Гарриет Бичер-Стоу

Tom Amca’nın Kulübesi


Скачать книгу

beni hiç görmeseydin, o zaman mutlu olabilirdin!”

      “George! George! Nasıl böyle konuşursun? Ne kadar korkunç bir şey oldu ki ya da olacak ki? Son zamanlara kadar eminim ki çok mutluyduk.”

      “Öyleydik canım.” dedi George. Sonra da çocuğu dizlerine çekerek muhteşem koyu gözlerine dikkatle baktı ve ellerini uzun buklelerinden geçirdi.

      “Aynı sen, Eliza; sen gördüğüm en güzel kadınsın ve görmek istediğim ama ah, keşke seni hiç görmeseydim, sen de beni!”

      “Ah, George, nasıl böyle konuşursun!”

      “Evet, Eliza, hep dert, dert, dert! Yaşamım pelin otu gibi acı; hayatım içimde tükeniyor. Ben zavallı, perişan ve ümitsiz bir köleyim; seni yalnızca kendimle aşağılara sürükleyebilirim, hepsi bu. Bir şey yapmaya, bir şeyi bilmeye, bir şey olmaya çalışmamızın amacı ne? Yaşamanın amacı ne? Keşke ölmüş olsaydım!”

      “Ah, şimdi, sevgili George, bu gerçekten çok kötü! Fabrikadaki işini kaybettiğin için ne hissettiğini biliyorum ve sert bir efendin var ama dua edip sabırlı ol ve belki bir şeyler…”

      Onun sözünü keserek “Sabırlı!” dedi. “Sabırlı olmadım mı ben? Bana herkesin nazik davrandığı yerden olası hiçbir neden olmadan gelip beni almasına bir kelime ettim mi? Kazancımın her sentini gerçekten ona veriyordum ve herkes de iyi çalıştığımı söylüyordu.”

      “Eh, bu çok korkunç.” dedi Eliza. “Ama her şeyden önce o senin efendin, biliyorsun.”

      “Efendim! Kim onu benim efendim yaptı? Ben böyle düşünüyorum. Benim üzerimde ne hakkı var? Ben de onun kadar insanım. Ondan daha iyi insanım. İş hakkında ondan daha çok şey biliyorum; ondan daha iyi bir yöneticiyim; ondan daha iyi okuyabiliyorum; yazım daha iyi -hepsini kendim öğrendim ve ona teşekkür borcum yok- ona rağmen öğrendim, şimdi nasıl oluyor da beni yük beygiri yapıyor? Yapabildiğim şeyleri ve ondan iyi yapabildiğim şeyleri benden almak ve beni atın yapabildiği işlere vermek? Yapmayı deniyor; beni aşağılara getirip burnumu sürteceğini söylüyor ve bilerek beni en zor, en kötü ve en pis işlere koyuyor!”

      “Ah, George! George! Beni korkutuyorsun! Seni hiç böyle konuşurken duymadım; korkunç bir şey yapacağından korkuyorum. Duygularından hiç şüphe etmiyorum ama ah, ne olur dikkatli ol, mutlaka, benim hatırım için, Harry’nin hatırı için!”

      “Dikkatli oldum ve sabırlı oldum ama giderek daha kötüye gidiyor; bu etle can taşıyamıyor artık bunu, bana bütün hakaret ve işkence etme şanslarını kullanıyor. İşimi iyi yapıp sessiz olmayı ve iş saatleri dışında okumak ve öğrenmek için zamanım olur diye düşündüm ama yapabildiğimi gördükçe, daha çok yük yüklüyor. Hiçbir şey söylemediğim hâlde, bende şeytan gördüğünü söylüyor ve dışarı çıkartacakmış; bugünlerden birinde hiç istemediği bir şekilde dışarı çıkmazsa ben de bir şey bilmiyorum!”

      Eliza kederli bir sesle, “Ah canım! Ne yapacağız?” dedi.

      “Daha dün.” dedi George. “Taşları arabaya yüklemekle meşgulken, genç Efendi Tom orada duruyordu, kamçısını ata o kadar yakın şaklattı ki at ürktü. En hoş tavrımı takınıp ona durmasını söyledim, hiç durmadan devam etti. Ona tekrar yalvardım ve sonra bana dönüp beni kırbaçlamaya başladı. Elini tuttum, sonrasında bağırıp tekme attı ve babasına koştu, onunla dövüştüğümü söyledi. O da öfkeyle geldi ve bana kimin efendi olduğunu öğreteceğini söyledi, beni bir ağaca bağladı ve genç efendi için dallar kesti, ona yoruluncaya kadar beni kırbaçlayabileceğini söyledi ve o da öyle yaptı! Ona bunu bir gün hatırlatmazsam!” Ve genç adamın alnının rengi koyulaştı ve gözleri genç karısını titreten bir ifadeyle yandı. “Kim bu adamı benim efendim yaptı? Ben bunu bilmek istiyorum!” dedi.

