ikizkenar üçgenin taban acılarının eşit olduğunu kanıtlamaya çalıştığını düşününce tüm Pringle kabilesini affediveriyorum. Ya geçen hafta ağaç türlerine “darağacını” da eklemesine ne demeli? Ama hakkını vermek lazım, gaflar sadece Pringlelar tarafından yapılmıyor. Blake Fenton timsahın “kocaman bir böcek çeşidi” olduğunu söyledi. İşte bu türden şeyler bir öğretmenin hayatının renkleri.
Bu gece kar yağacak gibi. Kar yağacak gibi olan akşamları severim. Rüzgâr serin serin esiyor ve keyifli odamın keyfini arttırıyor. Son altın yaprak da titrek kavaklardan dökülecek bu gece.
Sanırım şimdiye kadar her yerden yemek daveti aldım. Yani öğrencilerimin ailelerinin evlerinden bahsediyorum. Hem kentteki hem de köydeki öğrencilerimin aileleri beni davet ettiler. Ah Gilbert sevgilim, kabak reçelinden ne kadar gına geldiğini anlatamam. Hayaller evimizde asla kabak reçeli olmasın lütfen.
Geçen ay gittiğim hemen hemen tüm evlerde akşam yemeğinde kabak reçeli vardı. İlk yediğimde sevmiştim. Altın sarısı rengi bana konserve gün ışığı yiyormuşum hissi yaşattı. Sonra düşüncesizce tatlıyı övmüş bulundum. Bunun üzerine kabak reçelini sevdiğim rivayeti dört bir tarafta konuşulmaya başlandı. Böylece ziyaret ettiğim her evde bana kabak reçeli ikram edildi. Dün gece Bay Hamiltonları ziyaret edecekken Rebecca Dew kabak reçeli yemek zorunda olmadığımı çünkü Hamiltonların hiçbirinin bu tatlıyı sevmediğini söyledi bana. Ancak yemeğe oturduğumuzda yan sehpanın üzerinde kristal bir kâsenin içinde kaçınılmaz kabak reçeli duruyordu.
“Bizde hiç kabak reçeli yoktu.” dedi Bayan Hamilton koca bir kepçe dolusu tatlıyı bana uzatırken. “Ama bu tatlıyı çok sevdiğinizi duyduğum için geçen pazar Lowvale’deki kuzenimi ziyaret ettiğimde ona, ‘Bayan Shirley bu hafta misafirim olacak. Kabak reçelini de pek severmiş. Ona ikram etmem için bana bir kavanoz ödünç verir misin?’ dedim.O da bana bir kavanoz ödünç verdi. Kalanını da eve götürebilirsiniz.”
Eve döndüğümde yanımda Hamiltonların verdiği üçte ikisi kabak reçeli ile dolu cam kavanozu gördüğünde Rebecca Dew’ün yüzünün aldığı hâle şahit olmanı isterdim. Burada da kabak reçelini seven kimse olmadığı için gece yarısında tatlıyı bahçeye gömdük.
“Bunu hikâyene koymayacaksın değil mi?” diye sordu endişeyle. Rebecca Dew arada bir dergiler için kurgu hikâyeleri yazdığımı duyduğundan beri Windy Poplars’da yaşanan her şeyi hikâye edeceğim korkusu ya da ümidiyle dolu. Hangisi daha ağır basıyor bilmiyorum. Pringlelar hakkında yazmamı ve onları zor durumda bırakmamı istiyor. Ancak zor durumda bırakanlar Blisterlar. Onlar ve okuldaki işimden kurgu hikâye yazmaya vakit bulamıyorum.
Şu anda bahçede kurumuş yapraklar ve donmuş kökler var. Rebecca Dew gül çalılarını çubuk ile dik tutarak patates çuvallarına sabitledi. Bu hâlleriyle alaca karanlık vakitlerinde bastona tutunan yaşlı kamburlara benziyorlar.
Bugün Davy’den bol öpücüklü bir kartpostal aldım. Priscilla da Japonya’daki bir arkadaşının kendisine yolladığı bir kâğıda yazılmış bir mektup yolladı. Solgun kiraz tomurcukları figürleriyle süslü ipeği andıran incecik bir kâğıttı bu. Bahsettiği bu arkadaşıyla ilgili bazı şüpheler baş gösterdi zihnimde. Ancak senden aldığım kocaman şişman mektup günün bana verdiği en güzel hediyeydi. Mektubu iyice sindirmek için tam dört kez okudum. Mama kabını silip süpüren bir köpecik misali… Bu kesinlikle pek de romantik bir benzetme olmadı. Ancak aklıma ilk gelen buydu. Yine de en güzel mektuplar bile yetmiyor artık. Ben seni görmek istiyorum artık. Noel tatiline sadece beş hafta kaldığı için çok mutluyum.
