Hasan Yılmaz

Ocak Sönmesin Diye - Lütfü Şehsuvaroğlu Kitabı


Скачать книгу

böyle bir hiyerarşi olması gerektiğini savcı biliyor muydu?

      Aldığı ifadeler ve okuduğu metinlerden böyle bir hiyerarşi olması gerektiğini düşünüyor. Böyle bir hiyerarşi zaten gerekmiyor. Ama senin kurduğun gibi o da öyle kurmuştu o hiyerarşik bağı. Esasında genel teamül de öyledir. Dolayısıyla Selahattin Sarı’nın başkanlığı döneminde de genel merkeze gitmiş oldum.

      Ülkü Ocağı’nda ilk başkan Selahattin Sarı mı?

      Hayır. İlk başkan Aytekin Yıldırım. Siyasal Bilgiler Fakültesinde başkanlık yaptı. Fakat onunki mevzi kaldı. Genel merkez hâline İbrahim Doğan zamanında geldi. Biz daha 1969 yılında ortaokuldan liseye geçtiğimiz günlerde, yakın zamanda son görev yeri olan TBMM Sağlık Merkezinden emekli olan Dr. İbrahim Doğan zamanında başkanlık oluştu. İbrahim abiden sonra Muharrem Şemsek, Sami Bal, Ali Batman başkan oldu. Ali Batman ile birlikte ben de Demirtepe’de köprünün başında sekizinci kattaki genel merkezin yazılarını yazmaya başladım. O dönemde benim “Millet” gazetesinde de tefrikalarım çıkıyordu. Ali Batman’dan sonra Selahattin Sarı başkanlık görevini üstlendi. O zaman ben de genel eğitim sekreteri oldum. O dönemde Etimesgut ile Yenimahalle’nin çok sıkı iş birliği vardı. 2011 yılının Ekim ayında kaybettiğimiz 24. Dönem Ak Parti milletvekili rahmetli Harun Çakır da Yenimahalle Ülkü Ocağı başkanıydı. O da benimle beraber Ülkü Ocakları genel sekreteri oldu. Böylece Selahattin Sarı döneminde biz genel merkezi oluşturduk.

      Yıldırım Beyazıt Yurdu kantininde arkadaşlarıyla

      Üniversite kaçıncı sınıftasınız o zaman?

      İkinci sınıfa geçmiştik. Yani 1975 yılında idi. Genel merkeze adım attıktan sonra da okula arada bir gittik. Genel merkeze gidince yaptığım ilk iş “Ülkü Ocakları Bülteni”ni bir dergi havasına getirmek oldu. O zaman “Hasret” dergisi çıkıyordu. Dergiyi ofset baskı ile çoğaltmaya başladık. İstanbul’da çıkan “Genç Arkadaş” dergisi vardı; Türkeş “Genç Arkadaş” dergisini yasakladı ve “Gidin kapatın!” dedi. Biz de kapatmak yerine İstanbul’daki arkadaşları ikna ederek dergiyi Ankara’ya taşıdık. Eğer o zaman Türkeş’in emrini doğrudan yerine getirmiş olsaydık, orada bir hizip yaratmış olacaktık.

      “Genç Arkadaş”, bir edebiyat dergisi değil miydi?

      Hayır, “Genç Arkadaş” tabloid boyda, siyasi bir dergi idi. O dönem “Genç Arkadaş”ta çalışanların çoğu daha sonra Anavatan Partisi’nden milletvekili oldu. O arkadaşları orada küstürmeden, dergiyi Ankara’da devam ettirdik. Burhan Kavuncu ve ben o dergide çok çalıştık. Burhan Kavuncu, ben, Muhsin Yazıcıoğlu, Ali Batman, Lokman Abbasoğlu, Mehmet Nezih Kemaloğlu, Nuri Öz, Muzaffer Şenduran, Haşim Akten, Ahmet Yeşil, Yağmur Tunalı, Beyaz Mehmet o dönemin fikriyatına katkı sağlayan isimlerdendi. O dönem biz TÖMFED’de (Töre Musiki Folklör Eğitim Derneği) bir eğitim çalışması başlattık. Dernekte müzik, resim, tiyatro gibi sanatsal faaliyetler yürütüyorduk. Ayrıca geceler düzenliyorduk. Gecelerimizde Necdet Tokatlıoğlu, Ali Şenozan, Ozan Arif ve diğer halk ozanları sahne alıyordu. Biz bu faaliyetlere katıldığımız gibi ocakta da eğitimlere katılıyorduk.

      Bizim genel merkez faaliyetlerine yoğunlaştığımız dönemde, ideolojik çatışmalar arttı ve cenazeler çoğaldı. Her cenaze sonrasında ülkücü şehitler için afişler basıyorduk. Ayrıca onlar için dergiler çıkartıyorduk. O dönem siyasi kültürümüze miras kalan sloganlar ürettik.

      Bu süreçte sol ile diyalog tamamen kesildi mi? Gruplar birbiri ile sadece çatışmak için mi karşı karşıya geliyordu?

