bir şeye gülebilmemiz için uzun zaman geçmesi gerekecek korkarım.
Myra Pringle, Jen’in kuzeni ve okulun güzel kızı. Belli ki aptal da. Eğlenceli gaflar yapıyor. Örneğin bugün tarih dersinde Kızılderililerin, Champlain ve adamlarının Tanrı ya da “insan dışı bir şey” olduğunu düşündüğünü söyledi.
Sosyal ilişkiler bakımından Pringlelar, Rebecca Dew’ün deyimiyle Summerside’ın ışıkları. İki Pringle evinden çoktan yemek daveti aldım bile. Çünkü yeni bir öğretmeni davet etmek münasip bir davranış. Pringleların da gereken nezaketi ihmal etmeye hiç niyetleri yok. Dün gece James Pringle’ın evindeydim. Az önce bahsettiğim Jen’in babası. Her ne kadar bir kolej profesörü gibi görünse de aslında aptal ve cahil. Sürekli “disiplinden” bahsedip durdu. Konuşmasına vurgu yapmak için parmağının ucuyla hep masaya vuruyordu. Zaman zaman da korkunç gramer katliamları gerçekleştirdi. Summerside Lisesi her zaman ciddi ve tecrübeli bir öğretmene gerek duymuş ve erkek öğretmenler tercih edilirmiş. Benim biraz genç olmam onu endişelendiriyormuş. “Kısa süre sonra düzelecek bir kusur.” dedi üzülerek. Ben de hiçbir şey söylemedim. Çünkü bir şey söyleseydim çok şey söyleyecek olmaktan korktum. Ben de herhangi bir Pringle gibi ince, kaymak gibi oldum. Ona bakarak içimden, “Seni huysuz, ön yargılı ihtiyar!” demekle yetindim.
Jen zekâsını annesinden almış olmalı. Kendimi Jen’in annesinden hoşlanırken buluverdim. Jen anne babasının yanında terbiye abidesi gibiydi. Ancak her ne kadar kelimeleri nazik olsa da ses tonunda küstahlık vardı. “Bayan Shirley” şeklinde her hitap edişinde hakaretvari bir ton vardı. Bana her bakışında saçlarımın havuç kırmızısı olduğunu hissediyordum. Sanırım hiçbir Pringle saçlarımın renginin kestane olduğunu kabul etmeyecektir.
Morton Pringle ailesini daha çok sevdim. Gerçi Morton Pringle söylenen hiçbir şeyi dinlemiyor ama olsun. Karşısındaki insana bir şey söylüyor ve cevap verilirken bir sonraki sözünü söylemeyi düşünüyor.
Bayan Stephen Pringle… Dul Pringle… Summerside’da sürüsüne bereket dul var. Bana dün bir mektup yazmış. Cici, kibar ama zehirli bir mektup. Millie’nin çok fazla ödevi varmış. Millie hassas bir çocukmuş ve çok fazla çalışamazmış. Bay Bell ona asla ev ödevi vermezmiş. Hassas bir çocukmuş ve bunun anlaşılması gerekiyormuş. Bay Bell onu çok iyi anlarmış. Bayan Stephen eğer çabalarsam benim de anlayacağıma inanıyormuş!
Bayan Stephen’ın bugün okulda Adam Pringle’ın burnunu kanatarak eve gitmesine sebep olduğumu düşündüğünden hiç şüphem yok. Dün gece yarısı uyandım ve bir daha uyuyamadım çünkü. Tahtaya yazdığım bir soruda “i” harfinin noktasına koymadığımı hatırladım. Eminim Jen Pringle bu hatamı fark edip kendi kabilesine fısır fısır yaymıştır.
Rebecca Dew, Maplehurst’teki yaşlı hanımlar hariç tüm Pringleların beni bir kez yemeğe davet ettikten sonra sonsuza kadar görmezden geleceklerini söyledi. Kendileri “elit” oldukları için Summerside’da sosyal yasaklı olacakmışım. Neyse bakalım, göreceğiz. Savaş başladı ve henüz kaybedilmiş ya da kazanılmış değil. Yine de bundan dolayı kendimi çok mutsuz hissediyorum. Ön yargı ile uzlaşmak mümkün değil. Ben hâlâ çocukluğumda olduğum gibiyim. İnsanların benden hoşlanmamalarına dayanamıyorum. Öğrencilerimin yarısının ailelerinin benden hoşlanmadığını düşünmek tatsız bir his. Üstelik hiçbir kabahatim yokken. Beni rahatsız eden de bu ön yargı.
Pringleları bir kenara bırakacak olursak öğrencilerimi çok seviyorum. Zeki, hırslı, çalışkan öğrencilerim var ve eğitim almaya gerçekten istekliler. Lewis Allen, konaklama ücretini karşılamak için kaldığı evde ev işleri yapıyor ve bundan zerre gocunmuyor. Sophy Sinclair ise babasının ihtiyar boz kısrağı üzerinde her gün dokuz kilometre gidip dokuz kilometre geliyor. İşte burada önemli bir nokta var. Eğer böyle bir kızcağıza yardım edebileceksem Pringlelar umurumda olur mu?
