anda oylarım yüzde yüz arttı. Yüzde yüzden fazla rey almışım. Beraber yola çıktığımız arkadaşlara “Bu iş tuttu arkadaşlar. Biz burada çok güzel netice alacağız. Onun için gayretlerimizi biraz daha sıklaştıracağız. Daha da yoğun bir çalışmanın içerisine gireceğiz. Allahuteala da bize verecektir.” dedim. Hakikaten çok gayretli bir çalışma yapıldı. Hepsinden Allah razı olsun. Parti elemanlarının hepsi gayretli bir çalışmanın içerisine girdiler.

      Orada görünen rakibiniz Celal Doğan olsa da bir de görünmeyen ve sizinle rekabet eden Mehmet Bozgeyik gibi bir rakibiniz var.

      Yoo! Onu öyle söylemek doğru değil. Benimle rakip değil. O aslında şu düşüncede; eğer büyükşehirde aday daha iyi çalışırsa kendisi biraz daha fazla oy alır. Benim kazanmam kazanmamam onun için pek mühim değil.

      Ama Şehitkâmil’de size oy vermeyen 4 bin kişilik bir kitle var.

      O ikinci, 1999’da tam belli oldu o. Birincisinde pek öyle değildi. O kadar değildi, fazla bir fark yoktu. Ama bir fark vardı. Yani ilçe belediye başkanıyla, büyükşehir belediye başkanı arasında bir fark var. Var da bu fark neden? Burada tabiatıyla Mehmet Bey’in oradaki çalışmalarının daha dar çerçeveli olması sebebiyle de diyebiliriz. Biz bazılarına ulaşamadık mı acaba, ondan dolayı mı diyebiliriz. Onu ayıklamak çok güç ama belli ki ilçe belediye başkanımız, adayımız bu konuda daha ziyade kendisini tanıtmaya çalışmış, onu da normal görüyoruz.

      Siz kampanya sırasında üslup itibarıyla bu işlere fevkalade nezaketle yaklaşıyorsunuz. Merhum Antep milletvekillerinden Ayvaz Gökdemir “Siyaset evliya oyunu değildir.” derdi. Ben o günlerde mahallî bir gazetede yazıyordum.

      Ama şeytan oyunu da değil. Öyle yapmak, siyaseti dejenere etmek demektir ve yanlıştır. Ben sürekli insani boyutlarda ve insani değerlere uygun olarak siyasetin yapılması taraftarı oldum. Bana göre, siyaset insani değerlere uygun olmak zorundadır.

      Daha önce belirttiğim gibi ben o günlerde mahallî bir gazetede şöyle bir yazı yazdım ve başlık attım: “Mehmet Bozgeyik, Kahraman Emmioğlu ve Mehmet Bedri İncetahtacı’ya seçim kaybettirdi. Kahraman Emmioğlu ve Mehmet Bedri İncetahtacı, Mehmet Bozgeyik’e seçim kazandırdı.”

      Tabii onun maksadını bilmek güç. Fakat şunu söyleyeyim; bizim büyükşehir belediye başkan adaylığı sırasındaki çalışmalarımız Mehmet Bozgeyik’e yaramıştır. Hiç şüphe yoktur ve Mehmet Bey de bu işi biliyordu ve onun için bizim üzerimizde çok ısrarlı olmuştur.

      Burada konu Bozgeyik değil ama her şeyin büyüğüne talip olan Mehmet Bey, 94 seçimlerinde mütevazı olduğu için mi Şehitkâmil’e aday oldu? Yoksa çıkacak sonucu öngöremediği için mi?

      Tahmin ediyorum öngöremediği için. Yoksa mutlaka talip olurdu. Hatta kendisine “Mehmet sen orada belediye başkanlığı yapmışsın. Bana ricacı olarak geldiklerinde sen orada kendini ispat ettin. Niye büyükşehire oynamıyorsun? Büyükşehire oynamak senin hakkın.” demiştim. “Yok yok, büyükşehire biraz kalibresi yüksek bir insan gelmesi lazım.” dedi. O zaman anladım ki yaptığı bir araştırma var ve bu araştırmada büyükşehire olmuyor, gelmiyor, yani kazanamayacak. Onun için elbet de bu normal bir siyasettir. Gaziantep’e mutlaka belediye başkanı olacağım diye aday gösterilmedim. Orada bir boşluk vardı, “Bu boşluğu kim doldurur?” diye araştırma yaptılar. Gaziantep’te Celal Doğan’ın karşısına çıkabilecek cesarette, fikrî yapı yönünden güçlü birini aradılar. Baktılar, Bahri Zengin ve Kahraman Emmioğlu var. Evvela Bahri Zengin’e gittiler. Yazdığı kitap vesaire sebebiyle, Bahri benden biraz daha şanslı idi. Tabii, Bahri teklifi kabul etmedi. Kilis-Gaziantep rekabeti sebebiyle, bir taraftan da Bahri’nin aday gösterilmesi Gaziantep’in de işine gelmedi. Geriye tek bir aday kaldı, ben. Diğerlerine gittikleri zaman zaten kabul etmediler. Çünkü siyasetin içinde olanların yüzde 98’i kazanacağına oynar. Yüzde 2 gibi, benim gibi insanlar kazanma, kazanmama derdinde değil, bizim kazancımız Allahuteala’nın rızasıdır. Benim esas görevim tebliğdir. Bunu bir vesile addetmişimdir. Onun için girmişizdir. Bizim kazancımız odur. Bazen kazanmak nedir diye soruyorum. Kazanmak, şu dünyanın üç kuruşluk zamanı içerisinde elde edilen başarı manasına gelmez. Esas olan, Allahuteala’nın rızasını almak için gereken çalışmaları yaptın mı yapmadın mı? Esas olan odur.

