Халит Зия Ушаклыгиль

Aşk-ı Memnu


Скачать книгу

Bey’in kendisini görmek istediğini haber verince işte altı seneden beri birinci defa olarak böyle talep olunan görüşme için ihtiyar kız derhâl bir şüphe duydu. Bunun hikâye hatıralarından hangisinde bir tatbik zemini bulabileceğini hemen düşünmüştü.

      Adnan Bey hayatının bu şartlar içinde devam edemeyeceğine dair bir dolaşık nutukla ihtiyar kızı kendi düşünceleri dairesine çekmeye çalışırken o hâlâ düşünüyordu, nihayet izdivaç fikri bu nutkun bulutları içinden bir şimşek parıltısıyla nazarında tutuşunca Mlle de Courton şaşkın, mütehayyir, ağzı yarı açık durdu. Hayır, hikâyelerinden hiçbirinde bu vakaya bir tatbik zemini bulamıyordu, inanmadı ve kendisini zapt edemeyerek Adnan Bey’le bütün resmî özenişlerine rağmen “Latife ediyorsunuz…” dedi.

      Bu latifenin müthiş bir hakikat olduğunu anladıktan sonra ihtiyar kız duramadı, ayağa kalktı. “Lakin Nihal, lakin Nihal!.. Bu onu öldürür, anlıyor musunuz?” diyordu. Sonra Adnan Bey’in gözlerini indirerek cevap vermediğini görünce hissetmişti ki Nihal’in başı ağrısa çıldıran bu babada o ihtimalin feryadı bir karşılık bulamıyordu. Nihayet Adnan Bey cevap verdi: “Hayır…” dedi. “Yanılıyorsunuz. Nihal’i o kadar yakından incelememişsiniz, yalnız almaya lüzum görülecek bazı tedbirler var. Hatta size de müracaattan maksat bu…”

      O zaman o mühim vazife kendisine teveccüh olunmuştu. Kabul etmemek için çırpındı hatta bu vazifeyi icraya mecbur olmamak için bu evden kaçacağını söyledi; sonra birden Nihal’in asıl bu zamanda kendisine muhtaç olacağını düşündü, bu müthiş hakikat ile o narin vücudun arasında çarpışmayı hafifletecek bir kalp lazımdı ve o kalp ancak kendisinin kalbi olabilirdi.

      Adnan Bey’in odasından çıkarken Mlle de Courton, sallanıyordu. Yemek zamanına kadar Nihal’den kaçtı, sofrada ona bakarken hep ağlamak istiyordu.

      O gece Nihal’e mutlak haber vermek için kati talimat almış idi. Bülent uyuduktan sonra, yavaş sesle ikisinin arasında cereyan eden konuşmadan sonra Mlle de Courton, müsterih oldu. Kendi kendisine Galiba babasının hakkı var, dedi.

      Nihal’e yalnız, eve bir kadın geleceğinden, bu kadının herkesle beraber sofraya oturacağından, onun da bir odası olacağından, bu kadının Nihal’i pek ziyade seveceğinden bahsetmişti. Nihal bütün bu şeyleri pek büyük bir sükûn ile dinlemiş, sanki yeni bir şey işitmiyormuşçasına küçük bir hayret eseri bile göstermemiş idi. Yalnız birtakım teferruatı merak ediyordu: Odası nerede olacaktı? Bu kadın güzel, kendisinden daha mı güzeldi? Bey babası ona ne diyecekti? Hangi odada yatacaktı? Bülent’e karışacak mıydı? Beşir yine Nihal’in olacak değil miydi? Ondan sonra… Bu suali en nihayet sormuştu: Ondan sonra babası Nihal’i gene eskisi kadar sevecek miydi?

      Bu sualin cevabını aldıktan sonra Nihal, henüz kapanmamış cibinliğinin altında şüphesiz gene bir araba seyranında gülerek uyuyan Bülent’e bakarak uzun uzun düşünmüştü. Nihayet Mlle de Courton demiş idi ki:

      “Şimdi bey baban senden izin bekliyor, eğer sen izin verecek olursan gelecek. Yarın sabahleyin bey babana söylersin, değil mi çocuğum?..”

      Nihal yalnız başını hafifçe sallayarak sessiz bir “Evet!” demiş ve o gece yalnız kaldıktan sonra Bülent’in yataklığına eğilerek rüyasının saadetiyle gülen bu çehreyi, güya saadet tebessümünü orada tespit etmek isteyerek uzun bir buse ile öpmüş; daha sonra, bilinemez nasıl bir hisle, bu geceden başlayarak aralarına bir duvarın çekilmesi lüzumunu anlamışçasına babasının odasıyla kendi odalarının arasındaki kapıyı birinci defa olarak kapamıştı.

***

      “Behlûl Bey!..”

