Ахмет Мидхат

Acayib-i Âlem


Скачать книгу

olduğundan kalktı, derhâl nargileyi hazırlayıp marpucu dostunun sakalına dayadı. Haremde herkes zaten uykudan uyanmış olduğu için kahveyi de onlara sipariş etti.

      Suphi Bey esnemeye biraz ara verdikten ve kahveyi de içtikten sonra Hicabi dedi ki:

      “Senin seyahat meselesi bu gece benim uykumu kaçırırsa ne dersin?”

      “Neden uykunu kaçırsın? ‘Borç benim kasavet senin.’ dedikleri gibi seyahat benim olduğu hâlde kasaveti sana mı kaldı?”

      “Öylesi değil! Senin her deliliğin bir hikmetten uzak olmadığı gibi bir şeyi tercihin elbette ve elbette bir hikmetten uzak değildir. Seyahat için ‘kuzeye kuzeye’ diyordun. Seyahatin lüzumunu zihnime tasdik ettirdim. Senin bu konudaki cüret ve azmini takdir ettirdim. Hatta bir imkânı olsa ben de sana refakat cüretini göstermekten bile uzak değilim. Fakat şu kuzey yönünü tercihe sebebin ne olduğunu anlayamadım.”

      “Bana refakat için cüret mi dedin? Amma yaptın ha! Hiç İstanbul’a âşık olan sizin gibi İstanbullular bana refakat edebilirler mi? Ben neyim? Bir deli! Öyle değil mi?”

      “Estağfurullah! Fakat sen şimdi benim refakat edebilip edemeyeceğimi düşünme! Bununla söz israf etme! Henüz senin bile seyahatin kesinlikle kararlaştırılmış değildir. Daha kütüphane ve numunehane satılarak para eline girmedi ki!”

      “Neden girmesin? Girmiş demektir.”

      “İyi ya işte! Benim de kararım verilmiş demek olabilir. Şu kuzey yönünü tercihin ne hikmetten dolayıdır? Onu soruyorum.”

      “Bir vakit Afrika seyahatnamelerini okurken gerek Afrika’nın gerek Amerika’nın vahşileri içinde bulunmak hevesine düşerdim. Çünkü oralarda türümüzden öyle bir sınıf halk vardır ki henüz medeniyetten hiçbir nasipleri yoktur. Medeniyet her şeyden önce insanların topluluk hâlinde, yardımlaşma ve yayılma kaidesiyle yaşamalarını gerektirirken bunlarda topluluk bile yoktur. Hatta evladı ana babaya bağlayan münasebet dahi onlarda diğer hayvanlarda görülen derecelerde bulunur. Yani bir tavuk kendi piliçlerine yeri eşeleyerek taneyi, kökü veyahut böceği meydana çıkarıp yemeyi ve kendisini yiyecek olan daha kuvvetli bir hayvandan kaçmayı öğrettikten sonra artık tavuk başka ve piliç başka ve ikisi de ayrı ayrı olarak yaşamak için ayrıldıkları gibi o vahşilerde dahi bir kadın kendi yavrusunu büyüttükten sonra ayrıldıklarını seyahat kitaplarında okudum ve bunların evliliklerinin de diğer dört ayaklı hayvanların çiftleşmelerinden farklı bir şey olmadığını, şu ilkel hâli görerek onun üzerine insanların gelişmek isteyen yaratılışı icabınca ilave edilmiş bulunan şeyleri muvazene etmek isterdim. Hâlbuki biz henüz beşerî medeniyetin bugün ulaşmış bulunduğu ilerlemeyi dahi görmemişizdir. Beşerî ilerlemelerin bizim memleketimizde görüldüğü dereceden ibaret olmadığını anlayabilmek güç bir şey midir? Bunca yeni icadın hangi taraftan geldiğini düşündüğümüz gibi bizim medeni memleketler ile medeni olmayanlar arasında bir ara kesit teşkil etmekte bulunduğumuz kendi kendisine meydana çıkar.”

      “Ona şüphe yok. Buraları bence zaten su götürmezdir.”

      “Bu yüzden sonraları vahşi memleketleri seyahat arzusu değişti. Kendi kendime dedim ki: ‘İlk önce medeni memleketleri görmeli ve medeni ilerlemelerin ulaşmış bulunduğu mertebeyi hakkıyla anlamalı da ondan sonra vahşi memleketleri seyahat etmeli.’ ”

      “Ey kuzey tarafında bu yüksek medeniyeti bulacak mısın?”

