olabilirdi? Öbür taraf İran idi. Ama duygusal ve kültürel olarak bağımız vardı. Gecelerimizde Azeri folklor ekibi oynar, Türkistan Türküleri söylenirdi.
Necip Fazıl’ın MHP ile İlişkisi Ne Zaman Başladı
Necip Fazıl ile temasın var. Ahmet Kabaklı’ya, Erol Güngör’e, Cemil Meriç’e gidiyorsun. Dönemin entelektüel insanları ile temastasın. Necip Fazıl’ın ülkücü hareket ile ilk kontağı bildiğim kadarıyla 1977 yılındaki MHP Kongresi ile oldu. Sizin Necip Fazıl’ı MHP ile tanıştırmada nasıl bir etkiniz oldu?
Şöyle; ben Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu”sunu zaten okuyordum. Rahmetli Türkeş, beni eli kalem tutan, ağzı laf yapan kişilerden biri olarak değerlendiriyordu. O yüzden, bazı isimlerle diyalog kurmamı isterdi. Mesela Ermeni Kilisesi’nin başındaki adam, Türk Patrik Selçuk Erenerol, iki tane MİT’çi İsmail Kaya-balı, Cemender Arslanoğlu, İsmet Paşa döneminin CHP eski genel sekreteri Kasım Gülek, Necip Fazıl ve hatta 44 olaylarında tutuklanıp birlikte yargılandığı Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan’a gidip temasta olmamı söylemişti. Reha Oğuz Türkkan, Amerika’dan gelmişti ve Amerikalı gibi uzun saçları vardı. Benimle konuşurken merhum Türkeş’ten “Alparslan” diye bahsederdi. Ben de bizim Başbuğ dediğimiz bir insandan onun “Alparslan” diye söz etmesine hayret ederdim. Türkeş’in beni onlara göndermesinin nedeni, onların olumsuz etkisini önlemek ve harekete pozitif katkılarını sağlamaktı. Aynı zamanda gençliğe milliyetçi hareketin mazisini inşa etme noktasında ufuk göstermek istemiş olabilir.
Necip Fazıl Kısakürek, Alparslan Türkeş
Türkeş, Necip Fazıl’ı da aynı amaçla mı ülkücü harekete kazandırmak istiyordu?
Bunların hepsi farklı farklı kişilerdi. Bunların tepkilerini elemine etmek istemiş olabilir. Bütün eserlerini okumuş biri olarak Necip Fazıl’a ben de gitmek istiyordum. Erenköy’deki evine gittim. Orada bana “Ne içersin?” diye sorduğunda “İlaç kokulu çaydan.” dedim. “Ooo Neslihan, ilaç kokulu çaydan içecekmiş.” dedi. O ne söylerse ben kendi kitabından laflar söyledim. Böylece onu etkilediğimi düşündüm. Yaptığımız o ilk görüşmeden sonra Necip Fazıl ile ilişkilerimiz hep iyi oldu. Ne zaman İstanbul’a gitsem Ahmet Kabaklı’ya uğrar, Necip Fazıl’ı aratırdım. Eğer Erenköy’deki eve gel derse oraya giderdim. Eğer Cağaloğlu’ndaki “Büyük Doğu”nun iki odalı yazıhanesine gelmemi isterse oraya giderdim. Böylece temasımız devam etti.
Bu arada haftada bir “Tercüman” gazetesinde Ahmet Kabaklı’ya uğrardım. Bunu “Cemal Amca” şiirimde de yazdım. Oradan Türk Edebiyatı Vakfına geçip Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nu yorardım. İstanbul’un ahvalini ondan sorardım.
Niyazi ağabey akar destandan,
Ruh olup içime akar destandan, diye bir de şiir yazdım.
O dönemde Türk Edebiyatı Vakfında “Türk Edebiyatı” dergisi çıkartılıyordu. Biz Beşir Ayvazoğlu ile “Divan” dergisini çıkarmaya kalkıştığımızda Ahmet Kabaklı “Gelin ‘Türk Edebiyatı’nı çıkartın. Niye ayrı bir dergi çıkartıyorsunuz ki?” demişti. Ona rağmen biz “Divan”ı çıkardık.
Gerçekten de çıkardığımız dergiyi sonradan çok beğenmişti.
Öte yandan Erenköy’de Necip Fazıl’ın evinden ayrıldıktan sonra da Göztepe’de Cemil Meriç’in evine uğrardım. Onun yanından ayrıldıktan sonra da Erenköy’de Seyyid Ahmet Arvasi’nin evinde sabahlardım. O bizim arkadaşımız gibiydi. Sabaha kadar onunla sohbet ederdik.
Mustafa Çalık,Cemil Meriç ve Lütfü Şehsuvaroğlu
Gençleri seven biri olmalı ki size sabah namazına kadar tahammül ediyormuş. Pek çok edipte, şairde görülmeyen bir tevazu ve özveri.
