Гарриет Бичер-Стоу

Tom Amca’nın Kulübesi


Скачать книгу

tüm gücüyle ödülün peşinden koşarken efendisi gülüyordu.

      “Gel buraya, Jim Crow.” dedi. Çocuk geldi, efendisi kıvırcık saçlarını tıpışladı ve çenesinin altını okşadı.

      “Şimdi Jim, bu beyefendiye nasıl dans edip şarkı söylediğini göster.” Oğlan zenciler arasında yaygın olan yaban, tuhaf şarkılardan birini gür, duru sesiyle söylemeye başladı. Hepsi de müziğe tam bir zamanlamayla eşlik eden ellerinin, ayaklarının ve tüm bedeninin komik değişimleriyle şarkısına eşlik ediyordu.

      “Bravo!” dedi Haley, ona çeyrek bir portakal attı.

      “Şimdi Jim, romatizmalı yaşlı Cudjoe Amca gibi yürü.” dedi efendisi.

      Anında çocuğun esnek uzuvlarının biçimi bozuldu ve çarpıldı, sırtı kambur ve elinde de efendisinin sopasıyla odada dolaşırken, çocukça yüzü sıkıntıyla buruştu ve yaşlı adamı taklit ederek sağa sola tükürdü.

      İki beyefendi de kahkahalara boğuldu.

      “Şimdi Jim.” dedi efendisi. “Bize yaşlı Elder Robbins’in nasıl ilahi okuduğunu göster.”

      Oğlan tombul yüzünü zorla uzatıp ağırbaşlı ciddiyetle burnundan bir ilahi tonuna başladı.

      “Yaşa! Bravo! Ne çocuk ama!” dedi Haley. “Bu ufaklık bir olay, sözüm söz. Sana bir şey söyleyeceğim.” dedi, aniden elini Bay Shelby’nin omuzuna vurarak. “Ufaklığı ortaya at ve iş tamam olsun. Bitiririm. Hadi gel, en doğru çözüm bu değilse nedir!”

      O anda kapı yavaşça açıldı ve belli ki yirmi beşlerinde olan genç bir melez kadın odaya girdi.

      Annesi olduğunu anlamak için çocuktan kadına bir bakış yeterliydi. Aynı uzun kirpikleriyle güzel, büyük, koyu gözler; aynı dalgalı ipeksi siyah saçlar. Esmer tenli yanaklarında fark edilebilir bir kızarıklık oldu, tuhaf adamın cüretkâr ve apaçık hayranlığıyla bakışlarını sabitlediğini görünce bu arttı. Giysisi mümkün olabilecek en iyi şekilde üzerine oturuyor ve biçimli bedenini ortaya çıkarıyordu; narin elleri, biçimli ayakları ve bilekleri bir dişinin iyi yerlerini bir bakışta ayırt etmekte usta olan tüccarın hızlı bakışlarından kaçamamıştı.

      “Eh, Eliza?” dedi efendisi, kadın duraksayıp ona tereddütle bakarken.

      “Harry’ye bakıyordum, efendim, lütfen.” Oğlan ona doğru sıçradı, şımarıklığını giysisinin eteğine sokularak gösterdi.

      “Eh, al o zaman.” dedi Bay Shelby; kadın çocuğunu kucağına alarak alelacele çekildi.

      “Tanrı istedi ki…” dedi tüccar, ona hayranlıkla dönerek. “Artık iyi bir mal var! Ne zaman istersen Orleans’ta bu kadınla bir servet yapabilirsin. İyi günümde daha güzel olmayan kadınların binden fazla ettiğini gördüm.”

      “Servetimi onunla yapmak istemiyorum.” dedi Bay Shelby, kuru bir sesle; konuşmanın akışını değiştirmek için yeni bir şişe şarap açtı ve arkadaşına fikrini sordu.

      “Kusursuz, bayım, birinci kalite!” dedi tüccar; sonra dönüp elini teklifsizce Shelby’nin omzuna vurdu, ekledi:

      “Hadi nasıl satacaksın kadını? Ona ne kadar vermeliyim? Ne kadar alırsın?”

      “Bay Haley, o satılık değil.” dedi Shelby. Ağırlığınca altın olsa da karım ondan ayrılmaz.”

      “Aman canım! Kadınlar hep böyle şeyler söyler çünkü bu tür hesaplamalar yapamazlar. Onlara sadece ağırlığınca altının kaç tane saat, tüy ve incik boncuk alacağını gösterin, o zaman değişir, buna inanıyorum.

      “Size diyorum Haley, bunun sözünü etmeyelim. Eğer hayır diyorsam, hayır demek istiyorumdur.” dedi Shelby kararlılıkla.

      “Peki ama çocuğu verirsin.” dedi tüccar. “Onun için iyi bir fiyat verdim, düşün.”