Ancak sorun şu ki eğer Pringleları kazanamazsam diğerlerine yardım etmek için pek fazla şansım kalmayacak.
Tüm bunların yanında Windy Poplars’ı seviyorum. Burası bir pansiyon değil benim için. Bir ev. Üstelik beni seviyorlar. Dusty Miller bile seviyor. Gerçi zaman zaman benden hoşlanmadığı oluyor ve bunu sırtı bana dönük oturarak belli ediyor. Arada bir de omzunun üzerinden şimşek gibi bir bakış atıyor ki tavrını nasıl karşıladığımı bilsin. Rebecca Dew etraftayken onu pek sevmiyorum çünkü gerçekten rahatsız oluyor. Gündüzleri, cana yakın, rahat, düşünceli bir hayvan. Ancak geceleri kesinlikle tuhaf bir canlıya dönüşüyor. Rebecca bunun sebebinin karanlık çöktükten sonra dışarıda kalmasına izin verilmemesine bağlıyor. Arka bahçede durup onu çağırmaktan nefret ediyor. Tüm komşuların kendisine güleceğini söylüyor. Keskin, gür bir sesle tüm kentten duyulacak şekilde “Pisi… Pisi… Pisi!” diye bağırıyor sakin gecede. Dullar, yatma zamanı geldiğinde Dusty Miller evde olmazsa çileden çıkıyorlar. “O kedi yüzünden neler çektiğimi bir tek ben bilirim.” dedi Rebecca bana.
Dullarla iyi anlaşacağız gibi görünüyor. Onları her gün biraz daha seviyorum. Kate teyze roman okumayı onaylamasa da okuma materyallerimi sansürlemeyi teklif dahi etmeyeceği konusunda beni bilgilendirdi. Chatty teyze romanları seviyor. Kitaplarını sakladığı bir kuytu köşesi var. Kent kütüphanesinden kaçak kitap sokuyor eve. Ama sadece bununla da bitmiyor. Kate teyzenin görmesini istemediği her şeyi, örneğin kart oyunu için iskambil kâğıtlarını da gizlice eve sokuyor. Chatty teyzenin kuytu köşesi bir koltuğa gizlenmiş. Bunu da sadece o biliyor. Sırrını benimle paylaşmasının sebebi ise bahsettiğim kaçakçılık eylemine yardım ve yataklık etmemi istemesi olduğunu düşünüyorum. Aslında Windy Poplars gibi bir yerde bir şeyleri saklamak için kuytu köşelere ihtiyaç duyulmaması gerekir. Çünkü ben daha önce hiçbir yerde bu kadar çok gizemli dolap görmedim. Gerçi Rebecca Dew hiçbirinin gizemli kalmasına izin vermiyor ama olsun. Her zaman dolapları yırtıcı bir tutkuyla temizliyor. Dullardan biri itiraz edecek olursa, “Ev dediğin kendi kendini temizleyecek değil ya.” diyor. Eğer elinde bir roman ya da bir seri iskambil kâğıdı olsaydı işlerini çabucak bitirirdi diye düşünüyorum. Ancak onun gelenekçi ruhu için bu iki şey de dehşet verici. Rebecca’nın İncil dışında okuduğu tek şey Montreal Guardian gazetesinin sosyete satırları. Milyonerlerin işlerine, ev ve mobilyalarına kendini kaptırmayı çok seviyor.
“Altın bir küvetin içine gömüldüğünü düşünsene Bayan Shirley!” diyor hevesle.
Ancak kendisi gerçekten ihtiyar bir ördek. Tam benim acayipliğime göre solmuş sırma kumaş kaplı eski bir koltuk buldu bir yerlerden ve bana, “Bu senin koltuğun. Bunu sana ayıracağız.” dedi. Dusty Miller’ın da koltukta uyumasına izin vermiyor. Okul eteğime kedi tüyü bulaşırsa Pringleların konuşacak bir şeyi olmasın istiyor.
Üçü de benim inci kolyemle çok ilgili, kolyenin neyi temsil ettiğiyle de. Kate teyze bana kendi nişan yüzüğünü gösterdi. (Yüzük küçülmeye başladığından artık takamıyormuş.) Yüzükte turkuaz taşı vardı. Zavallı Chatty teyze ise bana gözlerinde yaşlarla hiç nişan yüzüğü olmadığını söyledi. Kocası bunun “fuzuli masraf” olduğunu düşünmüş. O sırada benim odamdaydı. Yüzüne süt banyosu yapıyordu. Ten rengini muhafaza etmek için her gece yapıyormuş ve Kate teyzeye söylememem için de bana yemin ettirdi.
“Bunun benim yaşımda bir kadın için saçma bir gösteriş düşkünlüğü olduğunu düşünür.” dedi. “Ayrıca Rebecca Dew’ün hiçbir Hristiyan kadınının güzel olmaya çalışmaması gerektiğini düşündüğünden eminim. Eskiden süt banyosu yapmak için Kate uyuduktan sonra gizlice mutfağa girerdim. Ama artık Rebecca Dew’ün aşağı inmesinden korkuyorum. Uyurken bile kedi kulakları var onun. Eğer her gece buraya sıvışıp