Karçınzade Süleyman Şükrü

Seyahatü'l Kübra


Скачать книгу

yetmiş gün kalmaktadır. Bu şekilde baştan başa don olduğu zamanlarda gök gürültüsü ve şimşeği andırır dehşetli sesler ile gölün birden nefes alıp yükselmesiyle sahillerde bulunan setler, çatmaları ve hatta dağlardan yuvarlanarak kenarlarına ulaşan kaya parçalarını bile yerlerinden oynatmaktadır. Gölün bu doğası gereği sahillerinde set ve rıhtım tutturmak imkânsızdır.

      Göl baştan başa donduğu zamanlarda gerek Adalılar ve gerekse de şehir halkı iskemle biçiminde kare şeklinde tahtaların altına iki adet uzun kemik bağlayarak buz atı olarak adlandırdıkları araçların üstüne binerler. Uçlarındaki mızrağa benzer ve mizmile diye tabir edilen demir parçaya bağlı olan 1 metre uzunluğunda iki tane değneği de ellerine alarak buzdan güç alarak hareket ederler. Bu şekilde buzun üzerinde tren hızında istekleri yere gitmekle kalmayıp kayarak eğlenirler de. Gemilerin seyahat edemediği bu sıkıntılı dönemlerde odun ve zahire nakliyesinde, kızakların da kullanıldığı görülmektedir. Paris’in Buvad Bulan ormanındaki (Boulogne Parkı) havuzlar kış günleri su doldurularak oluşturulan buzlar, çok geniş olmasa da Fransızlar akşamlara kadar üzerlerinde kaymaktaydılar. Sahra kadar geniş Eğirdir Gölü’nün cam gibi düz ve parlak bir şekilde donduğunu görseler güzelliğine hayran kalır, sevinçten çıldırırlar.

      Yağmur mevsiminin son günlerinde kenarları 1 metre kadar çekildiği zaman kuzey tarafındaki bölümünün ortasına doğru yarım mil içerisinde ve Kuş Kayası adında küçük bir dağ karşımıza çıkmaktadır. Kırk günlük kara kış içinde (erbain) buraya gelen martı ve balıkçıl, meki ve karabulak kuşları İstanbul’un Sarayburnu’nda ve Kız Kulesi açıklarında yaptıkları ruha ferahlık veren nağmelerin, izlenmeye doyum olmaz birlikte kanatlanmaları ve kulağa hoş gelen avazlarının daha güzelini bu gölde icra etmekteler.

      EĞİRDİR’İN KONUM BAKIMINDAN GÖRÜNÜMÜ VE SONRAKİ DURUMLARI

      Eğirdir’in doğu ve kuzeyi adıyla nam kazanmış gölün güneybatısında zümrüt gibi yeşil büyük Oluklacı Dağı ile üstünde bulunan Sivri adındaki eski bir volkan bulunmaktadır.

      Adından da anlaşılacağı gibi adı geçen bu dağ şeker kellesi şeklinde ve tepesi hâlihazırda çukurdur. Şehrin güneybatısındaki bulunduğu yerden başlamak üzere Antalya ve Elmalı arazisinin kuzeyini ve Dolamar kazasının doğusunu dolaşarak biri Muğla, diğeri Denizli’de sonlanmaktadır. Bu şekilde iki kola ayrılarak sıradağlar şeklinde oluşumun ortaya çıkmasına sebep olan şiddetli volkanların en sonuncusudur. Volkanik faaliyetlerinin zamanı konusunda kesin bir bilgi olmayan bu ateş püsküren dağın lav ve dumanlarını gökyüzüne saldığı dönemlerde ağzından savurduğu kayraklar (kaygan toprak) ve kızgınlığının son zamanlarında kustuğu madenî maddeler ve sıcak çamurlar, kasabanın batısında bulunan Yazla ve güneyinde bulunan Yumrutaş taraflarına bakan eteklerini tamamen kaplamaktadır.

      Lid kavminin MÖ 22. yüzyılda bu bölgede yaşamaya başlamaları dikkate alınırsa bu dağın söz konusu volkanik durumunun Tufan’dan çok zaman önce sona erdiği anlaşılmaktadır.

      Şehir, bu dağın etekleri içerisinde bulunan İnekdenizi ve Yellibelen adındaki güzel bayırların güneyi doğru ve kuzey tarafları ile güneybatısından kuzeydoğusuna doğru uzanan yarımada ve sonrasındaki adanın üzerlerine kuruludur. On iki mahalle şeklinde yerleşme sağlanmıştır. Şehrin sakinlerinin tamamı Müslümandırlar.

      Yarımadanın sonundan 100 metre mesafedeki Can Ada yerleşime uygun değildir. Yüksekliği az ve dar olduğu için içerisinde düzensiz ama birçok çeşitte ağaçlar bulunan güzel bir bahçeye benzemektedir. Bu adanın benzer mesafede ilerisinde bulunan Nis Adası’nda büyükçe bir Müslüman mahallesi ve beraberinde yedi sekiz evden müteşekkil bir Rum mahallesi mevcuttur.

