büyütmüş. Çünkü onun da anne babası vefat etmiş. Annesi Pierce Grayson isimli bir Yanki ile evlenmiş. Bayan Lynde olsaydı böyle derdi yani. Elizabeth doğarken ölmüş. Pierce Grayson ise şirketinin Paris’teki bir şubesini yönetmek için Amerika’dan ayrılmak zorunda kalınca bebeği İhtiyar Bayan Campbell’a yollamışlar. Hikâyenin devamında adamın kızını görmeye “dayanamadığı” var. Çünkü karısının ölümünden onu sorumlu tutuyormuş ve çocuğunu hiç umursamamış. Bu tabii ki sadece bir dedikodu olabilir çünkü ne Bayan Campbell ne de Kadın adamla ilgili ağzını açıyormuş.
Rebecca Dew, Küçük Elizabeth’e çok sert davrandıklarını ve çocuğun onlarla çok da iyi vakit geçirmediğini söylüyor.
“Diğer çocuklar gibi değildir o. Sekiz yaşında bir çocuğa göre fazla ihtiyar. Bazen öyle şeyler söylüyor ki! ‘Rebecca’ demişti bir gün bana. ‘Hiç gece yatağa girerken ayak bileğinde bir çimdik hissettiğin oluyor mu?’ Karanlıkta yatağa girmeye korkmasına şaşırmamalı. Bayan Campbell evinde korkak istemezmiş. İki kedinin bir fareyi izlediği gibi gözetliyorlar ve hayatının her bir anında ona müdahale ediyorlar. Azıcık bile gürültü yapacak olursa çileden çıkıyorlar. Her zaman ‘sus, sus’ diyorlar. Çocuğu ölümüne susturuyorlar bence. Peki bununla ilgili ne yapılabilir ki?”
“Gerçekten, ne yapılabilir?”
Çocuğu görmek ister gibiyim. Bana biraz acınası hâlde gibi geliyor. Kate teyzeye soracak olursan fiziksel olarak ona çok iyi bakıyorlar. Kate Teyze tam olarak şöyle söyledi: “Karnını güzelce doyuruyorlar ve üstünü başını güzelce giydiriyorlar.” Ancak bir çocuk sadece yeme içmeyle yaşayamaz. Green Gables’a gelmeden önceki yaşamımın nasıl olduğunu asla unutamam.
Gelecek cuma Avonlea’de iki güzel gün geçirmek üzere eve dönüyorum. Bunun tek kötü tarafı herkesin bana Summerside’da öğretmenlik yapmayı sevip sevmediğimi sorması olacak.
Ancak şimdilerde Green Gables’ı bir düşünsene Gilbert… Üzerindeki mavi sisle beraber Parlak Sular Gölü’nü… Derenin etrafındaki akçaağaçlar kızıla çalmaya başlamıştır. Lanetli Koru’daki eğreltiler altın kahverengisidir şimdi. Bir de Âşık Yolu’ndaki gün batımı gölgeleri çok tatlıdır. Tüm kalbimle şu anda orada olmayı dilerdim. Bil bakalım kiminle beraber?
Biliyor musun Gilbert öyle zamanlar oluyor ki gerçekten seni sevdiğimi düşünüyorum.
Saygıdeğer ve Pek Muhterem Beyefendi,
Chatty Teyze’nin büyük annesinin yazdığı mektup işte böyle başlıyordu. Çok leziz değil mi? Büyük babasına nasıl bir üstünlük duygusu yaşatmıştır kim bilir? Sen de bu hitabı, “Gilbert, sevgilim” vs. gibi ifadelere tercih etmez miydin? Ancak en nihayetinde senin büyükbaba olmamandan çok memnunum. Büyükbaba… Genç olduğumuzu ve önümüzde uzun bir yaşam olduğunu, birlikte yaşanacak bir yaşam olduğunu düşünmek muhteşem! Öyle değil mi?
(Birkaç sayfa eksik. Belli ki Anne’in kalemi aşk mektubu yazmaya müsait.)
Kule penceresinin altındaki oturakta oturuyor ve kehribar rengi gökyüzüne el sallayan ağaçlara ve uzaklardaki limana bakıyorum. Dün gece kendi başıma çok güzel bir yürüyüş yaptım. Gerçekten bir yerlere gitmek zorundaydım çünkü Windy Poplars’da tatsız bir hava vardı. Chatty teyze duyguları incindiği için oturma odasında ağlıyordu. Kate teyze, Kaptan Amasa’nın ölüm yıl dönümü olduğu için kendi odasında ağlıyordu. Rebecca Dew ise anlayamadığım bir sebepten dolayı mutfakta ağlıyordu. Rebecca Dew’ü daha önce hiç ağlarken görmemiştim. Ağlamasının sebebini nazikçe sormaya çalıştığımda hırçın bir şekilde, “Rahat rahat ağlamanın keyfini çıkaramayacak mıyım yani?” dedi. Ben de hemen oradan ayrılıp keyfiyle baş başa bıraktım.
