Karçınzade Süleyman Şükrü

Seyahatü'l Kübra


Скачать книгу

titiz bir çalışmanın ürünüdür. Çalışmada, günümüz seyyahlarına, bilgi ve irfan meraklılarına ve kitabın kapsadığı konuları çalışan araştırmacılara yardımcı olması amacıyla çok boyutlu bir sadeleştirme amaçlanmıştır. Umulur ki bu çalışma, hem Osmanlı’nın son Evliya Çelebisi olan Süleyman Şükrü’nün gerçek manada tanınıp anlaşılmasına bir katkı sunar hem de tarih, coğrafya, siyaset ve kültür meraklılarına yeni bir merak kapısı aralar.

      İnsan ne yaptı ki eksiği olmasın. Eksikliklerimizin hoş görülmesi temennisiyle…

Bekir AkçelikAnkara-2021

      YAZARIN ÖN SÖZÜ

      Cenabı Allah’ın birliğini ve kudretinin büyüklüğünü onun yaratmasındaki kusursuzluğu sayesinde idrak eden insanoğlu, geleceğin neler getireceğinden habersizdir. Bu nedenle geçmişten ders almaya mecburdur. Bu amaçla geçmişteki olayları araştırıp incelemekten başka da bir imkânı ve yetkisi bulunmamakta ve merakını gidermek yolunda bunu yapmaktan da kendisini alamamaktadır. Çünkü tarihin akışı tıpkı elektrik bataryasının bir ucundan geçip diğer ucuna gelen elektrik sisteminde olduğu gibi gözle görülmeyen iki güç arasındaki iletken maddeye benzemektedir. Geçmiş ile karşılaştırılan düşüncenin yararlandığı ışık kaynağı da geleceğin bilinmezliğindeki vakaları meydana gelmeden önce görmeye ya da tahmin etmeye başlayana kadar insanlık için delil ve ışık olacaktır. Diğer bir ifadeyle geçmişteki olaylar manzumesi insanoğlunun gelecekteki olayları kavramasına sürekli imkân sağlayacaktır.

      İnsanoğlunun bazı konulara gereğinden fazla yönelmesi sonucu düşüncesi durgunlaşır. Bunu aşmaya hevesli olan insan, yaratılışın verdiği dürtüyle hayatı boyunca yaşadığı deneyimlerden yararlanır ve neticesinde elde ettiği bilim ve anlayışla güçlenir. Bu sayede kalbinde ve ruhunda da ferahlık duygusuna ulaşır ve bu manevi lezzetle kendinden geçer. Geçmişin gizli derinliklerinden ortaya çıkardığı gerçekliğin ışığıyla aydınlanamadıkça akıl gözle görülen sınırlı dünyayı kavramaya daha fazla çabalamaya çalışır. Geçmişin tercümanı olan tarihin her geçen gün yenisi eklenen sayfalarında biriken olayları eline alarak ihtiyacına göre araştırır. Bunun sonucunda ortaya çıkaracağı doğru sonuçları kendi geleceğine rehber yapar.

      Ne manaya geldiğini idrak edemeyenlerin boş söz dediği, akla yol gösteren tarihin yorumu olan seyahatnameler, tarihçiler ile coğrafyacıların yardım ve bilgi kaynakları arasındadır. Medeni milletler seyahatname okurlar, seyahate ilgi duyarlar, seyyahlara dost ve yardımcıdırlar. Seyahatnameler, medeniyetin temeli, yol gösterici, ilim kaynağı, fen bilimlerinde ilerlemeyi teşvik edici, bilimin sebebi, milletler arasındaki ilişkileri düzenleyici, doğru yolun göstericisi, her iki cihanda mutluluk sebebidir. Hz. Muhammed’e tabi İslam ümmetinden her erkek, maddi ve manevi yönden yahut farklı sebeplerden seyahate gücü yetmese de seyahatnameleri gözden geçirmeye dinen mecburdur. Diğer yandan felsefi gelişim açısından da bu bir ihtiyaçtır.

      Bir ferdi olarak gurur duyduğum soylu Osmanlılar, aslen medeniyet yolunda ilerleyen ilim sahibi milletlerdendir. Fakat ne acıdır ki içimizden vatandaşları ikaz azmiyle seyahat zorluklarına katlanacak gezginler çıkartıp kütüphanemize detaylı seyahatnameler bırakılamamıştır. Batı dillerini bilen yazarlarımızın yabancı eserlerden tercüme yoluyla faydalanmak üzere ortaya koydukları tekil çalışmalarda ise İslam dünyasıyla ilişkili önemli maddeler yoktur. Belki de bu saklanmaya çalışılmıştır. Kütüphanelerimizdeki bu eksiklikten dolayı, dünya memleketlerinin bugünkü toplumsal, coğrafi ve siyasal durumlarını ve detaylarını inceleme ve onlar hakkında bilgi sahibi olma imkânım olmadı. Bu eksikliği gidermek için ben de kısmen dolaşarak bunca edebiyatçılara rağmen kaleme almaya cesaretlendiğim “Seyâhat-ül Kübra” adlı bu seyahatnamede görülen kusurlarımın iyi niyetime bağışlanarak hatalarımın düzeltileceğinden, eksiklerinin tamamlanacağından hiç şüphem yoktur.