Onunla, Necip Fazıl ile Cemil Meriç ile yaptığım sohbetin kritiğini yapardık.
19-20 yaşında bir gençsiniz ve dönemin entelektüel adamlarını ülkücü harekete kazandırmak için siz görevlendiriliyorsunuz. Bir gariplik yok mu? Sizin önünüzde başka büyüklerin olması lazım. Niye size ya da emsaliniz başka genç insanlara bu görev veriliyor da diğer büyüklere bu görev verilmiyor? Sizde ne gibi özellikler buldu Türkeş?
Biz Ülkü Ocağı’nın dergilerini çıkartıyoruz. Seminerler veriyoruz. Yani bizim yaşımız önemli değil ki. O 20 yaşlarındaki çocuk daha lider tabiatlıydı. Şimdi yaşım 57 ama daha çocuk tabiatlıyım.
Mutlaka olgun gençlerdiniz. Lakin ideolojik olarak kendinizi kifayetli görüyor muydunuz? Ya da entelektüel olarak yeterli donanımınız var mıydı?
Şöyle, yalnız başımıza kaldığımızda kendimizi kifayetli görmüyorduk. Yalnız biz teşkilatı temsil ettiğimiz için yazdığımız her yazı teşkilatı temsil ediyordu. Yazdığımız her orta sayfa yazısı talimat idi. Mesela “Genç Arkadaş”ın üçüncü sayfasındaki yazı hareketin Edirne’den Kars’a kadar ocak başkanlarının bir emir gibi okuması gereken not gibiydi. Bir de derginin orta sayfa yazıları vardı. Onlar daha kapsamlı olurdu. İdeolojik çözümlemeler olur. Kapitalizmin ne olduğu, sosyalizmin ne olduğu teşkilatın dikkate alacağı yazılar üçüncü sayfa başyazı, bir orta sayfa da geniş tahliller yer alırdı. Öbür taraftakiler yazarlarını bağlar. Diğer sayfalarda şehitlerden, haber değeri olan olaylardan örnek verilen metinlerdir. Bir de arka sayfa yazıları vardır ki o yazılar duygusaldır. İsteyen arka sayfayı kesip asabilirlerdi.
Biz Marksizmle uğraşan bir dernek olduğumuz için Marksizmi de tanımak, öğrenmek isterdik. Gecenin birinde sabaha kadar İmam-ı Gazali’nin kitaplarını okurken, kendi tarihimizdeki örnekleri Bahattin Ögel’in, Atsız’ın Erol Güngör’ün, Ziya Gökalp’in ve onlar gibi aydınların kitaplarını okurken, dönüp “Kapital”i de okurduk. Marksizmi eleştiren kitaplar da okurduk. Komünist dergilerin hepsini okurduk. Örgütlerin özel yayınlarını da okurduk. Hatta öyle ki örgütlerin kendi içlerinde birbirlerini öldürecek dereceye varıncaya kadarki gizli mücadelelerine de vâkıf olurduk. Suçlamalarında özel bilgilerine kadar okurduk. Bazen de ihtisaslaşırdık. Mesela 80’den sonra bizim hem ilahiyatçı hem de avukat olan arkadaşımız Ömer Kayır, bu işlerle ilgilenirdi. Ömer Kayır, 80’den önce de yanımıza geldi. Bizim İlahiyat Fakültesinden de arkadaşlarımız vardı. Onlar şimdi profesör oldu. Bazıları şimdi profesör olan arkadaşlarımız da bu işleri tetkik ederler, dinî yayınları takip ederlerdi.
Mümtaz’er Türköne, sol yayınları takip ederdi. Bütün sol örgütlerin ne yazıp çizdiklerine vâkıftı mesela. Gider araştırır ve bize de anlatırdı. Biz de ayrıca takip ederdik. Burhan Kavuncu’nun da sol örgütleri takip etmede özel yetenekleri vardır.
Bütün bu faaliyetleri yaparken, okul ne durumdaydı?
Okul yerinde duruyordu. Arada fırsat bulunca gidiyorduk.
Sizin zamanınızda okuldan atılma diye bir şey yoktu galiba.
Vardı da yoktu.
Necip Fazıl, MHP’ye Ne Kazandırdı?
Bu yazarların kitaplarını dergilerini ocak olarak alıp dağıtmanız da söz konusu oluyor muydu?
Tabii… Örneğin Necip Fazıl’ın “Doğru Yolun Sapık Kolları” kitabından 1000 tane alıp ocak olarak dağıtmıştık. Bu nedenle kendisine 18 bin 200 TL borcumuz vardı. Bir gün Ankara’dan İstanbul’a giderken muhasebeden 18 bin lirayı alıp zarfa koydum. Götürdüm, Cağaloğlu’ndaki “Büyük Doğu”nun bürosunda