Dışarı çıktım ve liman yoluna indim. Havadaki güzel, soğuk ekim kokusu yeni sürülmüş toprağın leziz kokusuyla iç içe geçmişti. Alaca karanlık, ay ışığının aydınlattığı bir sonbahar gecesinde kayboluncaya dek yürümeye devam ettim. Tek başıma idim ancak yalnız değildim. Hayali yoldaşlarımla çok sayıda hayali sohbetler ettim ve o kadar çok nükteli söz buldum ki kendi kendimi şaşırttım. Pringle endişelerime rağmen keyif yapmaktan geri durmadım.
Pringlelarla ilgili biraz daha mızmızlanasım var. Bunu söylemekten nefret etsem de Summerside Lisesinde işler pek yolunda gitmiyor. Aleyhime bir komplo düzenlendiği kesin.
Mesela verdiğim ödevleri ne Pringlelar ne de yarı-Pringlelar yapıyor. Ailelerine müracaat etmek de hiç fayda etmiyor. Tatlı dilli ve kibarlar ama başlarından savıyorlar beni. Pringle olmayan tüm öğrencilerimin beni sevdiğini biliyorum ama onların itaatsizlik virüsü tüm sınıfın moralini bozuyor. Bir sabah masamın altüst edildiğini gördüm. Bunu yapan kişinin kim olduğunu bilen yoktu tabii ki. Ertesi gün masama bırakılan ve içinden yapay bir yılanın fırladığı kutuyu da kimin koyduğu bana söylenmedi ya da söylenemedi. Ancak okuldaki tüm Pringlelar çığlık çığlığa kahkahalar attılar yüzüme karşı. Belli ki çok korkmuş görünüyordum.
Jen Pringle okula sık sık geç geliyor. Her zaman da küstah bir alt tonla kibarca dile getirdiği mükemmel bir bahanesi oluyor. Gözümün önünde sınıfta notlar dağıtıyor. Bugün kabanımın cebinde soyulmuş bir soğan buldum. O kızı düzgün davranmayı öğreninceye kadar sadece ekmek ve su verecek şekilde bir yerlere kapatmayı çok isterdim.
Şimdiye kadar başıma gelen en kötü şeyse karatahtaya çizilmiş bir karikatürümü görmem oldu. Beyaz tebeşirle çizilmişti ve saçları kızıldı. Herkes yaptığını inkâr etti. Jen de tabii ki. Ancak ben böyle bir çizimi yapabilecek tek kişinin Jen olduğunu biliyordum. Çok iyi çizilmişti. Her zaman gurur ve neşe kaynağım olan burnum eğri büğrüydü. Ağzım ise Pringlelarla dolu bir sınıfta otuz sene öğretmenlik yapmış suratsız bir kız kurusunun ağzıydı. Ancak çizilen bendim. Gece saat üçte uyandım ve karikatürü hatırlamak kıvranmama sebep oldu. Bizleri gece yarısı kıvrandıran şeylerin kötü şeyler değil de çoğunlukla utanç verici şeyler olması tuhaf değil mi sence de?
Her türden şey söylendi bana. Mattie Pringle’ın sınav kâğıdında notunu kırmakla suçlandım. Sebebi ise onun bir Pringle olmasıydı. Çocuklar hata yaptığında “gülmekle” itham edildim. (Gerçi Fred Pringle “yüzbaşı” kelimesini “yüz yıl yaşayan adam” olarak tarif ettiğinde gülmüştüm. Ama ne yapayım, elimde değildi.)
James Pringle sınıfta “disiplin” olmadığını söylüyor. Bir de etrafta “terk edilmiş çocuk” olduğum dedikodusu dolaşıyor.
Pringle karşıtlığı başka alanlarda da karşıma çıkıyor. Eğitim alanında olduğu kadar sosyal alanda da Summerside’da Pringleların sözü geçiyor. Onlara neden “Kraliyet Ailesi” denildiğine şaşmamak lazım. Alice Pringle’ın geçen cumaki yürüyüş partisine davet edilmedim. Bayan Pringle bir kiliseye yardım projesi için çay daveti düzenlediğinde (Rebecca Dew kadınların yeni bir “çan kulesi” inşa edeceklerini söyledi!) görev verilmeyen tek Presbiteryen kız bendim. Summerside’a yeni gelen papazın eşi bana koroda şarkı söyleme teklifini öne sürdüğünde tüm Pringlelar koroyu terk edeceklerini söylemişler. İşte bu, koronun taşıyamayacağı bir yüktü.
Elbette öğrencilerle sorun yaşayan tek öğretmen ben değilim. Diğer öğretmeler öğrencilerini “disiplin” edilmek üzere bana yolladıklarında, “disiplin” kelimesinden nefret ediyorum, öğrencilerin yarısı Pringlelardan oluşuyor. Ancak asla şikâyet edilmiyorlar.
İki akşam önce Jen’i,