Ahmet Cevdet Paşa

Peygamberler Tarihi ve Hz. Muhammed’in Hayatı


Скачать книгу

ailenizi alıp buraya getiriniz.” dedi ve onları babalarının yanına gönderdi. Vakta ki kafile Mısır’dan ayrıldı. Sanki rüzgâr, o gömleğin kokusunu aldı ve derhâl Kenan iline götürdü, hemen o zaman Yakub Aleyhisselam, “Yusuf’un kokusu geliyor. Ah bana bunadı demeyiniz.” diye söylendi. Yanında bulunanlar, “Sen hâlâ eski yanlışlık ve eski şaşkınlık üzerindesin. Yusuf’u çok fazla sevdiğinden onu dilinden düşürmezsin ve onunla buluşmayı arzularsın.” dediler. Sonra oğulları geldi. Yusuf’un gömleğini yüzüne koydukları gibi gözleri açıldı. “Ben size Yusuf’un kokusu geliyor, demedim mi?” dedi.

      Ondan sonra Yakub Aleyhisselam, bütün oğulları ve ailesiyle beraber Mısır’a gitti. Yusuf Aleyhisselam, Mısır’ın Meliki ve ahalisi ile birlikte onları Mısır’ın dışında karşıladı. Onları alıp sarayına getirdi. Babasını ve anasını tahta çıkardı. Tamamı onun için şükür secdesine gittiler. Hazreti Yusuf, o zaman babasına, “İşte benim daha önce gördüğüm rüyanın tabiri budur ki aynıyla çıktı. Rabb’im bana lütuf ve ihsan etti. Beni zindandan çıkardı ve sizi çölden getirdi, hepimizi birleştirdi. Rabb’imin hikmeti çok fazladır. Lütuf ve keremi sonsuzdur.” dedi ve dönüp Cenabı Hakk’a hamd ve şükretti.

      Bu şekilde Hz. Yakub Aleyhisselam, Yusuf’una kavuştu ve muradına erdi. Ondan sonra bütün oğulları ile beraber Mısır’da on yedi sene daha ömür sürdü. Hazreti Yakub’un vefatında Yusuf Aleyhisselam elli altı yaşında idi. Yüz on yaşına kadar yaşadı.

      İşte bu şekilde Beni İsrail, mümtaz ve muhterem bir sınıf olarak Mısır’da yerleşti, birleşip çoğaldı.

      Önce Hazreti Yusuf’u vezir yapan Melik vefat etti. Onun ardından Yusuf Aleyhisselam da ahiret yurduna gitti. Sonraki Mısır hükümdarları Beni İsrail’e itibar etmediler.

      Hz. Eyyûb (a.s.)’ın Kıssası

      İshak Aleyhisselam’ın oğlu olan Ays’ın evlatlarından biri de Eyyûb Aleyhisselam idi. Pek çok malı ve Şam tarafında nice mülkleri var idi. Cenabı Hak, onu imtihana tabi tuttu. Bütün malları ve mülkleri elinden gitti, o şükretti. Hasta oldu, sabretti. Bedeninde yaralar açıldı, yine sabretti. Yaraları kurtlandı, yanına kimse varamaz oldu. Yalnız hanımı Rahmet ona hizmet ederdi. O, yine sabreder ve ibadetine devam ederdi. Sonra şifa buldu. Vücudu evvelki gibi tertemiz oldu ve bütün mal ve mülkleri yerine geldi. Dünya ve ahiret saadetine nail oldu.

      Bişir adında bir oğlu vardı ve kendisinden sonra yerine geçti, peygamber oldu.

      Hz. Şuayb (a.s.)’ın Kıssası

      Şuayb Aleyhisselam, Hazreti İbrahim’in ateşe atıldığı gün iman edip de onunla beraber Şam bölgesine Hicret etmiş olan bir kabiledendir. Büyük validesi, Lut Aleyhisselam’ın kızıdır.

      Medyen ve Eyke ahalisine gönderildi. Tatlı dilli ve sözü tesirli idi fakat kavmine söz geçiremedi. Onca zaman güzel güzel nasihatlerde bulundu ve pek çok tesirli sözler söyledi fakat etkili olamadı.

      Nihayet Cenabı Hak, Eykeliler üzerine bir şiddetli sıcaklık musallat etti. Bu sıcak, yedi gün sürdü. Bütün ırmaklar kaynadı. Sonra üzerlerine bir bulut geldi. Sıcaktan kaçıp hepsi onun altına toplandı, buluttan ateş yağdı, hepsi yandı. Ehl-i Medyen de bir ses ile telef oldu.

      Hazreti Şuayb, kendisine iman edenleri alıp Mekke’ye gitti. Ondan sonra, vefatına kadar Mekke’de ibadet ile meşgul oldu. Medyen’de iken bir kızını Hazreti Musa’ya vermişti. Nitekim bu olay aşağıda açıklanacaktır.

      Hz. Musa (a.s.) ve Hz. Harun (a.s.)’ın Kıssaları

      Hazreti Yusuf’tan sonra Mısır’da Beni İsrail çok fazla üreyip çoğaldı. Yakub ve Yusuf Aleyhimesselam’ın şeriatlarına uydular. Mısır’ın kadim yerlisi olan Kıbti kavmi ise yıldızlara ve putlara tapardı ve Beni İsrail’e hakaret gözüyle bakarlardı.

