Hasan Yılmaz

Ocak Sönmesin Diye - Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı


Скачать книгу

arabaları olacaktı. Bunlar ocak başkanlarının üstünde bir abi gibi, bir hoca gibi çalışacaklar, eğitim işlerini kontrol edeceklerdi. Tabii işler her zaman planlandığı gibi yürümüyordu. Bu eğitimcilerden bazıları zaman zaman ocağın işlerine müdahale etmeye kalkıştılar. Bazıları haklı olarak kalkıştılar, bazıları şahsi olarak ocak başkanıyla yarıştılar.

      Ülkü Ocakları’nda ilk eğitim işini biz başlattığımız için Türkeş’in kurduğu Eğitimciler Kadrosu’nda Burhan Kavuncu, Muhsin Yazıcıoğlu ve ben de vardım. Hatta ilk semineri Türkeş verdi. İlk seminere Burhan geç kaldığı için Türkeş onu yarım saat tek ayak üstü bekletti.

      Bu noktayı biraz daha açar mısınız? Yani Türkeş ilk semineri nerede verdi? Kimler vardı seminerde? Daha sonra o süreç nasıl işledi? Siz Türkeş ile ilk ne zaman tanıştınız?

      Ben Türkeş ile 1974 yılında tanıştım. Yani 17-18 yaşında bir öğrenci idim. O zaman ben Etimesgut Ülkü Derneği başkanıydım. Bizim Çankaya’da da Büyük Ülkü Derneğimiz vardı. Bu derneğin büyük bir salonu vardı. Türkeş, bu dernekte bize seminer verirdi. İlk semineri bugün gibi hatırlıyorum. “Türk Töresi, Büyüklere Saygı, Küçüklere Sevgi” idi konusu. İlk seminer Çankaya Küçükesat’ta yerin altında bir apartman dairesinde idi. Gece kulüpleri gibi, daireye bir merdivenle iniliyordu. O dernekte Türkistanlı bir dede bulunurdu. Ayrıca Yazar Lütfi Oflaz vardı. Daha sonra “Aydınlık” gazetesine geçti. O da oranın müdavimiydi. Türkeş ilk seminerini orada verdi. Ondan önce de 16 sayfalık “9 Işık” diye bir broşür elden ele dolaşırdı. İlk okuma kitaplarımız… Tabii kendi ailelerimizden gelen okumalarımız var. Ziya Gökalp, Mehmet Akif, Nurettin Topçu, bazı Doğu ve Batı klasiklerini biz aileden okuduk. O siyasi hareket döneminde 73-74 döneminde okuduğumuz ilk kitap, Kurt Karaca’nın “Milliyetçi Türkiye”, bir de -o senelerde yayımlandı sanıyorum- Tahsin Ünal’ın Tarım Kentleri idi. Bu kitaplar temel kitaplar olarak kütüphanemizde okunuyordu.

      Seminerler nerede veriliyordu?

      Ülkü Ocakları’nın seminer salonları, mahallî ocaklar, yurtların kantinleri ve şubelerimizdi. Esasında uygun bulduğumuz her yer seminer mahalliydi. Talebe göre ocaklara seminerciler giderdi. Ben giderim, Lokman Abbasoğlu, Türkeş’in yeğeni Yaşar Türkiş (Soyadında bir harfi değiştirmişti. Şeker Şirketinde Yönetim Kurulu üyesiydi bir zamanlar.), Galip Erdem, Seyyid Ahmet Arvasi, Taha Akyol… Kimi isterlerse o giderdi. Ağzı laf yapan herkesten seminer isterlerdi. Dolayısıyla böyle seminerciler vardı. Ama eğitim işinin sistematik olması için MHP Genel Merkezi tarafından bu Eğitimciler Kadrosu kuruldu.

      Ocaklarda eğitim verecek eğitimcilere önce Bayındır Sokak’ta dördüncü katta kiralanan bir dairede hizmet içi eğitim uygulandı. İlk semineri Türkeş kendisi verdi. Ondan sonra her konuda sırayla seminerler verildi. Beşerî münasebetleri Namık Kemal Zeybek verdi. Sosyal değişim seminerini Taha Akyol verdi. Seyyid Ahmet Arvasi, insan ve insan ötesi konusunu anlattı. Böylece hareketin temel prensiplerini anlatacak 30 kişi seminerler verdi. Seminerlere katılanlar, Anadolu’ya gittiklerinde aldıkları eğitimi kendi ocaklarında uygulayacaklardı. Temel hedef buydu.

      Daha sonra bunlar Türkiye’ye yayıldılar, hayırlı işler de yaptılar. Eğitimci olarak Muhsin Yazıcıoğlu da bir maaş aldı. O zaman ona, “Paralı asker mi oldun? İade et o maaşı!” dedim. Benim o sözüm üzerine aldığı maaşı iade etti. Ocak terbiyesi liderler için gerçekten hayatlarına mihenk oldu.

      İyi de Eğitimciler kurulurken Gümrük ve Tekel Bakanlığında istihdam edileceklerini söylemiştiniz. Maaş almaları doğal değil miydi?

