ölülerden kötü konuşmak yanlış… Ya da tehlikeli midir?” diye fısıldadı Bayan Valentine. Sesinde hafif bir kaygı vardı.
“İkisi de değildir diye düşünüyorum.” dedi Anne. “Sadece… Haksızlık olur. Kendilerini savunamayacak olanlara vurmak gibi bir şey. Ancak kimse hakkında korkunç bir şey söylemediniz Bayan Courtaloe.”
“Sana Nathan Pringle’ın karısının kendisini öldürmeye çalıştığını düşündüğünü söyledim…”
“Ama bunu söylerken makul şüpheye de yer bıraktınız…” Böylece Bayan Valentine huzurlu bir şekilde yoluna devam etti.
6
Anne, eve döndükten sonra Gilbert’a yazdığı mektubunda,
Bu akşam yolum mezarlığa düştü. Bence “yolum düştü” çok hoş bir ifade ve bu ifadeyi elimden geldiğince kullanmak istiyorum. Mezarlık gezintimden hoşlandığımı söylemem çok tuhaf kaçacak ama gerçekten böyle oldu. Bayan Courtaloe’nun hikâyeleri çok komikti. Komedi ve trajedi hayatın içinde birbirine karışmış gibi Gilbert. Ancak aklıma takılan tek şey aynı evde birlikte elli yıl yaşayıp da birbirlerinden nefret eden çiftin hikâyesiydi. Bu şekilde yaşamış olmalarına inanamıyorum. Biri bana, “Nefret yolunu kaybetmiş aşktır.” demişti. O nefretlerinin altında birbirlerini gerçekten sevdiklerinden eminim. Tıpkı senden nefret ettiğimi düşündüğüm o yıllar boyunca aslında seni sevmiş olmam gibi. Ayrıca ölümün onlara gerçeği göstereceğini düşünüyorum. Ben gerçeği hayatta görmüş olmaktan memnunum. Ayrıca düzgün Pringlelar olduğunu da öğrenmiş bulundum, ölü Pringlelar yani.
Dün gece bir bardak su almak için aşağı indiğimde Kate teyzeyi mutfakta yüzüne süt banyosu yaparken buldum. Benden Chatty’ye söylemememi istedi. Bunun aptalca olduğunu düşünürmüş. Ben de söylemeyeceğime söz verdim.
Kadın bronşitini atlattı atlatmasına ama yine de sütü almaya Elizabeth çıkmaya devam etti. Ona müsaade etmelerine şaşıyorum. Çünkü ne de olsa Bayan Campble bir Pringle. Geçen cumartesi akşamı Elizabeth, sanırım o akşam Betty’ydi, yanımdan ayrılırken şarkı söylemeye başladı ve Kadın’ın veranda kapısında ona, “Neredeyse Sebt günü geldi ve sen o şarkıyı söylüyorsun.” dediğini çok net bir şekilde gördüm. Eğer elinden gelseydi Kadın’ın, Elizabeth’in herhangi bir günde şarkı söylemesini engelleyeceğinden eminim.
O gece Elizabeth koyu bordo renkli yeni bir elbise giyiyordu. Ona gerçekten güzel elbiseler giydiriyorlar. Hevesle şöyle dedi bana: “Bu elbiseyi giydiğimde bu gece biraz güzel olduğumu düşündüm Bayan Shirley. Babamın da beni görmesini isterdim. Tabii ki yarın olduğunda beni görecek. Ama bazen zaman çok yavaş geçiyor gibi geliyor bana. Keşke zamanı birazcık hızlandırabilseydik Bayan Shirley.”
Şimdi, en sevgili, biraz geometri alıştırması yapmak zorundayım. Geometri alıştırmaları, Rebecca’nın deyimiyle, “edebî çabaların” yerini aldı artık. Şu anda bana musallat olan korku, yapamayacağım bir geometri sorusunun sınıfta karşıma çıkması. Peki bu durumda Pringlelar bana neler derlerdi düşünebiliyor musun? Kim bilir neler derlerdi!
Bu arada tıpkı beni sevdiğin gibi kedi cinsini de sevdiğinden kalbi kırılmış ve fayda sağlamayan zavallı bir erkek kedi için dua et lütfen. Geçen gün Rebecca Dew’ün ayağının yanından bir fare fırladı ve kendisi o günden beri burnundan soluyor. “Şu kedi yiyip, içip, uyuyup, farelerin her yeri istila etmesine müsaade etmek dışında hiçbir şey yapmıyor. Bu bardağı taşıran son damla!” Bu sebepten onu gördüğü her yerden kovalıyor. En sevdiği minderde bile rahat vermiyor hayvana. Bunu biliyorum çünkü kendisini suçüstü yakaladım. Kedinin dışarı çıkmasına yardımcı olmak istediğinde bu işi pek de nazik olmayan bir ayak hareketiyle yapıyor.
