Ахмет Мидхат

Paris’te Bir Türk


Скачать книгу

Tat ve zevk almak. Zevklenmek. (e.n.)

      15

      Hodendiş: Kendini düşünen. Kendi için endişe eden. (e.n.)

      16

      Temellük: Yaltaklanmak, tevazu ve yumuşaklık göstermek, dalkavukluk. (e.n.)

      17

      İştimal: İçine almak, kaplamak, çevirmek, ihata etmek, şamil olmak. (e.n.)

      18

      İnbisat: Açık yüzlü olma, şâd, mesrur ve mahzuz olma, gönül açıklığı, kalp ferahlığı. (e.n.)

      19

      Müdekkik: Dikkatle araştıran. İnceden inceye tetkik eden. En ufak gizli şeyleri bilmeye, görmeye çalışan. (e.n.)

      20

      Taaddüd-i zevcat: Birden çok kadınla evlenmek, nikâhlı eşlerin birden çok olması. (e.n.)

      21

      Taaddüd-i ezvac: Çok kocalılık. (e.n.)

      22

      Temeddüh: Kendi kendini övmek, kendini beğendirmeye çalışmak, böbürlenmek. (e.n.)

      23

      Mücerrib: Tecrübe eden, deneyen, sınayan. (e.n.)

      24

      Zendost: Kadınların peşinde dolaşan, kadınlardan hoşlanan, zampara. (e.n.)

      25

      Bîdar: Uykusuz, uyumayan. Uyanık. (e.n.)

      26

      Mahkuk: Hakkedilmiş. Sert bir şey üzerine sert kalemle kazılarak yazılmış. (e.n.)

      27

      Mezbure: Adı geçen. İsmi yukarıda geçen. (e.n.)

      28

      Olamaz, olmaz, olmayacak, olması, gerçekleşmesi olanaksız. (e.n.)

      29

      Müteazzım: Taazzum eden, büyüklük taslayan. (e.n.)

      30

      Tefevvüh: Ağza alma, dil uzatma, münasebetsiz söz söyleme. (e.n.)

      31

      Bililtizam: Bile bile. Bir şeyi doğru ve lüzumlu görüp taraftar olmakla. (e.n.)

      32

      Arz-ı didar etmek: Güzelliğini göstermek, yüzünü göstermek, görünmek. (e.n.)

      33

      Mavera-yı tabiat: Metafizik, içyüz. (e.n.)

      34

      Müdahane: Başka bir kişiye yaltaklanarak hoş görünme çabası, dalkavukluk. (e.n.)

      35

      Müdahin: Birisini yalandan yüzüne karşı metheden, yüzüne gülen. (e.n.)

      36

      Serrişte: Vesile, başa kakma. (e.n.)

      37

      Beşaşet: Tazelik, güler yüzlülük. (e.n.)

      38

      Müsellem: Tasdik olunmuş, kimse tarafından inkâr veya itiraz olunamayan. (e.n.)

      39

      Mahlut: Karıştırılmış, katılmış, karışık. (e.n.)

      40

      Tazim: Hürmet. Riayet. İkramda bulunmak. Bir zat hakkında büyük sayıldığına delalet edecek surette güzel muamelede ve hürmet ifade eden tavırda bulunmak. (e.n.)

      41

      Emr-i itibarı: Hakikatte, hariçte vücudu olmayıp var kabul edilen emir, iş. (e.n.)

      42

      Meşhudat: Görünenler, seyredilenler. (e.n.)

      43

      İtizar: Kusurunu bilerek özür dilemek. Kusurunu beyan edip ve anlayıp af dilemek. (e.n.)

      44

      Muzî: Eziyet ve sıkıntı veren. Rahat bırakmayan, inciten. (e.n.)

      45

      Tevlit etmek: Doğurtmak. (e.n.)

      46

      Müsaraat: Teşebbüs, girişme, sürat ve acele etme. (e.n.)

      47

      Müfredat: Bir bütünü meydana getiren şeylerin her biri, bir şeyin içindekiler. (e.n.)

      48

      Müsellem: Teslim olunmuş olan, doğruluğu herkes tarafından kabul edilip emniyet ve itimat edilen. (e.n.)

      49

      Şekerrenk: İki kişi arasında dostluk ilişkilerinin bozuk olması. (e.n.)

      50

      Menasıb-ı ilmiyye: Osmanlı idari yapılanmasının belirgin hâle geldiği XVI. yüzyıldan itibaren yargı, eğitim görevlerini ve bazı dinî görevleri gören sınıf. (e.n.)

      51

      Behremend: Nasibi olan, bilen, anlayan. (e.n.)

      52

      Efrenc: Bu kelime, Orta Çağ’da teşekkül ederek o sıralarda Frankların ve bilhassa Charlemagne’in hükmü altında bulunanlara ve zamanla genişleyerek bütün Avrupalılara denmiştir. Frenk. Avrupalı ve hasseten Fransız. (e.n.)

      53

      Batı ilimleri ile Şark ilimlerini merak edip ömrünü onlara adayanlara denir. (y.n.)

      54

      Mebna aleyh: Üzerine kurulmuş şey, bir fikrin dayandırıldığı temel konu. (e.n.)

      55

      Kassam: Hukukta, vârisler arasında miras malını taksim eden ve küçüklerin hakkını koruyan şeriat memuru. Taksim eden. (s.n.)

      56

      Hitap: Söz söyleme. Topluluğa veya birisine karşı konuşma. (e.n.)

      57

      Tefhim: Anlatmak, bildirmek. (e.n.)

      58

      Kâbil-i hitap: Sözden anlar. Kendisi ile konuşulabilir olan kimse. (e.n.)

      59

      Aklam-ı devlet: Tanzimat’tan sonra Bâbıâli