      1994’TE SEÇMENİN VERDİĞİ MESAJ ANLAŞILDI MI?

      27 Mart 1994 seçimlerinde Gaziantep’ten büyükşehir belediye başkanı adayı olmadan önce İstanbul’da yaşıyordunuz. İstanbul’da da hayatınız politika üzerine şekillenmiş durumdaydı. Rahmetli Özal’ın rahleitedrisinden geçmiş, dönemin iktidarını tanıyan bir kişiydiniz. O yıllarda, Bedrettin Dalan, tıpkı Celal Doğan gibi, mütemadiyen “Refah geliyor!” diye halkı korkutmaya çalışıyordu. Türkiye, 1991-94 yılları arasındaki hadiseleri sanki okuyamadı. Toplumun temel parametrelerinin, beklentilerinin, yaklaşımlarının değiştiği o dönemi siyaset yapıcılar bir miktar ıskaladı mı?

      Biz ıskalamadık; onu bizimle olmayanlar ıskaladı. Bir noktada onlar da ıskalamadı. Bazıları bana 1991 senesinde yazılan bir kitap getirdiler. İrticai faaliyetlerin hızının artışı ve neticede on seneye kalmadan bunların iktidar olacağı konusunda bir hesap yürütüyor. Şimdi ismi aklıma gelmeyen o kitabın yazarı, meşhur biriydi. Onlar da farkındaydı. Bu aslında tarihî bir gelişimdir. Bu ülkenin insanının temelinde bizim fikriyatımız yatıyor. Biz bunu biliyoruz. Çünkü daha önce, ta 1969 Konya Harekâtı’nda Konya köylerinde gördüğüm ışıltı, 1970’lerde Millî Nizam Partisi’nde İstanbul’da gençlik başkanı olarak dolaştığımda, Millî Selamet Partisi’nde bulunduğum sırada yaptığım müşahedelerimde ve Refah Partisi’nde… Hepsinde gördüm ki bu milletin asıl geleceği yer budur. Yani Refah zihniyeti, Selamet zihniyeti. Ama sosyal meselelerde bir atalet vardır. Bu ataletin yenilmesi için zaman lazım, çalışma lazım. Elhamdülillah bu çalışmalar yapıldı. 91’de karşı taraf bu çalışmalarımızı gördü. Onların irtica dediği hadisenin, aslında millî değerlere sahip bu milletin yükselmesi için gerekenlerin yapılması olduğunu biz biliyoruz. Onlar da biliyorlar ama elbette onlar bu konuda bizim anlayışımızda değiller. Ama 1991 senesinde onlar bunu gördüler. Biz daha önceden gördük bunu. Dediğim gibi, bırak 1969’u bu fakir, bu meseleyi 1959’da Milliyetçiler Derneğine girdiğinde gördü. Orada genç olarak çalışmalar yaptığımız zaman, halkımızın bu fikriyata olan yatkınlığını gördük. Har var ama bu ateşin üzeri küllenmiş. Bizim vazifemiz bu külü almak idi ve bununla ilgili çalışma yaptık; küller alındı ve har meydana çıktı.

      Aslında onların bazıları bizi yanlış okudular ama doğru okuyanlar da vardı. Nitekim 1991 yılındaki kriz, milletin çektiği perişanlık ve Türkiye’nin o şartları içerisinde halkın zihniyetinde bizim söylemlerimiz etkili oldu. 1993-94 senesine gelindiğinde artık sosyal atalet yavaş yavaş yenilmeye başlanmıştı. Biz eğer daha hızlı bir çalışmaya girişseydik… Kâfi çalışmamız olduğu kararında değilim, onu söyleyeyim… Hatta biz Hoca’ya birazcık da hafif bozuk çalarak “Hocam, niye çalışmıyoruz tam olarak? Siz daha fazla rey almak mı istemiyorsunuz?” bile demişizdir.

      Bu, genel anlamda, Erbakan Hoca’nın zaman zaman parti listelerini açıklarken iddiasız isimleri tercih etmesiyle ilgili seslendirilir. Siz bunun müşahhas bir karşılığını gördünüz mü?

      Gördüm mü? Onu söyleyeyim. Mesela birçok yerlerde yapılacak olan konuşmalar iptal edildi. Konuşulmadı.

      Sayın Emmioğlu, orada o zaman Hoca neyi gördü?

      Bana öyle geliyor ki Hoca şunu gördü; eğer biz çok daha büyük