Percy Greg

Zodyak Karşısında


Скачать книгу

sırasıyla büyük birer kristal mercek yerleştirdim, bu merceklerin alt kısımda yer alanı güneş ışınlarının kırılarak içeri girmesini, üst kısma yerleştirdiğim mercek ise büyüteç görevi görerek yıldızları incelememi sağlayacaktı. Geminin kalan tüm kısımlarından daha ağır olan zemin, elbette ki aşağıya doğru duracaktı; bu da yolculuğun büyük bir kısmı boyunca geminin yönünün güneşe dönük olacağını gösteriyordu. Herhangi bir nesneyi herhangi bir yönde ayırt edebilmemi sağlamak için, aynı malzemeden biri üstte diğeri alt yarısında olmak üzere dört malzemenin her birinin ortasına benzer birer lens yerleştirdim. Söz konusu kristal, benim için üretenlerin de farkında olduğu gibi sıradan camla ulaşılamayan bir mükemmellik ve yapı eşitliğiyle işlemden geçirilerek, fazlasıyla sabırlı ve zahmetli cilalama işleminden sonra orta büyüklükteki teleskopların bile lenslerinin çok zor verebileceği keskinliğe ve netliğe sahip olacak biçimde, ister camdan isterse metalden olsun, ısıyı hiçbir suretle geçirmeyen … malzemeden oluşuyordu. Eğriliği öylesine net hesaplamıştım ki farklı büyüteçlerin birkaç gözü, yanımda taşıyacağım pencere camlarının herhangi birine eşit olarak uyarlanabilirdi ve böylece düzgünce yerleştirilebilen aynalar üzerine 100, 1000 veya 5000 kat büyütülmüş mükemmel bir görüntü sağlayabilirdi.

      Zemini birkaç alternatifli mantar ve kumaşla kapladım. Geminin bir tarafına koltuğumu, masamı, kitap rafımı ve yolculuğum için gerekli olabilecek tüm diğer eşyaları dengeyi koruyacak ve yeterli ağırlığa sahip olacak biçimde yerleştirdim. Diğer tarafa ise pencerelere erişime izin verecek biçimde iki parçaya bölünmüş, üç metre derinliğinde ve beş metre genişliğinde topraklı bir bahçe yaptım. Bahçenin ayrılmış her bir bölümünü, kısmen hayvan atıklarını emmek için, kısmen başka yerlerde doğallaştırma umuduyla, mümkün olan en geniş çeşitlilikte çalılar ve çiçekli bitkilerle doldurdum. Bahçenin her iki tarafını çatıdan zemine uzanan tel örgülerle kapladım, bu sayede çeşitli kuşlardan oluşan kafesleri içeri yerleştirdim. Geminin merkezinde, yaklaşık otuz fit yükseklik ve yirmi fit genişliğe kadar alanı kaplayan makineler bulunuyordu. Bu alanın daha büyük kısmı, elbette, yukarıda Apergy’nin yuvası olan jeneratör tarafından doldurulmuştu. Bu, zeminden sağa doğru, karşılıklı konumlandırılmış kılıf içerisinde bir iletken çubuğa iniyor, böylece üst kısımdan ayrılmadan alt kısım, yirmi derecelik (20°) bir açıyla herhangi bir yönde dönebiliyordu. Bu, elbette, itici kuvvetin akışını Güneş’e yöneltebilmek için yapılmıştı. Açı otuz dereceye kadar uzatılabiliyordu, ancak Güneş diskinin dış kısımlarına karşı yönlendirilen bir kuvvete güvenmeyi uygun bulmuyordum, bunların yeterince küçük bir yoğunluk maddesi tarafından işgal edildiğine inanıldığından, böylesi bir eylem için yeteri derecede sağlam bir taban sağlayamayacağını düşünüyordum.