      Onlar Gümrük ve Tekel Bakanlığına yerleştiler. Maaşları ve arabaları oldu. O arabalarıyla dolaşmaları gerekiyordu ve dolaştılar. Böylece hayırlı işler de yaptılar. Ben başkana böyle dedim işte. Diğerleri için bir şey demedim. Ben sadece Muhsin Başkan’a yakıştırmadığım için iade etti. Biz ideolojik adamlarız. Diyorum ya, ben babamın ev alacağı para ile bir dizgi makinesi alarak bir matbaa ile ortak oldum. Daha sonra o matbaa büyüyünce Ahmetler’de Sivas Yurdunun altında Hasret Matbaası’na dönüştü. Ofset tesislerimiz oldu. Hamamönü’nde cadde üstündeki Yapıcıoğlu Apartmanı’nda ofisimiz oldu. Burçak Lokantasını açtık. Yayınevi kurduk ve kitap çıkardık. Daha sonra Sedaş Holding olduk. Açtığımız her kuruluşu ayrı ayrı şirketleştirerek holdingleştik.

      Holdingin yönetim kurulu başkanı kimdi?

      İstihbaratın başında olan Yılmaz Şenyüz’dü. Yönetim kurulu üyeleri de benimle birlikte Şefkat Çetin, Hasan Çağlayan, Mustafa Mit, Muhsin Yazıcıoğlu idi. Başkanlar aynı zamanda gizli yönetim kurulu üyesi idi. Şirketin ilk nüvesini babamın Çankaya’dan ev alacağı birikimi teşkil etti. Ama sonradan büyüdü koca holding oldu. Holding olmasında Vedat Şendil’in emeği çok.

      Peki holdingleşince senin şirketteki hissen ne oldu?

      Ne saçma soru! Böyle kapitalist kavramlara ne ihtiyacımız var? Şirkette hissem mi var ki! 12 Eylül İhtilali’nden sonra o öldü, uçtu gitti. Şirket yok oldu. Biz cezaevine girip geride bıraktıklarımız sahipsiz kalınca matbaa makineleri filan hepsi kayboldu.

      Ülkücüler Türk Dünyasını Tanıyor muydu?

      Ne kadar çalışkan bir entelektüel olduğunuzu hepimiz biliyoruz. Sizin onlarca insanın çabasına rağmen gördüğüm kadarıyla Ülkücülerin ufku Türkiye sınırlarının dışına çıkamadı. Nizam-ı âlem diyen bir hareketin mensupları, yerellikten öteye gidemediler. Ülkücülerin kendi hinterlantlarını yeterince tanımadıklarını düşünen bir insanım. Türk dünyasına ilişkin algılarının Nihal Atsız’ın romantizminin ötesine geçemediğini düşünüyorum.

      Biz bu konuda çalıştık. Türkiye Yazarlar Birliği’ndeyken Türkçenin Uluslararası Şiir Şölenleri’nden tut, Türk dünyasıyla ilişkiler noktasında çalışmalar yaptık ama…

      Ama çok romantik münasebetlerdi onlar.

      Genel anlamda eskiden teşkilatlarında Kürşat’ın resmi olan Ülkücüler, ne yazık ki Türk dünyasına ilişkin bir proje geliştiremediler.

      Yani Kürşat’ın 40 kişiyle Çin sarayını bastığını biliyor ama Horasan’ı Erzurum’un Horasan ilçesi zannediyor.

      Türk dünyasına ilişkin gelecek projeksiyonu olmadı maalesef. Mevcudu okuma noktasında da bir projeksiyonu olmadı. Burada bir talihsiz dönem oldu, o da Azerbaycan’ın bağımsızlığını kazandığı dönem. Elçibey’in cumhurbaşkanı olduğu 90’lı yılların başında buradan Azerbaycan’a giden insanlar, orada Sovyetler’den artakalan cemiyeti kendilerine çok yabancı buldular. Yani el âlemin karısına kızına el uzatma mı dersin, Sovyet şehirlerinde yaşayan insanların seviyesini anlamamış buradaki birtakım magandalar, oradaki insanların hem kültürel değerlerini hem ekonomik değerlerini iğdiş ettiler. Yani burada 1000 dolara sattığı ürünü, oradan 100 dolara alanlar oldu.

      Dahası buranın okumuşu gitmedi o tarafa. Nerede kopuk tayfa var, onlar gitti. Önce tacirler gitti.

      Bunda siyasi hareketlerin büyük vebali var. Bu noktada 12 Eylül sonrasındaki MHP’nin, milliyetçi entelektüel seviyenin gelişmesinde tıkayıcı bir rolü olduğunu ifade etmek zorundayım.

      “Biz ocak yönetimine geldiğimizde, Esir Milletler Haftası’nı, Esir Türkler Haftası’na çevirdik.” demiştin. Bunun için de Türkiye’de faaliyet gösteren yurt dışı Türklerin derneklerini organize ettiğini söylemiştin. Bu derneklerle 12 Eylül öncesinde temasınız hangi düzeyde idi?

      İsa Yusuf Alptekin, Doğu Türkistan’ın ilk cumhurbaşkanı idi. Bizim faaliyetlerimize katılırdı. Biz ondan çok