      İbni Batuta’nın Rihletnamesi’nde (Seyahatname) Cıyan Ada olarak ifade edilen ada aslında Can Ada’dır. Bu adanın o dönemde bu isim ile adlandırılmış olmasının sebebi muhtemelen ya havasının berraklığından ya da her tarafını donatmış olan ağaçlar ve güzel sesli kuşlar olması ve içerisinde insanların olmamasından dolayı yılan ve çıyan gibi canlılardan eksik olmaması yani çok fazla doğal hayatın yaşam alan bulmasıdır. Zorda kalmış ve miskinlerin ihtiyaçlarını gidermek amacıyla bir dönemler Eğirdir’in her bir yanına hayır sahipler tarafından birer dergâh ve imaret yaptırılmışsa bu hizmetlerin vakıfları sonradan kaybolmuş ve hâlihazırda mevcut değildir. İnsanları tembelliğe sevk eden bu gibi kurumların ortadan kalkmış olması sevindiricidir. Lidya saltanatının son hükümdarı Krezüs (Kroisos) tarafından MÖ 564’de yaptırılan ve tamamlanmasının ardından Midya kralı Kiriş tarafından ele geçirilerek istila edilen İç Kale yarımadanın uç tarafındadır. Bu nedenle üç tarafı göl ve güneybatısı sert bir uçurumdur. Şehir, Büyük İskender’in ele geçirilip istila edilmesinden sonra Rumların eline geçtiği dönem Demirkapı Mahallesi’nin olduğu konuma kadar bir dış kale daha yapılmış ve sonradan Romalıların eline geçtiğinde Eskihisar adında çok eski bir kale ile birleştirilerek İnekdenizi tarafları da bu kaleye dâhil edilmiştir. Bir müddet Roma saltanatı hâkimiyetinde kalan bu kale daha sonra Emevilerin eline geçmiştir. Bunun takiben de sırasıyla Abbasilere ve ardından Selçuklular geçtiği devirlerde bu kale Kabasakal dergâhına kadar ilerlemiştir. Dördüncü kata ulaşan kale büyük Osmanlı Hanedanlığına intikal ettiğinde genişletilerek Kapılar Mahallesi’ne kadar olan araziyi içine almıştır.

      Bu şehirde haftada bir defa olmak üzere haftanın ilk günü mükemmel bir pazar kurulur. Doğusu ve batısı göl ile ve güneybatısı da dağ ile kaplı olduğu için tarlaları mülhakatta olması nedeniyle şehir halkı tarımdan değil çoğunlukla sanatkârlıktan geçimini sağlamaktadır. Kasabanın gıda ihtiyaçlarını yelken açan kayıkçılar vasıtasıyla denizden, Afşar tarafından ve yakın köylerden temin edilmektedir. Şehrin ihtiyaçlarını alarak pazara dökülen köylüler sattıkları yağ, yoğurt, yumurta, bal, tavuk, koyun, un ve zahireler ile çeşitli hububat ve her türlü kereste gibi mallara karşılık olarak pazardan alaca bez, ayakkabı, bakır kaplar, dokuma mamulleri ve sanayi ürünlerinden ihtiyaçları olanları alır ve köylerine geri dönerler. Bu bakımdan pazar çok canlı ve işlevseldir. Haftanın ilk günü olan pazar günleri Hamidabad, Burdur ve çevresinden çok sayıda tüccar buraya gelir. Eski tarz kalelerin kaldırılmasından iki yüz elle sene önce Eğirdir’in pazar yeri gölün güneybatı sahilinde ve şehre yarım saat uzaklıktaydı. Bu konuya ilişkin olarak Kervansaray olarak adlandırılan yerin vakfiyelerinden bazı kayıtlar mevcuttur. O dönemlerde pazar bölgesinin bu kadar uzak yerde konumlandırılması alışveriş yapmak bahanesiyle uzaklardan gelmesi muhtemel bir kısım yabancı kimselerin kale ve şehir içine sokmamak amacını barındırdığından şüphe yoktur.

      Osmanlı Devleti kudret ve ezici gücü Umman Denizi’nden Viyana ve Saksonya bölgelerine ve Fas’tan Acemistan’ın (İran) merkezinde bulunan Zencan şehrine kadar geniş bir sahayı elinde tutmaktadır. Kudretinin parlak ışığı gözleri kamaştırmaktadır. Heybeti cihanı titrettiği çağlarda hâkimiyeti altında tebessüm ve neşe içinde Anadolu içinden hiçbir korku ve tedirginlik söz konusu olmadığı gibi bu gibi meseleler için tedbir almaya da hiçbir zaman ihtiyaç duymamışlardır. Bu nedenle ahaliye kolaylık olması için pazar yeri Kervansaray’dan alınarak şehrin kenarında Ağa Mahallesi’nde bulunan Dernek4 çeşmesinin bulunduğu yere taşınmıştır. İki yüzyıldan fazla zaman bu bölgede kurulan pazar yeri ardından tekrar yeri değiştirilerek Ulu Cami’nin yakınlarına getirilmiştir. Bu pazara ait bir bölüm olan Dükkanönü yakın zamana kadar duruyordu. Hâlihazırda bu kısımdan sadece berber varlığını devam ettirmektedir.

      Eğirdir, Murat Hüdavendigar Gazi Hazretleri’nin ortaya koyduğu irade ile Osmanlı topraklarına katıldığı dönem bu bölgenin korunması için şehzade