      “Çocuğu ne yapacaksın Tanrı aşkına?” dedi Shelby.

      “Nedeni; bu sene bu iş koluna giren bir arkadaşım var. Yakışıklı çocukları bu pazar için almak istiyor.Yalnızca çekici olanları. Garsonluğa ve benzeri işlere yakışıklı olanları ödeyebilecek zenginlere satacak. Büyük yerlerinizden birinde başlar. Kapıyı açmak, beklemek ve eğilmek için gerçekten yakışıklı bir çocuk. İyi bir miktar getirirler; bu küçük şeytan da hem komik hem müziğe yatkın, tam bir mal!”

      “Onu satmayı tercih etmem.” dedi Bay Shelby, düşünceli bir şekilde. “Doğrusu şu ki bayım, ben vicdanlı bir adamım ve çocuğu annesinden ayırmak istemem.”

      “Ya, öyle mi? Hımm, evet, o tür bir duygu yani. Tam olarak anlıyorum. Kadınlarla başa çıkmak bazen çok tatsız olabilir. Ben hep o çırpınışlardan, çığlıklardan nefret etmişimdir. Müthiş can sıkıcı olabilirler ama ben işi idare ettiğimden genelde bunlardan kaçınıyorum, efendim. Eğer kızı bir günlüğüne ya da haftalığına uzaklaştırırsanız işler sessizce yürür. O eve gelmeden her şey biter. Karınızla barışmak için de ona yeni bir küpe, giysi ya da birkaç eşya alırsınız.”

      “Korkarım olmaz.”

      “Tanrı seni korusun, evet! Bu mahluklar beyaz adamlar gibi değildir, bilirsin; olanları unuturlar, sadece düzgün yönet. Derler ki…” dedi Haley, samimi ve sır verir gibi bir tavır takınarak. “Bu tür ticaret duyguları köreltirmiş ama öyle olduğunu hiç görmedim. Doğrusu, ben bazı adamların işleri yönettiği gibi yönetmiyorum. Onların çocuğu kadının kollarından çekip de sattıklarını gördüm ve kadın hep feryat ediyordu. (Çok kötü bir yöntem.) Mala zarar verir, bazen onları hizmet edemez duruma getirir. Bir keresinde gerçekten çok güzel bir kadın tanıdım Orleans’ta fakat bu tür davranışlardan mahvolmuştu. Onu satın alan adam bebeğini istemedi; kanı tepesine çıkınca epey sorun yaratmıştı. Sana diyeceğim, kadın çocuğu kollarında sımsıkı kucaklayıp çok kötü konuştu. Düşününce hâlâ kanım donar ve çocuğu götürüp kadını kilitleyince, kadın çıldırdı ve bir hafta sonra öldü. Gerçekten ziyan, efendim, bin dolar, yönetim yüzünden, olan buydu. Her zaman insancıl olmak daha iyidir, efendim; bu benim deneyimim.” Ve tüccar sandalyesine yaslandı ve kollarını kavuşturdu, erdemli karar veren bir havası vardı, belli ki kendini ikinci Wilberforce olarak düşünüyordu.

      Konu beyefendinin çok ilgisini çekmiş gibiydi; Bay Shelby düşünceli bir şekilde portakalını soyarken, Haley giderek çekinerek ama gerçeğin gücü birkaç cümle daha etmesini sağlıyormuş gibi yeniden başladı.

      “Bir adamın kendini övmesi çok hoş görünmüyor ama gerçek bu olduğu için söylüyorum. İnanıyorum ki gelen en iyi zencileri benim getirdiğim söyleniyor, en azından bana öyle söylendi. Bir değil, tahmin ederim yüz defa böyle -hepsi iyi durumdalardı- şişman ve hoştu, ben de işte birkaç fire verdim. Ve bunu da yönetimime bağlıyorum efendim ve insancıllık, efendim, benim yönetimiminin en büyük temelidir diyebilirim.”

      Bay Shelby ne diyeceğini bilemedi ve “Çok iyi!” dedi.

      “Bu görüşlerim için bana güldüler bayım ve benimle konuştular. Öyle popüler değildi ve sıradan da değildi ama onlardan vazgeçmedim, efendim; onlardan da olumlu dönüş aldım; evet, efendim, diyebilirim ki geçişlerini ödediler.” Ve tüccar kendi şakasına güldü.

      İnsancıllığın böyle izahında çok etkileyici ve orijinal bir şeyler vardı ki Bay Shelby gülmeden edemedi. Belki siz de gülüyorsunuz, sevgili okuyucu ama biliyorsunuz ki bugünlerde insancıllık pek çok değişik şekilde kendini gösteriyor ve insancıl kişilerin ne deyip yaptıklarında garip şeylerin sonu yok.

      Bay Shelby’nin gülmesi tüccarı devam