Percy Greg

Zodyak Karşısında


Скачать книгу

çatısında, farklı giyinmiş gruplar hâlinde, daha yumuşak hatlara ve uzun saçlara sahip olan, muhtemelen kadın olduklarını düşündüğüm varlıklar, çatının ücra köşesine toplanmış beni izlemeye devam ediyorlardı. Ancak bir sefer beni gördükten sonra, hepsi birbirlerine sabırsız ve tehditkâr hareketler yaparak geri çekilmişler ve bir anda ortadan yok olmuşlardı. Bu sırada, bana eşlik eden adamlardan daha zengin ve daha renkli giyimli üç ya da dört adam daha ortaya çıkmıştı. Bunlardan birine hitap ederek, tekrar gökyüzünü işaret ettim ve yine yolculuğum hakkında bilgiler vermeye çalıştım; aynı zamanda onunla uzlaşmaya çalışmak istediğimi göstermek için, yanımda taşıdığım ve büyük olasılıkla uzlaşmamızı sağlayacak olan büyük bir saati cebimden çıkararak ona doğru uzattım. Ancak onu almak için kolunu dahi kıpırdatmadı ve işaretlerimle durumu tekrar anlatmaya çalıştığım sırada, benimle dalga geçer gibi bir ifadeyle kafasını geriye attı ve anladığım dilde keskin bir ifadeyle bana birkaç kelime söyledi; tam bu sırada yoldaşım araya girerek, beni sürüklemeye çalıştı. Ancak bu tarz hamlelere kendimi çoktan hazırlamıştım ve tüfeğimle sağa sola vurmaya başladım -son ana kadar kesinlikle kan dökmemeye kararlıydım- hızlı bir biçimde etrafımda insanlardan oluşan çemberi dağıttım, sol elimle hâlâ yoldaşımı tutmaya devam ediyordum, içgüdüsel olarak onun bana yakın olmasının beni koruyacağına inanıyordum. Düşmanlarımın şefi gibi görünen birinin çağrısı, komşu bir evin çatısından cevap bulmuştu. Havada bir çırpma sesi duydum ve hemen ardından da kanatlı bir yılan gibi görünen şeyi fark ettim, ince bir boynu, hatırı sayılır genişlikte omuzları olan bir yılanın vücuda oranla çok daha büyük ve bir kuşa benzeyen keskin hatları ve kısa gagasıyla üzerime sıçradığını ve sol koluma sarıldığını gördüm. Omuzlarının ortasına yerleştirilmiş erektil bir organla ve içgüdüsel olarak fark ettiğim kuyruğuyla beni sokmaya çalıştığını anladım ve birden tüm vücudumda zayıf bir elektrik akımı hissetmeye başladım; çıplak olan sol elim şiddetli bir şok geçiriyordu ve tamamen uyuşmuştu. Canavarı boynundan yakaladım ve tüm gücümle korkunç çığlıklar atan baş düşmanımın yüzüne fırlattım. Bu tehlikeli saldırganın geldiği yöne baktığımda, havada bir tane daha algıladım ve kaybedecek vaktimin olmadığını anladım. Silahımı namlu ile ayaklarım arasında düşürdüm ve uyuşturulmuş sol elimle olabildiğince tutmaya çalıştım -bu arada yoldaşımı serbest bırakmıştım, ancak kaçmaması için sertçe yere atmıştım- kılıcımı çektim ve tam zamanında bana doğru gelen ejderhanın boynunu kestim. Baş düşmanım kısa sürede kendini savunmayı başarmış ve aklını toparlamıştı, ejderhâlârı bana doğru savuran kişiye yüksek sesle bağırdığını ve bir şeyler anlattığını duydum. İkinci ejderha ortadan kaybolmuştu ve aynı zamanda çevremdeki grup da dağılmaya başlamıştı. Onlar açısından uygun olan her neyse, benim açımdan kesinlikle uygun değildi ve hepsi bana karşı tepkili olduklarından hâlâ kılıcımı bir elimle tutmaya devam ederken, diğer elimle de onlardan birini yakaladım. Bunu yaparak çok iyi bir hamlede bulunmuştum çünkü bir dakika içerisinde ejderhâlârın efendisi, bir çeşit platform üzerinde sabitlenmiş çok küçük delikli uzun bir topun aksine tamamen yeni bir silahla ortaya çıkmıştı. Bana doğru nişan almıştı, büyüklüğü ve görüntüsü kesinlikle çok tehlikeli görünen silahın bana doğru yaklaşmakta olduğunu görünce, içgüdüsel olarak mahkûmlarımdan birini yakalayarak, onu kendim ve bana çevrilmiş olan silah arasında bir kalkan olarak tuttum. Bu hamle, şu an için neredeyse kendim kadar dehşete düşmüş gibi görünen düşmanımı kontrol altına almayı başarmıştı. Neyse ki onun düşmanca niyeti sadece hayatımı değil, esir olarak tuttuğum kişinin hayatını da tehlikeye attığından, bana karşı bir saldırıda bulunmasını engellemişti.