      Hayır, aynı dönemde TRT televizyonunda tartışma programlarına karşılıklı çıkıp konuşuyorduk.

      TRT o zaman ekrana çıkartıyor muydu insanları ülkücü ve solcu ya da akıncı kimlikleri ile?

      Tabii. O dönemde Ülkü Ocakları başkanları bildiri yayımlarlardı ve o bildiriler gazetelerde yayımlanırdı. O zaman önemli bir kuruluştuk. Üniversiteler çatışma alanı idi ama beraber TRT’ye çıkıp tartışmalar yapılırdı. Bu tartışmaların birine Mehmet Gül, diğerine de Ramiz Ongun çıktı ve solcu liderlerle tartıştılar. Sami Bal’ın Ülkü Ocakları genel başkanlığa seçildiği 1975 yılında “Esir Türkler Haftası” başlatıldı. O tarihe kadar bu hafta “Esir Milletler Haftası” olarak anılıyordu. 1955 yılında BM öyle bir hafta ilan etmişti. Biz de resmî olarak 30 kadar dış Türk dernekleri ile ocak önderliğinde Cumhurbaşkanlığını ziyaret edip Fahri Korutürk ile görüştük.

      “Kanımız aksa da zafer İslam’ın!”

      Sizi böyle bir faaliyet düzenlemeye iten sebep neydi? Bu faaliyeti düzenlemenizin görünen sebebi ne idi? O dönemde çok çarpıcı, toplumsal infiale yol açacak bir sürgün, soykırım gibi olay var mıydı?

      Bulgaristan’da Türklerin sorunları var. Doğu Türkistan’ın Çin tarafından işgal edilmesi var. Aynı zamanda Kırım Türklerinin lideri Mustafa Cemiloğlu açlık grevi yapıyordu. Mart 1976’da “Hasret” dergisinin kapağını “Yıkılsın Kremlin” başlığıyla çıkarmıştık. Mustafa Cemiloğlu, Kırım’dan Özbekistan’a sürgün edilen Tatarların yurtlarına dönebilmesi için Moskova’da gösteri düzenledi. Mustafa Cemiloğlu’nu içeri attılar. Biz burada eylemler yaptık, Mustafa Cemiloğlu öldü diye açlık grevleri yaptık ve gıyabi cenaze namazı kıldık. Koyduğumuz tepkiler orada çok etkili olmuş. Daha sonra görüştüğümüzde Cemiloğlu, “Sizin Türkiye’deki tepkileriniz beni hapishanede çok rahatlattı.” dedi. Daha önce de ifade ettiğim gibi Atsız’ın “Ötüken”, Topçu’nun “Hareket”, Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu” dergilerini takip ettiğimiz için Türk dünyasını yeni duymuş değildik. Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü de yayınlar yapıyordu. Onların yayınlarını da takip ediyorduk. Türk dünyasına zaten meyilimiz vardı. O sırada da BM tarafından 16-22 Temmuz günleri Esir Milletler Haftası olarak kutlanıyordu. Esir milletlere baktığımız zaman, sadece Türklerin esir olduğunu görüyorduk. Bu nedenle biz Ülkü Ocakları Yönetim Kurulu olarak karar aldık ve “Bundan sonra bu haftayı Esir Türkler Haftası olarak kutlayacağız.” dedik. O arada 30’u aşkın Türk dünyası dernekleri vardı. Bulgaristan Göçmenleri Derneği gibi, Doğu Türkistanlılar gibi, Kerkük Türkmenleri Derneği gibi 30’u aşkın yurt dışı Türkler derneği vardı. Doğu Türkistan Türklerinin sürgündeki ilk Cumhurbaşkanı İsa Yusuf Alptekin Türkiye’de yaşıyordu. Ben bu derneklerin hepsini Ankara’da topladım ve Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ü ziyarete gittim.

      Kırım Türkleri’nin lideri Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu ile

      Ülkü Ocakları Yönetim Kurulu olarak aldığımız karar doğrultusunda etkinlikler düzenledik. Ölüm oruçları tuttuk, açlık grevleri yaptık, geceler düzenledik, dergiler yayımladık, afişler astık, bildiriler dağıttık, sloganlar yazdık, gösteriler yaptık. Aynı yıl Ülkü Ocakları’nın ilk yayınlarından biri olarak “Esir Türkler” diye bir kitap yayımladım. Kitabı ben yazdım ama ismimi koymadım. Kitaptan 10 bin tane bastık ve dağıttık. O arada babamın ev almak için biriktirdiği paraya Muhsin Yazıcıoğlu ile el koydum. Mustafa Mit dönemin en yakın şahididir. O parayla matbaamızın ilk yatırımını yaptık. Maltepe’de Pars Matbaası’ndan entertip 3 kanal, 8,9 ve 10 punto dizgi yapabilen bir dizgi makinesi aldım. Akay Caddesi’ndeki Pars Matbaasına çok iş bastırmıştık. Patronları benimleortak da olmak istiyorlardı.

      Bu esnada, babanızın yanında