Ahmet Cevdet Paşa

Peygamberler Tarihi ve Hz. Muhammed’in Hayatı


Скачать книгу

de birtakım tamahkârların lüzumundan fazla zahire alıp daha pahalı satmak amacıyla saklayarak fiyatın yükselmesine sebep olmamaları için Hazreti Yusuf, zahireyi nüfus sayısına göre verirdi.

      İşte böyle bir zamanda Yusuf’un kardeşleri de Kenan ilinden kalkıp da zahire almak için Mısır’a gitmeye mecbur olmuşlardı. Hz. Yakub Aleyhisselam ise Yusuf’tan ayrıldığından beri ağlıyordu. Hasretinin ateşiyle ciğerini dağlıyordu. Küçük oğlu Bünyamin, diğer kardeşlerinden ziyade Yusuf’a benzerdi. Hazreti Yakub, onu Yusuf’un yerine koyup, onunla biraz teselli bulurdu.

      Bu sebepten dolayı Yakub Aleyhisselam, Bünyamin’i yanında alıkoyup, diğer on oğlunu zahire getirmek için Mısır’a gönderdi. On kardeş Mısır’a vardılar, Yusuf’un huzuruna girdiler. Yusuf, kardeşlerini tanıdı. Onlar Yusuf’u tanıyamadılar. Zira bunca yıldan beri ondan bir haber alınmadığı için, Kim bilir nerede vefat etti gitti. diye düşünüp sağ kalmış olabileceğini hatırlarına getirmediler. Kaldı ki Yusuf’un divanı büyük ve gösterişli olduğundan onun yüzüne pek de dikkatli bakamazlardı. Hazreti Yusuf onlara, “Siz kimsiniz, işiniz nedir? Casus olmayasınız?” dedi.

      Onlar, “Haşa biz casus değiliz. Biz, bir babanın evladıyız ve babamız yaşlı bir muhteremdir, nebi-yi zîşandır. Adı Yakub’dur.” dediler.

      “Kaç kardeşsiniz?” diye sordu.

      “On iki kardeş idik. Birimiz kırda telef oldu, on bir kişi kaldık.” diye cevap verdiler.

      “Şimdi burada kaçınız mevcuttur?” diye sordu.

      “Burada on kişiyiz.” dediler.

      “Biriniz nerede?” dedi.

      “Babamızın yanındadır. Ölen kardeşimizin yerine onunla teselli buluyor.” dediler.

      “Bu sözlerinizin doğru olduğuna bir şahidiniz var mı?” diye sordu.

      “Biz bu bölgenin yabancısıyız, bizi burada kim tanır?” dediler.

      Bunun üzerine Yusuf Aleyhisselam, her birinin hissesine göre zahire verdikten sonra Bünyamin için de başka bir hisse verdi, hepsini ziyafete davet etti ve onlara ilgi gösterdi.

      “Görüyorsunuz ki zahire hususunda ne kadar dikkat ediyorum. Ne kadar adaletli davranıyorum ve misafirlere nasıl riayet ediyorum. Bir daha geldiğinizde öteki kardeşinizi de getiriniz ki doğru söylediğinizi bileyim. Eğer onu getirmezseniz size zahire yoktur, benim yanıma gelmeyiniz.” dedi.

      “Onlar fark etmeden, zahire bedellerini yüklerinin içlerine yerleştiriniz.” diye memurlarını tembihledi.

      Döndüler, babalarının yanına geldiler, “Baba, eğer Bünyamin bizimle beraber gitmezse bize zahire verilmeyecek. Onu da bizimle beraber gönder. Biz onu her şekilde koruruz.” dediler. Yakub Aleyhisselam, “Daha evvel Yusuf hakkında nasıl emin oldumsa Bünyamin hakkında da öylece emin olurum fakat Allah Teâlâ Hayrü’l-hafizin ve Erhamü’r-rahimin’dir.” (Allah koruyup gözetenlerin en hayırlısı ve merhametlilerin en merhametlisidir.) dedi.

      Bir de yüklerini açıp zahire bedellerini bulunca, “Daha ne isteriz, işte sermayelerimiz de geri verilmiş. Hemen, tekrar Mısır’a gidelim ve daha fazla zahire getirelim. Bu getirdiğimiz zahire bize yetişmez.” dediler. Bünyamin’i gözetmek üzere babalarına kuvvetli söz verdiler. Allah’a ahdedip, Bünyamin’i de alarak Mısır’a gittiler. Mısır’a vardıklarında Yusuf Aleyhisselam, onları ağırladı, onlara ikramda bulundu ve önem verdi. Bir ara Bünyamin’i yalnız buldu ve gizlice, “Ben senin kardeşinim. Şaka yollu bir vesile ile seni yoldan döndürüp alıkoyacağım, endişe etme.” dedi.

      Bütün kardeşlerinin yüklerini hazır ettirdi, Bünyamin’in yüküne bir altın tas koydurdu ve dönüp gitmeleri için ruhsat verdi. Tam yola düzülüp giderlerken arkalarından görevli memur yetişti. “Ey kafile! Siz hırsızmışsınız.” diye onları çağırdı.