      Tam bu sırada, benden birkaç metre uzakta toplanmış olan grubun önüne, biraz daha dikkat çekici bir şahsiyet gelmişti. Uzun zümrüt yeşili bir gömlek ve aynı renkte bir pantolon giymişti, belinde kırmızı, metal tokalı bir kemer vardı. Yeryüzünde olsam, onu yaklaşık olarak elli yaşlarında dinç ve güçlü bir beyefendi olarak tanımlayabilirdim; bir buçuk metreden neredeyse iki inç kısaydı, ancak orta boylu bir adam olarak orantılı bir vücuda sahipti. Beyefendi diyerek özellikle vurguluyorum; çünkü adamın duruşunda belli bir ağırlık, erdem ve iyi yetişmiş bir aileden geldiğini gösteren bir ağırbaşlılık vardı ve görsel açıdan zenginliği onun burada yetkili ağız olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Düşündüğüm gibi bir dereceye kadar göze çarpan silahını hâlâ kafama hedefleyen adama seslenerek, onun silahını indirmesini sağladı ve hemen ardından adam geri doğru çekilerek gözden kayboldu. Bu zengin görünümlü adam şimdi bana doğru geliyordu ve beni hem gözlerinde hem de gerçekte bildiğim en başarılı hipnotizmacıların en sabit bakışını aşan bir kararlılık ve bakış açısının çok üstünde olan gözlerle süzüyordu. Bunu yapmanın akıllıca olduğunu düşünmüş olsaydım, o sırada onun iradesine direnmek için elimden geleni yapardım, ancak böyle bir güce sahip olup olmadığımdan şüpheliydim. Ancak, ilk çalkantılı saldırıyı geri püskürtmede başarılı olmakla birlikte, uzun süre kendimizi savunmanın umutsuz olduğunu tamamen biliyordum.

      Muhtemelen bir sonraki hamlede, kesinlikle birkaç dakika içinde etrafımdaki düşmanlara yenik düşecektim. Kötülüklerinin derecesini tahmin edemediğim için uzlaşma girişiminde bulunamadım. Onlara zarar vermedim, büyüklüğüm ve gücüme çok yakın durumda olduklarından onları korkudan çılgına çevirmem çok zordu ve silahlarımdan kesinlikle benden daha az korkuyorlardı. Tek şansım bireysel olarak beni koruyacak birini bulmamdan geçiyordu. Bu nedenle, yeni gelen birisi korkusuzca elini beni bir darbede öldürebilecek silahın üzerine koyduğunda, herhangi bir zorlamaya mahal vermeden, esir tutmaya çalıştığım adamları kendi menfaatim açısından teslim etmek zorunda kaldım. Beni silahsızlandırmalarına ve bir anlamda hiçbir direniş göstermeden esir almalarına sessizce izin verdim. Beni sol elimden tuttu, önce parmaklarımı kendi bileğinin üzerine koydu, sonra bileğimi kavradı ve en sonunda hiçbir öfke belirtisi sergilemeden, rütbe ve güç bakımından üstüm konumda olduğunu ifade eden tavrıyla, belli bir huşu içinde beni götürmeye başladı.

      Böylece, duvarları kapının kendisi gibi soluk gül renginde olan olağanüstü büyüklükteki etrafı çevrilmiş bir alanın kristal kapısına ulaşana kadar yaklaşık yarım mil götürdü. Meyve bahçeleri, koru, fundalık, halı kaplı gibi görünen tarlalar ve bahçe yataklarının simetrik olarak düzenlenmiş, biçimde ve renkte etkisi göz önüne alınarak bakımı sağlanmış arazilerin yanından geçerek, gölgenin ve güneşin dağılımına uygun olmasının yanı sıra, sarmaşık çiçeklerinin gölgesine inşa edilmiş büyük bir evin bulunduğu terasa kadar eğimli düz bir yolu takip ederek, ilerledik. Sekiz veya dokuz kristal kapının (ya da pencerenin) önünden geçtik ve sonrasında merkezde hepsinden çok daha büyük görünen birinin önünde durduk, bu sırada kapı alışılagelmiş biçimde açılmamış, daha önce diğerlerinde gördüğüm gibi hızla sağa ve sola doğru kayarak duvarların arasına girmişti. İçeri girdik ve kapı arkamızdan aynı şekilde kapandı. Bir an için başımı çevirdiğimde dışarıdayken kapıdan hiçbir şey göremediğim hâlde, içeriden kapının şeffaf görüntüsünün gözlerimin önüne sunduğu muazzam manzara karşısında şaşırıp kalmıştım. İçinde bulunduğum oda, zümrüt yeşilinin tüm parlaklığını ve şeffaflığını yansıtan duvarlara sahipti; yüzeyleri son derece kullanışlı biçimde nişlere bölünerek, panellere ayrılmıştı -her biri diğerinin üzerinde bir dizi farklı sahne içeriyor gibi görünüyordu- parlak altın yapraklarıyla sarmaşıklar, kimi zaman pembe ve kimi zaman hem büyük hem bembeyaz ve krem beyaz çiçeklerle doluydu; beyaz olan çiçekler yarım küre şeklinde ve krem olanlar genellikle boş konik ya da sığ şampanya kadehi şeklindeydi. Bu duvarlarda, zeminden çatıya, duvarlar gibi renkli ve görünüşte aynı malzemeden uzanan iki