7
Anne, aralık ayının yumuşak ve güneşli bir cuma akşamında Lowvale’de bir akşam yemeğine katıldı. Amcasıyla birlikte Lowvale’de yaşayan Wilfred Bryce, okul bittiğinde utanarak Anne’in yanında geldi ve öğretmenini kilisedeki hindi yemeğine sonrasında da cumartesi gününü kendi evlerinde geçirmek üzere davet etti. Wilfred’ın liseye devam etmesine müsaade etmesi için amcasını ikna etme ümidinde olan Anne ise bu daveti kabul etti. Wilfred yeni yıldan sonra okula devam edemeyecek olmaktan korkuyordu. Zeki, hırslı bir çocuktu ve Anne bu öğrencisiyle yakından ilgileniyordu.
Ancak Wilfred’ı sevindirmenin verdiği mutluluk dışında bu ziyaretinden çok da memnun kaldığını söylemek mümkün değil. Amcası ve yengesi oldukça tuhaf ve hoyrat insanlardı çünkü. Hindi yemeğinden sonra kendini yorgun ve uykulu hissediyordu. Wilfred’ın çöplerin toplanmasına yardım etmesi gerekiyordu ve görünürde bir tane bile kitap yoktu. Sonra salon merdivenlerinin arkasında görmüş olduğu denizcinin yıpranmış eski sandığını ve Bayan Stanton’ın ricasını hatırladı. Bayan Stanton o bölgenin tarihinin hikâyesini yazıyordu ve Anne’e faydalı olabilecek eski günlükler ya da belgeler hakkında bilgisi olup olmadığını sormuştu.
“Pringleların elinde tabii ki çok sayıda belge var.” dedi Anne’e. “Ama onlardan isteyemem. Çünkü Pringlelarla Stantonların arası hiç iyi olmamıştır.”
“Maalesef ben de onlardan isteyemem.” dedi Anne.
“Ah, senden bunu yapmanı beklemem zaten. Senden tek istediğim başka insanların evlerini ziyaret ederken gözlerini açık tutman. Eğer eski günlükler, haritalar ya da işe yarar bir şeyler hakkında bir şekilde bilgi edinirsen benim adıma onları ödünç almanı rica ediyorum. Eski günlüklerde öyle ilginç şeyler buluyorum ki şaşırırsın. Gerçek hayata dair küçük parçalar eski kolonicilere tekrar hayat veriyor. Kitabımda istatistikler ve soy ağaçları yanında böyle şeylere de yer vermek istiyorum.”
Anne, Bayan Bryce’a bu türden belgelere sahip olup olmadığını sorduğunda Bayan Bryce kafasını sallamıştı.
“Bildiğim kadarıyla yok. Ama…” demişti canlanarak… “Şurada Andy amcanın sandığı var. İçinde bir şeyler olabilir. Kendisi bir zamanlar Kaptan Abraham Pringle’la denize açılırdı. Gidip Duncan’a sorayım bakabilmen için.”
Duncan, bakmasına müsaade ettiğini bildiren bir haber yollamıştı ve eğer işine yarayan belgeler bulursa bunları alabilirmiş. Zaten adam sandıktakileri yakıp sandığı alet kutusu olarak kullanmayı planlıyormuş. Böylece Anne, sandıktakileri incelemeye koyuldu. Ancak tek bulabildiği Andy Bryce’ın denizde geçirdiği yıllar boyunca “seyir defteri” olarak kullandığı anlaşılan sarı bir günlüktü. Anne işte bu defteri fırtınalı sabah boyunca ilgi ve keyifle okumaya kaptırdı kendini. Andy denizcilik ilmi konusunda bilgiliydi ve büyük bir hayranlık duyduğu aşikâr olan Kaptan Abraham Pringle’la beraber çok sayıda yolculuğa çıkmıştı. Günlük, Kaptan’ın cesaretini ve becerilerini imla ve dil bilgisi hatalarıyla dolu bir dille övdüğü yazılarla doluydu. Özellikle de Afrika boynuzunun etrafında yaşadıkları tehlikeli bir maceradan bahsediyordu. Ancak anlaşıldığı üzere aynı hayranlığı Abraham’ın başka bir gemide kaptan olan kardeşi Myrom’a duymuyordu.
“Bu akşam Myrom Pringle’ın evindeydim. Karısı onu kızdırınca kadının suratına bir bardak su fırlattı.”
“Myrom evde. Gemisi yanınca filikalara bindiler. Açlıktan ölmek üzerelermiş. En sonunda kendini silahla öldüren Jonas Selkirk’ü yemişler. Mary G. onları buluncaya dek Jonas’la idare etmişler. Myrom bana kendisi anlattı bunu. Bunun komik bir şaka olduğunu düşünüyordu sanki.”
Son girdi Anne’i ürpertmişti. Andy’nin bu korkunç durumu hissizce ifade edişi ise tuz biber olmuştu. Sonra derin bir tefekküre daldı. Bu defterde Bayan