      “Dinlesen a? Okumada ve düşünmede ilerledikçe zihnim seyahatten maksadın ne olduğunu daha fazla etraflı olarak düşünmeye başladı. Yalnız medeni ilerlemeler noktainazarından âlemi seyretmenin de yeterli olmadığını gördüm. Acayib-i âlemin asıl bilimsel bir noktainazardan bakılarak seyredilebileceğini anladım. Hatta bugünkü günde seyahat denilen şeyin birçok şekil ve türleri arasında bilimsel seyahate başkaca bir ehemmiyet verildiğini ve sadece bilimsel incelemeler için koca koca gemilerin dünyanın çeşitli yerlerine gittiklerini düşündüm. Bu hâlde tabiatın ekvatordan çok kutuplarda bulunduğunu nazarıdikkate aldığım gibi kutuplardan bize en yakın olan Kuzey Kutbu’nun, Avrupa’nın medeni ve ilerlemiş memleketlerine dahi komşu olduğunu düşünerek hem medeni ilerlemeleri hem tabiat harikalarını görmek için kuzey yönünü tercih ettim.”

      Hicabi Efendi başını önüne eğerek elinde bükmekte olduğu sigarayı dudaklarında yapıştırdıktan sonra dedi ki:

      “Acayib-i âlem ekvatordan çok kutuplarda neden bulunsun?”

      “Bahsimizi bir kozmografya dersine mi dönüştürmek istiyorsun?”

      “Yok!”

      “Öyle ise sana yalnız şu kadarcık söyleyeyim: Bizim buralarda en uzun gece ve gün on beş saat olduğu hâlde diyelim ki yazın gündüzler ve kışın dahi geceler on altı on yedi saat kadar uzasalar veyahut on üç veya on iki saatten ziyade uzasalar şu fark bize fazla bir değişiklik şeklinde görülmezdi. Lakin gündüz denilen şey yirmi üç buçuk saat uzayıp da gece yarım saat kalır ve bu hâlde güneş şimdi battığı hâlde biraz sonra yine doğarsa ve bu hâl aksi olarak gece yirmi üç buçuk ve gündüz yarım sat uzayıp güneş şimdi doğmuş ise biraz sonra yine battığı hâlde bu değişim bizim gözümüzde pek mühim bir değişim olur. Öyle değil mi?”

      “Anladım efendim!”

      “Ya bir gece aylarca müddet devam eder ve bir gün keza aylarca müddet uzayıp gider de güneş ya hiç doğmaz veyahut hiç batmaz ise?”

      “Öyle ya! Öyle ya!”

      “Hâlbuki kuzey taraflarının olağanüstülüğü yalnız bundan da ibaret değildir. Tabiatın yıkıcı gücü oralarda insanların yaşamasına ihtimal vermek istemediği ve taşları ve ağaçları bile çatır çatır mahvedecek sanıldığı hâlde oralarda bu yıkıcı güce Cenabıhakk’ın verdiği akıl kuvvetiyle mukavemet ederek yaşayan birçok halk dahi görürüz. Sıcak memleketlerde ne elbiseye ne ev ve meskene ihtiyacı olmadığı gibi doğal mahsullerle karnını dahi doyurabilecek olan insanların yaşayışının ne kadar sade olabileceğini bir kere düşünmeli de buzul memleketlerde her şeye muhtaç olan insanların yaşayışının ne kadar dikkate değer olacağını hesaba katmalı.”

      “Ve işte bu hesaptan sonra vatanımızın cennet gibi güzel olduğuna hükmetmeli. Öyle değil mi efendim?”

      “Ona ne şüphe! Şimdiki hâlde İstanbul’dan dışarıya çıkmamış olan bir adam İstanbul’un güzelliğine hayran görünür ise o adama hayret edebiliriz. Çünkü her şey zıddıyla kendisini belli edebildiği hâlde güzel olmayan veyahut daha ziyade güzel olan yerleri görmeksizin kendi doğum yerinin güzelliğine hayran olmak âdeta bir taklitçilik demektir. Herkes güzel dediği için o da herkesi taklit ederek güzelliğine inanmış sayılır.”

      Biraz sessizlikten sonra Hicabi Bey dedi ki:

      “Zannıma kalırsa kuzey taraflarını seyahat etmek seyir ve hareketçe de güney taraflarından daha kolaydır.”

      “Hiç şüphe etmemeli!”

      “Çünkü birçok yere trenler ve gemiler ile gidilir. Hâlbuki güney tarafları buna benzemez.”

      “Pek doğrudur. Bugün bir mevsimine düşürülür ise hemen on beş gün kadar bir müddet içinde kuzey tarafına en fazla sokulabilmek mümkün olur. Fakat biz henüz daha seyahatin bu taraflarını seninle konuşmadık. Tren ile seyahat etmek seyahatten mi sayılır?”

      “Vay! Seyahatten sayılmaz mı?”

      “Sayılmaz ya? Bir vagon içinde oturmak seyahatten sayılacak ise kendini bir sandığa hapsedersin. ‘Ben seyyahım!’ diye iftiharından koltuklarını istediğin kadar kabartırsın! Benim âşığı olduğum tabiata kavuşmak için edilecek seyahat tren ile değil beygir ve araba