      Yakub’un oğulları dönüp, “Kaybınız nedir?” dediler.

      “Hükümdarın tası yok. Onu her kim getirirse, bir deve yükü zahire müjdesi var. Ben de verileceğine dair kefilim.” dedi.

      Dediler ki: “Biz buraya fesat için gelmedik, hırsız da değiliz.”

      Dedi ki: “Sözünüz yalansa çalanın cezası nedir?”

      “Her kimin yükünde bulunursa cezası, onu tutup esir etmektir. Biz, hırsızlara böyle ceza veririz.” dediler.

      Bunun üzerine kafileyi çevirdi, yükleri aramaya başladı ve önce büyük kardeşlerin yüklerini aradı. Sonunda tası Bünyamin’in yükünden çıkardı. Mısır Hükümdarı’nın kanununda hırsızları tutup esir etmek yok idi fakat Hazreti Yusuf, Bünyamin’i alıkoymak için babasının şeriatını kardeşlerine söylettirdi ve bu şekilde Bünyamin’i ellerinden aldı.

      Büyük kardeşleri dedi ki: “Ey Aziz! Bünyamin’in bir ihtiyar babası vardır. Onu pek sever, ayrılığına dayanamaz. Onun yerine bizim birimizi alıkoy. Bize büyük iyilik etmiş olursun.”

      Hazreti Yusuf dedi ki: “Biz, sizin fetvanız üzerine onu alıkoyduk. Maazallah başkasını alırsak zalim oluruz.”

      Ondan ümidi kesince geri çekildiler ve bir yere geldiler. Hepsinin büyüğü, diğerlerine şöyle dedi: “Bilmez misiniz ki babanız sizden söz aldı. Daha önce Yusuf hakkında ne yaptığınızı da biliyorsunuz. Ben buradan ayrılıp gitmem, ta ki babam tarafından bana izin ve ruhsat verilinceye kadar yahut Allah tarafından bu işe bir çözüm bulununcaya kadar. Gidiniz, babanıza, ‘Senin oğlun hırsızlık etti. Biz ancak gördüğümüze şahidiz. Tas, onun yükünden çıkarıldı, gördük. Biz ne yapalım? İnanmazsan tahkik et, Mısır’dan sor, bizimle beraber bulunan kafileden sor.’ deyiniz.” dedi ve Mısır’da kaldı.

      Diğer dokuz kardeş döndüler, utanarak, sıkılarak babalarının yanına geldiler ve durumu gördükleri gibi söylediler.

      Yakub Aleyhisselam, aşırı mahzun oldu ve “Bu da bir oyundur. Yoksa bizim şeriatımızda hırsızın esir edildiğini Mısır hükümdarı ne bilir? Sabır güzel şeydir. Ola ki Cenabı Hak bana üç kardeşi birden getirir.” dedi. Beri tarafa döndü, “Vah Yusuf!” dedi ve hüzünle ağlamaktan gözlerine perde indi.

      Oğulları, “Vallahi sen, Yusuf diye diye hasta düşeceksin yahut helak olup gideceksin.” dediler.

      “Ben kalbimde tutamadığım hüzün ve kederimi ancak Allah Teâlâ Hazretleri’ne arz ederim. Ondan başka kimseye arz-ı hâl etmem, beni kendi hâlime bırakınız, bilmediğiniz şey var ki bana malumdur.” dedi.

      Yusuf kaybolalı yirmi bir yıl olmuştu. O zamandan beri bir haber alınamamış olması nedeniyle kardeşleri onun sağlığından ümitlerini kesmişlerdi.

      Yakub Aleyhisselam ise Yusuf’un hâlâ hayatta olduğunu biliyordu.

      Ya Allah tarafından ona vahiy gelerek Yusuf’un sağ olduğu bildirilmişti ya da Yusuf’un küçükken görüp de kendisine söylemiş olduğu rüyaya nazaran onun huzurunda kardeşleri secdeye varmadıkça vefat etmeyeceğini biliyordu. Bunun üzerine, “Oğullarım gidiniz, Yusuf ile Bünyamin’i arayıp sorunuz ve Allah’ın lütfundan ümidinizi kesmeyiniz.” dedi.

      Dokuz kardeş, yine Mısır’a vardılar ve Yusuf Aleyhisselam’ın huzuruna girdiler. Bünyamin de orada hazır idi.

      “Ey Aziz! Açlıktan hâlimiz yamandır. Yiyici çok, yenecek yok. Elimizdeki sermaye cüzidir. Sen lütuf ve ihsan et, ihtiyacımıza göre zahire ver, bize sadaka ver, kardeşimizi bağışla. Babamız yaşlı bir kişidir, Yusuf’tan ayrılalı pek mahzundur. Şimdi Bünyamin’in ayrılığı, ona bela üstüne beladır. Ağlamaktan gözleri görmez oldu.” diye yalvardılar.

      Yusuf Aleyhisselam, artık şakayı bırakıp