      “Eh.” dedi Eliza kederle. “Ben hep efendimle hanımıma uymazsam iyi bir Hristiyan olamayacağımı düşünmüşümdür.”

      “Senin durumunda bunda bir mantık var; seni bir çocuk gibi büyütmüşler, beslemişler, giydirmişler, hoşgörü göstermişler ve öğretmişler, bu yüzden iyi bir eğitimin var; senden bazı şeyler istemekte haklılar. Ama ben tekme atılmış, tokatlanmış ve hakaret edilmişim, en iyi hâlde yalnız bırakılmışım; ne borcum var? Beni tutmalarının borcunu yüz kat ödedim. Buna katlanmayacağım. Hayır, bunu yapmayacağım!” dedi. Kaşlarını çatmış, yumruğunu sıkmıştı.

      Eliza titredi ve suskun kaldı. Kocasını bu hâlde daha önce hiç görmemişti; ılımlı ahlaki değerleri böylesine tutku seli karşısında kamışlar gibi eğiliyor gibiydi.

      “Bana verdiğin zavallı küçük Carlo var ya.” diye ekledi George. “Yaratığın da rahatı benimki kadar yerindeydi. Geceleri benimle uyudu, gündüzleri beni takip etti ve nasıl hissettiğimi anlıyormuş gibi yüzüme bakıyordu. Derken, geçen gün mutfak kapısının oradan topladığım eski kırıntılarla onu beslerken, efendi geldi ve onun parasıyla beslediğimi söyledi, her zencinin köpeğini beslemeye parası yetmezmiş ve bana onun boynuna bir taş bağlayıp göle atmamı emretti.”

      “Ah, George, bunu yapmadın ya!”

      “Yapmak? Ben değil, o yaptı. Efendi ve Tom boğulan yaratığı taş yağmuruna tuttular. Zavallı şey! Neden onu kurtarmadığımı merak eder gibi bana acı dolu gözlerle baktı. Kendim yapmadığım için de kırbaçlandım. Umurumda değil. Efendi bir gün kırbaçlanmayla yola gelmediğimi anlayacak. Kendini kollamazsa benim de sıram gelecek.”

      “Ne yapacaksın? Eh, George, kötü bir şey yapma. Eğer Tanrı’ya inanıyorsan doğru şeyi yap, o sana yardım eder.”

      “Ben senin gibi Hristiyan değilim Eliza, kalbim acılarla dolu; Tanrı’ya güvenemiyorum. Neden bunlara izin veriyor?”

      “Eh, George, inancımız olmalı. Hanımım diyor ki her şey kötü gittiğinde bile, Tanrı’nın en iyisini yaptığına inanmalıymışız.”

      “Kanepelerine kurulan ve arabalarında gezen insanlara bunu söylemesi kolay ama benim yerimde olsalar biraz zor derlerdi. İyi olmayı ben de isterdim ama kalbim yanıyor ve hiçbir şekilde uzlaşacak gibi değilim. Benim yerimde olsan yapamazdın, şimdi de yapamazsın, söylemek istediğim her şeyi söylesem. Her şeyi henüz bilmiyorsun.”

      “Daha neler olabilir ki?”

      “Eh, son zamanlarda efendi diyor ki evlenip gitmeme izin verdiği için aptalca davranmış, Bay Shelby ve ailesinden nefret ediyormuş çünkü gururlularmış, başlarını ondan yukarıda tutuyorlarmış, sizden gururlu olmayı öğrenmişim, buraya gelmeye artık izin vermeyeceğini, bir kadın almamı ve onun oraya yerleşmemi söylüyor. Baştan sadece azarlayıp bu şeyleri geveledi ama dün karım olarak Mina’yı almamı ve onunla bir kulübeye yerleşmemi söyledi, yoksa beni nehrin aşağısında satacakmış.”

      “Neden ama sen benimle evlisin, dinî nikâhla, sanki bir beyaz adam gibi!” dedi Eliza sadelikle.

      “Bir kölenin evlenemeyeceğini bilmiyor musun? Bu ülkede bunun için yasa yok; bizi ayırmaya karar verirse seni karım olarak tutamam. Bu yüzden seni hiç görmemeyi istedim, -keşke hiç doğmasaydım dedim, ikimiz için de en iyisi olurdu- bu zavallı çocuk için doğmaması en iyisi olurdu. Ona da aynısı olabilir!”

      “Eh ama efendi çok nazik!”

      “Evet ama kim bilir? O ölebilir ve çocuk kimsenin tanımadığı birine satılabilir. Yakışıklı, akıllı ve yetenekli olmasının ne yararı var? Sana diyorum Eliza, çocuğunun onun olan ya da sahip olduğu her iyi ve hoş şey için bir kılıç ruhunu delip geçecek; bunlar onu senin alıkoyamayacağın kadar değerli kılacak.”

      Sözcükler Eliza’nın kalbine tüm ağırlığıyla