      “Nihal Hanım!..”

      “Niçin bana bakmadan cevap veriyorsunuz?”

      Behlûl bir iskemlenin üstüne çıkmış, duvarda bir levhanın köşesine resim sokuşturmakla meşgul idi. Nihal’in son sualine yine başını çevirmeyerek cevap verdi:

      “Dargın değil miyiz?”

      Nihal, kin tutmaz çocuklara mahsus bir barışıklık hevesiyle “A!..” dedi. “Ben tamamıyla unutmuştum. Gerçekten, dün akşam dargındık, değil mi? İstersen çıkayım…”

      Behlûl iskemleden atladı. “Çerçevenin hiç aralığı yok. Biraz daha zorlansa cam kırılacak…” Elinde resmi sallayarak duvarlara bakıyordu. “Şimdi bunu nereye koymalı?.. Nihal! Ben sana bir şey söyleyeyim mi? Sen benimle niçin dargın duramıyorsun, bilir misin? Çünkü dargın duracak olsan kavgaya imkân bulamayacaksın. Yeniden kavga etmek için mutlak barışmak lazım geliyor…”

      Nihal gülerek Behlûl’ün indiği iskemleyi çekip oturdu. “Bak, bunda da yanılıyorsun. Sen bugün İstanbul’a ineceksin, değil mi? Sana ısmarlanacak birçok şeyler var. İşte barışmak için âlâ bir sebep…”

      Behlûl birden reddetti: “Mümkün değil Nihal… Başkasına havale et. Bu ufak tefek beni yoruyor. Hem bugün…” Elini sallayarak işlerinin çokluğunu anlatmak istiyordu. Sonra aklına bir şey gelerek: “Çantanı göster bakayım Nihal… Ne kadar paran var?”

      “İşte saygısızca bir sual…”

      “Canın isterse! Ben şimdi ücret almadan hiçbir iş görmüyorum. Bana borç verecek kadar paran varsa mesele değişir.”

      Nihal çantasını cebinden çıkardı, açtı ve içindekileri eteğine dökerek “Oh! Bilsen!..” dedi. “Bana bugün o kadar şeyler lazım ki… İpek alınacak bir; Bülent makası ikiye ayırarak beline hançer yapmış, makas alınacak, iki; Beşir ne kadar zamandan beri yalvarıyor, kıpkırmızı bir fesle mavi bir püskül istiyor, onlar alınacak, üç…”

      Behlûl dönerek uzaklaştı. “Ben vazgeçtim. Bir de Beşir’in şeylerini havale ediniz, tamam olsun. Kırmızı fesle mavi püskül nereden bulmalı? Çarşıya kadar çıkılacak. Hem bana borç verecek kadar paran yok…” Tekrar Nihal’e döndü. “Evvela buradan çıkar, babana gidersin, paralarını gösterirsin, anlıyor musun?..”

      Nihal yerden paralarını toplayarak çantasına doldurdu. “Vazgeçtim!” dedi. Bugün gidip babasından para istemek fikri Nihal’i ani bir tesir ile değiştirmiş idi. Dalgın bir nazarla karşısında bekleyen Behlûl’e baktı, sonra dedi ki:

      “Büyük meseleden elbette haberin vardır. O senden bir şeyi saklamaz ki…”

      Şimdi birden birbirlerine karşı yine düşman gibi söylemeye başlamışlardı. Bu iki kardeş çocuğunun arasında böyle her dakika çocukluktan beri tutuşmaya hazır bir kavga kıvılcımı vardı.

      Behlûl sordu:

      “Kim?”

      Nihal dudaklarını kısarak cevap verdi:

      “O!..”

      “Baban için ‘o’ demek terbiyeye pek uygun bir şey değil. Sen gittikçe büyüyeceğine günden güne şımarık bir çocuk oluyorsun Nihal. Evin içinde bunu sana söyleyecek kimse yok da onun için ben söylüyorum. Mlle de Courton şapkasının çiçeklerine, giysilerinin dantelalarına bakmaktan vakit bulamıyor ki… Dün akşam sofrada o ağlamak ne oluyordu sanki?..”

      Nihal sapsarı idi. İskemlede, hareketsiz, Behlûl’ü dinleyerek duruyordu. Boğuluyor gibi yutkundu, şüphesiz ağzından çıkmak isteyen şeyleri güç zapt etti, dedi ki:

      “Görüyorsun ki bugün seninle kavga etmeye hiç arzum yok…”

      Sonra ellerini iki tarafına salıvererek ilave etti:

      “Kuvvetim yok…”

      Sesinde öyle acı bir bitkinlik manası vardı ki Behlûl birden başlayan bu mücadelenin bir çocukluk mücadelesinden başka bir şey olacağını anladı, birbirine bakışarak