      Firavunlar, yani Mısır hükümdarları da Beni İsrail’i kendilerine tebaa edip, onları esir gibi ağır ve meşakkatli işlerde kullanırlardı. Onların günden güne çoğalmalarından şüphelenirlerdi.

      Beni İsrail, Kıbti kavminin muamelelerinden ve meliklerinin ağır tekliflerinden bezmiş, usanmış idi. Dedelerinin kadim yurtları olan Kenan diyarına gitmek istiyorlardı fakat bir türlü yakalarını Firavun’un pençesinden kurtarıp da Mısır’dan çıkamıyorlardı. Zira Beni İsrail, on iki kabile idi. Her kabile, Hazreti Yakub’un oğullarından birine mensup idi. Her kabilenin bir şeyhi vardı. Bunlara “esbât-ı Beni İsrail” denilir ki Yakub’un torunları demektir.

      İşte bu esbât-ı Beni İsrail’in tamamı bir yere gelse haylice kuvvet hasıl olabilirdi fakat tamamına bir baş gerekirdi ki hepsi birleşerek yekvücud olup da kendilerini esaretten kurtarabilsinler.

      O sıralarda bir kâhin, Firavun’a, “Beni İsrail’den bir çocuk doğacak, senin devletinin zevaline sebep olacak.” demiş. Firavun bundan ürküp, Beni İsrail’den doğan erkek çocukları öldürtmeye başladı. Her semte cellatlar tayin etmişti. Cellatlar, Beni İsrail’in hanelerini dolaşıp, yeni doğan erkek çocuklarını öldürdükleri esnada Hazreti Yakub’un üçüncü oğlu olan Lâvi’nin torunlarından İmran adlı zatın sulbünden Hazreti Musa dünyaya geldi. Annesi onu bir sanduka içine koyup Nil Nehri’ne attı. Nil ile akıp giderken Firavun’un hanımı Asiye onu tuttu. Açıp Musa’yı görünce ona canıgönülden muhabbet duydu. “Aman bunu öldürmeyiniz. Belki büyür de işimize yarar yahut onu oğul ediniriz.” dedi ve onu emzirmek için pek çok sütana getirtti. Musa, hiçbirisinin memesini almadı. Annesi ise onu Nil’e bıraktıktan sonra arkasına gözcü bırakmıştı. Firavun’un sarayına alındığını ve sütana arandığını öğrendi. Sütanalığa kendisini arz ettirdi.

      Asiye onu getirtti. Musa, derhâl onun memesini aldı. Firavun’un çevresinden kimse farkına varmaksızın annesi, kendi oğlunu Firavun’un sarayında emzirip büyüttü.

      Hazreti Musa, büyüdükten sonra, bir gün Mısır’da gezerken gördü ki Beni İsrail’den biriyle bir Kıbti kavga ediyor. Kıbti’nin göğsüne bir yumruk vurdu, kazara Kıbti’nin canı çıkıverdi.

      Hazreti Musa, elinden böyle bir kaza çıktığına inanamadı, Firavun’dan korkup, hemen Mısır’dan firar ederek Medyen’e gitti. Orada Şuayb Aleyhisselam’ın bir kızını aldı. Bu şekilde on sene Medyen’de kaldı.

      Daha sonra ailesini alıp Mısır’a giderken Tur Dağı’na uğradı. Orada Allah Teâlâ Hazretleri’yle söyleşti ve oradan Mısır’a varıp büyük kardeşi Harun ile görüştü. Musa ve Harun Aleyhimesselam, Firavun’u davete memur olduklarından, Firavun’un yanına gittiler ve onu Hak dine davet ettiler. Ve “Beni İsrail’i bırak. Onları alalım, ecdadımızın kadim vatanları olan Kenan diyarına gidelim.” dediler.

      Firavun buna şaşarak, Hazreti Musa’ya, “Sen çocukken bizim sarayımızda büyüdün, sonra bir suç işledin ve buradan firar ettin. Şimdi dönüp gelmişsin, ne demek istiyorsun?” dedi.

      Musa Aleyhisselam da “Evet, elimden bir kaza çıktı. Bir Kıbti’yi vurdum, hataen öldürdüm ve korkumdan kaçtım. Şimdi Rabbi’lâlemin, bana nübüvvet ve risalet verdi ve seni davet için beni gönderdi.” diye cevap verdi.

      Firavun sordu: “Rabbi’l-âlemin nedir?”

      Musa Aleyhisselam, “Yerlerin, göklerin ve tüm mahlukatın Rabb’idir.” dedi.

      Firavun gazaba gelip, “Mısır’da benden başka rab yoktur. Eğer sen benden başka rab ve ilahlar tanırsan seni zindana atarım.” diye Hazreti Musa’yı korkuttu.

      Musa Aleyhisselam, asasını yere bıraktı. Hemen bir büyük ejderha oldu, hareket etmeye başladı.

      Firavun ondan ürktü