5
Anne dudaklarında kalemi, gözlerinde hayallerle bir kasım akşamında kule odasının penceresinden alaca karanlığa doğru bakarken bir anda eski mezarlıkta yürümek istedi. Bu mezarlığı henüz ziyaret etmemişti. Akşam gezintileri için huş ve akçaağaç korusu ya da liman yolunu tercih ediyordu çünkü. Ancak kasım ayında öyle zamanlar oluyordu ki ağaçlar yapraklarını döktükten sonra ormanlara dalmak neredeyse uygunsuz geliyordu. Çünkü görkemli maddi varlıkları onları terk etmişti ve ihtişamlı saflık ve beyazlıktan oluşan manevi varlıkları onlara henüz uğramamıştı. Böylece Anne mezarlığın yolunu tuttu. O sırada öylesine keyifsiz ve ümitsiz hissediyordu ki kendini, mezarlık göreceli olarak neşeli bir yer olabilirdi. Ayrıca Rebecca Dew’ün de belirttiği üzere mezarlık Pringlelarla doluydu. Nesillerdir bu mezarlığa gömülüyorlardı ve burası artık daha fazla Pringle’ı barındırmayacak kadar kalabalıklaşmadan da yeni mezarlığı tercih etmeyeceklerdi. Anne, çok sayıda Pringle’ın hiç kimsenin sinirini bozamayacak bir yerde olduğunu görmenin kendisini şevklendireceğine inanıyordu.
Pringlelar konusunda sabrının sonuna geldiğini hissediyordu. İçinde bulunduğu hâl gün geçtikçe bir kâbus hâlini almaya başlamıştı. Jen Pringle’ın liderlik ettiği itaatsizlik ve saygısızlık harekâtı doruk noktasına ulaşmıştı. Geçen hafta son sınıf öğrencilerinden “Haftanın En Önemli Olayları” konusunda bir kompozisyon yazmalarını istemişti. Jen Pringle mükemmel bir yazı yazmıştı. Küçük şeytan çok zekiydi. Araya bir de öğretmenine yönelik sinsi bir hakaret sıkıştırmayı ihmal etmemişti. O kadar belirgindi ki görmezden gelmek imkânsızdı. Anne onu eve yolladı ve okula tekrar gelmesine müsaade etmeden önce özür dilemek zorunda olduğunu söyledi. Bu da kıyametin kopmasına sebep oldu. Artık Pringlelarla düpedüz savaş hâlindeydi. Zavallı Anne hangi tarafın zafer bayrağının dalgalanacağını da çok iyi biliyordu. Okul mütevelli heyeti Pringleları destekleyip ya Jen’in geri dönmesini ya da istifa etmesini şart koşacaktı.
Kendini çok kötü hissediyordu. Elinden geleni yapmıştı ve eğer mücadele etme imkânı olsaydı başarılı olacağından da emindi.
“Bu benim kabahatim değil.” diye düşündü perişan hâlde. “Böylesi bir kalabalık ve taktikler karşısında kim başarılı olabilir ki?”
Ancak bir de Green Gables’a yenilmiş hâlde dönmek vardı! Bayan Lynde’in öfkesi ve Pyeların sevincine dayanmak zorunda kalacaktı. Dostlarının anlayışı bile ona çile gibi gelecekti. Bir de eğer Summerside hezimeti etrafta duyulacak olursa başka bir okula asla giremeyecekti.
Ancak bu oyunda yine de Anne’i alt edememişlerdi. Bir miktar kötücüllük barındıran bir kahkaha attı ve hatırladığı şeyin sebep olduğu haylaz keyfin coşkusu kapladı yüzünü.
Anne, planladığı küçük projelerden birini finanse etmek için Lise Drama Kulübü kurmuş ve küçük bir oyunun yönetmenliğini yapmıştı. Projesi ise sınıflar için güzel oymalar satın almaktı. Kendini zorlayarak Katherine Brooke’tan yardım istedi çünkü Katherine hep bir şeylerden dışlanıyor gibiydi. Bu davetine defalarca pişman oldu çünkü Katherine her zamankinden daha sert ve alaycıydı. Yıpratıcı yorumları olmadan bir işin yapılması nadiren mümkün oluyordu. Bu süreçte kaşları fazla mesai yapmıştı. Daha da kötüsü Jen Pringle’a İskoçların Kraliçesi Mary rolünü vermekte ısrarcı olan Katherine’di.
“Okulda bu rolü oynayacak başka kimse yok.” demişti sabırsızca. “Buna uygun kişiliğe sahip kimse yok.”
Anne bundan pek emin değildi. Kendisi Sophy Sinclair’i uygun görmüştü. Uzun boylu, ela gözlü, kestane rengi güzel saçları olduğundan Kraliçe Mary rolüne Jen’den çok daha uygun olurdu. Ancak Sophy drama kulübüne üye bile değildi ve hiçbir zaman bir tiyatro oyununda rol almamıştı.
“Bu konuda acemilerle uğraşmak istemeyiz. Başarılı olmayan bir işle anılmak istemiyorum.” dedi Katherine itici bir şekilde ve Anne pes etti. Jen’in bu rol için çok iyi olduğunu inkâr edemezdi. Oyunculuğa doğuştan kabiliyeti vardı ve kendini bu işe canıgönülden vermişti.