      Yolculuk sırasında yanıma yaklaşabilecek herhangi bir objenin hareketine izin vermemek ya da buna karşı koyabilmek için de açıkça belli bir mesafe bırakılması gerekliydi. Yine buna bağlı olarak, Dünya’nın çekim etkisinden kurtulduktan sonra bu objeleri herhangi bir yöne ve yüzeye her açıdan yönlendirebilir olmalıydım. Bu amaçla, çatıdan ve duvarların dört bir tarafından geçerek, ana iletken gibi bağlı olacak biçimde, ancak istenildiği zaman çok daha geniş açılarla dönebilen ve her an ayrılabilir ve yalıtılabilir, bir nevi giriş yuvası veya duya girebilecek beş küçük çubuk yerleştirdim. Direksiyon aparatım ise içinde üç büyük daire bulunan bir masadan oluşuyordu. Bunların orta ve sol kısmı, doğru şekilde parlatılmış ve tıraşlanmış aynalarla doluydu. Merkezî daire veya meta pusula, merkezden çevreye yayılan ve her biri bir sonrakinden bir derecelik yayla sapan birçok farklı yönü işaret eden üç yüz altmış ince çizgiye bölünmüştü. Buradaki ayna, çatıdaki mercekten izlediğim yıldızın görüntüsünü alacaktı. Bu merkezde her şey mümkün olduğunca sabit kalacaktı. Hatlardan herhangi biri boyunca hareket ettiğinde, gemi açık bir şekilde yolundan ters yöne sapıyordu; bunu engellemek ve doğru rotaya yönelebilmek için de itici kuvvetin onu görüntünün hareket ettiği yöne doğru itmesi gerekiyordu. Bunu başarmak için ana iletkenin alt bölümüne bir dümen takıldı, bununla, ikincisinin, dönme sınırı dâhilinde herhangi bir doğrultuda sınırlı hareket etmesi sağlanabilirdi. Bu dümeni kontrol etmek, sağ taraftaki açık veya direksiyon simidinde, meta pusulanın aynasındaki yıldızın sapmasına tam olarak paralel hareket edecek küçük bir düğme ile sağlanacaktı. Sol daire ya da dismetre, birbirinden eşit bin dokuz yirmi eş merkezli daireye bölünmüştü. En dıştaki aynanın, merkezden yaklaşık iki kat daha uzaktaki dış kenarından, dünyadaki herhangi bir gözlemciye en büyük yıldız olan Güneş’in tam olarak eşit orandaki ölçümü sunulabilecekti. Her iç daire bir saniye azaltılmış çap ölçümüne karşılık geliyordu. Bir verniye2 ya da göz parçası aracılığıyla, Güneş’in çapı disometreden okunabilir ve çapından mesafe doğru bir şekilde hesaplanabilirdi. Makinenin diğer tarafında, havanın bir fan tarafından yönlendirildiği karbonik asidin ayrışması için bir bölme vardı. Bu fanın kendisi, iki çıkıntılı karşılıklı metal karesi olan yatay bir tekerlek tarafından çalıştırılıyor, tekerleği sabit ve hızlı hareket hâlinde tutmak için her birine karşı, belli bir noktaya ulaştıkça merkezinden çok küçük itici bir kuvvet akışı yönlendiriliyordu. Elbette kendim için de bol miktarda konserve sebze, kurutulmuş et, süt, çay, kahve vb. malzemeleri ve geçmesi beklenen yolculuk süresinin iki katı kadar yeterli olacak biçimde içme suyu tedarik etmiştim; ayrıca gemiye gayet iyi bir şekilde hazırlanmış alet çantası da koymuştum (teller, borular vb.). Alt pencerelerden biri, içinden rahatlıkla geçebileceğim kadar büyüktü ve girdikten sonra kapısını yerine oturtarak sıkıca çimento ile sıvamam gerekiyordu, eğer gemiden çıkmak istersem bu sıva çıkarılmak zorundaydı.

      Geminin ve makinelerinin farklı bölümlerinin imalatı ve bazen de uygulanması gereken kombinasyonların hazırlanması beni elbette birkaç ay meşgul etmişti; temmuz sonunda artık yolculuğa çıkmaya hazır olduğumda, terslikler de oluşmaya başlamıştı. Yaklaşık elli gün boyunca yörüngesinde dakikada yaklaşık bin yüz mil hızla hareket eden Dünya, Mars’ı geçecekti; daha açık bir şekilde ifade etmem gerekirse, Dünya, Güneş ve Mars’ın arasına girecekti. Dünya’dan başlayarak bu harekete eşlik etmeliydim; ben de aynı yönde dakikada bin yüz mil gitmeliydim; ama sürekli genişleyen bir yörünge boyunca seyahat etmem gerektiğinden Dünya beni geride bırakacaktı. Apergy bunu telafi edebilmek ve yanı sıra beni taşıyabilmek için, Mars yörüngesine doğru, bir öncekine dik açılarla kırk milyon mil taşımak zorunda kalacaktı. Yine, Dünya yüzeyinin kendi ekseni etrafında yükseldiğim o noktanın hareketini, enlem ile değişen, Ekvator’da en büyük, kutupta hiçbir şey olmayan bir harekete de eşlik etmek zorundaydım. Bu beni saatte binlerce mil hızla Dünya’nın etrafında döndürecekti ve benim elbette ki mümkün olan en kısa süre içerisinde bu rotadan kurtulmam gerekiyordu. Ve bundan kurtulmam gerektiğinde, ilk başlarda yukarı doğru hareket etmek istiyordum; yani, doğrudan Güneş’ten uzakta ve ekliptik düzlemde olmalıydı ki bu Mars’ın hareketinden çok farklı olmayacaktı. Bu nedenle de etkili tırmanışımı gerçekleştirmek için Dünya’nın mümkün olduğunca Güneş’ten en uzak noktasından yani, gece yarısı meridyeninden bu yolculuğa başlamam gerekiyordu.

      Terslikleri yaşamaya başladığım tarihten çok önce bu yolculuğa başlamamı sağlayan aynı nedenden ötürü, Dünya’nın kendi ekseni üzerindeki dönüşünün hareketini göz önünde bulundurarak seyahatime gece yarısından birkaç saat önce başlamaya karar verdim. Bu zamana kadar bana her zaman destek olan iki dostumdan ayrılarak, 1 Ağustos tarihinde akşamüzeri 16.30 sularında gemiye bindim. Giriş penceresini kapattıktan ve her şeyin yolunda olduğunu dikkatlice tespit ettikten sonra -ki bu görev neredeyse bir saatimi almıştı- jeneratörü devreye alacak şekilde ayarladım; enerjinin tam anlamıyla dolduğunu ve kuvvetin