      Din ve devletine doğru bir şekilde sadakat duyanların dostlarına da yardımcı Rabb’imizden bu çabamda yardım diler, erdemli kişilerden af beklerim.

Karçınzade Süleyman Şükrü

      GİRİŞ

      Fetihçilik arzusundan kurtulamayarak hükmünü ortaya koymaya cesaretlendikçe acı tecrübelere uğrayan nice devlet ve hükümdarların1 yüzyıllarca önünde diz çöktüğü kudretli Osmanlı Devleti’ne ve İskender gibi büyük padişahlarına karşı var olan tutku ile birlikte izzet ve saygınlıkla kıymetlenmiş kudretli bir sıfatın, muhteşem bir hilafetin, herkesi birleştirme kudretine sahip bir saltanatın ve ilahi bir gücün gölgesi olarak vasıflandırılan bir zatın mevcudiyetinden kaynaklanan baskın arzu ile (bu seyahate başladım). Asya ve Avrupa kıtalarını ve Avustralya sınırları içinde bulunan Sumatra, Cava, Brunei, Sri Lanka, Maldiv, Malezya, Polonezya, Hebrit, Kaledonya, Maryan, Karolin gibi okyanus sularının zengin ada devletlerini (boydan boya gezdim). (Bu seyahatime) Avrupa’nın yarısını tamamıyla elinde tutan, şerefli hükümranlığının altına olmakla iftihar duyan, canını feda etmek adına o kudretli makamın sadece şanlı bir fermanını bekleyen İslam âleminin her baştan kuşatan ve 89 milyon kilometre toprağındaki bu geniş toprağı ve bir milyar yüz yetmiş beş milyon nüfusu ile saltanatı altında bulundurmayı başaran sahip şevketli ve güçlü Osmanlı Devleti’nin ortaya çıkış noktası olması münasebetiyle manevi varlığından hiçbir şüphe bulunmayan mübarek Anadolu toprağının güneyinde bulunan Konya Vilayet’ne bağlı Hamidâbad Sancağı sınırlarındaki Eğirdir’den başladım. Burası, benim yaşadığım şehir olduğu için başlangıç noktası olarak seçildi.

      Şanlı bir mazisi bulunan Eğirdir şu an itibariyle üçüncü sınıf bir kaza merkezi olsa da konumunun güzelliği ve tarihi önemi dikkate değerdir. MÖ 22. yüzyılda Irak’tan Anadolu’ya gelen Lid kavminin kalıntılarından müteşekkil bu kadim şehir, Selçuklu sultanlarından Alparslan’ın fetihleri döneminde Romalılardan alınarak İslam topraklarına dâhil edilmiştir. Bu aşılması zor engeli ortadan kaldırdıktan sonra Batı Asya fetihlerini İzmir Körfezi’ne doğru kolaylıkla genişleten bu kıymetli komutan, İslam güneşini daha da aydınlatma azmiyle Çin’e doğru ilerlerken Azerbaycan yakınlarına ulaştıkları esnada yokluğundan istifade edilme ihtimaline karşılık askerlerinin başından bizzat bulunuyorlardı. O esnada ansızın sınırı geçmeye cesaret gösteren Roma İmparatoru Romanos (Romanos Diogenes) ile onun müttefiki Rus kralının tüm güçlerinin Ahlât ve Malazgirt ovalarından karşılayıp sel gibi saldırıya geçen bu düşman bölüklerini yirmi dört saat içerisinde mahvetti. Kurtulanları ise ahdine bağlılık gösteremeyen hükümdarları ile birlikte esir ederek dünyaya korku salmıştı.

      Böylesi bir cesaret ve aslan heykeli bir sultanın soyundan gelmesine rağmen dönüş yollarının güvenliğini sağlamaktan âciz olma, bunun yanı sıra yeteri miktarda mühimmat ve yiyecekleri olmadan tedbirsiz bir şekilde üzerine gelen dört buçuk Tatar’ı dahi karşılamaya cesaret edemeyen, selefinin zafer şükranı olarak tacını ve tahtını bırakmak kaydıyla esaretten azat ettiği Rum kayserinin (Bizans) ailesinin huzuruna çıkmaya can atan Sultan Alaattin bin Keykubat’ın korkaklığı nedeniyle Konya İslam saltanatı düşmüştür.

      Bu devrin ardından Allah’ın bir nimeti olarak gün yüzüne çıkan kıymetli Osmanlı Hanedanı bir güneş gibi açmış ve gücün ve azametin göstergesi padişahımız Gazi Hüdavendigar Efendimiz hazretleri, hükmünü ortaya koymaya başlamıştı. İşte o saadet döneminde Hamidoğlu namındaki derebeyi, padişahın kudretli kapısına yüz sürmeyi ve geniş topraklarını teslim etmeye gelmiştir. Padişahımız lütuf göstermiş ve huzurlarına kabul edilmişti. Bu kabul sonrası Padişah tarafından ihsan edilen yüksek bir tutar ile bu bölge satın alınmıştır. Neticede,