Karçınzade Süleyman Şükrü

Seyahatü'l Kübra


Скачать книгу

tamamıyla zayıflayan devlet nihayetinde parçalandığı dönemde toprakları, Alaiye taraflarından Karamanlılardan Yusuf Bey; Antalya çevresi Hamidoğullarından Yunus Beyzade Hızır Bey; Eğirdir, Yalvaç, Karaağaç, Isparta ve Burdur çevresi Dindar Beyzade İshak Bey; Afyonkarahisar çevresi Ebu İshak Bey’in kardeşi Mehmet Çelebi; Lâdik tarafları İnanç Bey; Milas tarafları Menteşeoğullarından Şecaattin, Larende kazası Karamanlılardan Bedreddin; Birgi tarafları Aydınoğullarından Mehmet Bey; Balıkesir sancağı Timur Han, Kastamonu bölgesi Süleyman Bey’in ellerindeydi. Fetret Dönemi’nde Eskişehir ve Bursa bölgesi de saltanatın kurucusu Gazi Sultan Osman Han Hazretleri’nin hükmü altındaydı.

      Hicri 726 yılında memleketinden yola çıkarak başlatmış olduğu seyahatinde Anadolu’yu da ziyaret eden İbn Batuta’ya ait “Rıhlet-i İbn Batuta” adındaki Arapça seyahatnamesi Hindistan’dan Degân Haydarabad şehrinde iken Vezir Kütüphanesi’ni (Kütübhane-i Asefi) görmeye gittiğimde kütüphaneci tarafından verilen kitap isimleri arasında dikkatimi çekince talep edip okuma fırsatım oldu. Bu meşhur seyyah kitabında H 738 yılında Eğirdir’e geldiğini yazmaktadır. Geldiği zaman, Taşmedrese’de müderris olan Hacı Müslahiddin adındaki faziletli bir zatın yanında misafir olmuş. Bu şehri kendi hükümranlığına merkez edinen sultan ile görüşüp kendisinden memleketin o dönemki ahlak ve durumu hakkında bilgiler edinerek bunları kayda geçirdiğini yazmaktadır. Bahsettiği dönemde doğudan Cengiz, kuzeyden Hülagü, batıdan Haçlı hücumları birbirlerini takip etmektedir. Ayrıca Batı Asya’daki büyük devletler yıkılarak dünyanın dengesi tarumar olmuştur. Bu nedenle toprakların emniyet ve güvenliği sarsılmış ve vahşetler içinde fetretli dönemler senelerce devam etmiştir. Böylesi bir dönemde her kasaba kendisi sultan ilan eden zorbaların eline düşmüştü. Tarihçilerin Tavaifül Mülük olarak bahsettikleri ve özel bir fasıl olarak işaret ettikleri zulmün baş gösterdiği bu zaman diliminde Hamidâbad ve Burdur taraflarını elinde tutan Dündar Beyzade Ebu İshak Bey de kendisine sultan süsü vererek Eğirdir’i kendisine başkent yapmıştır. Diğer yandan İbn Batuta’nın yazdıklarına göre bu kişi gayet dindar ve mübarek kimsedir. Bu seyyahın Eğirdir’i ziyaretinden yirmi yıl sonra bu şehir Osmanlı Devleti’nin eline geçiyor.

      IBN BATUTA’NIN EĞİRDİR HAKKINDAKİ YAZISI

      Oradan Eğirdir’e yollandık. Kalabalık mı kalabalık bir şehir. Çarşıları şirin ve zengin. Şehrin çevresi ağaçlıktır. Her yanı bahçe. Orada suyu tatlı bir göl bulunuyor. Bu gölde dolaşan teknelerle iki günde Akşehir, Beyşehir gibi köy ve kasabalara gitmek mümkündür. Eğirdir’de Ulu Cami karşısındaki medreseye indik. Burada hocalık yapan Muslihiddîn, Mısır ve Suriye’de eğitim görmüş bir mollaydı. Bir süre de Irak’ta kalan Muslihiddîn gayet güzel ve akıcı Arapça konuşurdu. Zamanının önde gelen erdemli, nükteli ve bilgin insanlarındandı. Bize çok iltifat etti, mükemmel bir ev sahibiydi. Bu şehre hâkim olan Dündâr Beyin oğlu Ebû İshâk Bey, Anadolu’nun önde gelen hükümdarlarındandır. Babası hayattayken bir süre Mısır’da kalmış, hacca gitmiştir. Bu adam temiz kalpli, iyi huylu biridir. Âdeti üzere ikindi namazını her gün Ulu Cami’de kılardı. Namazdan sonra sırtını kıble yönündeki duvara dayar, önünde yüksek tahta bir peykeye kurulmuş hafızları dinlerdi. Hafızlar Mülk, Fetih ve Amme surelerini öyle güzel okurlardı ki onları dinlerken gönüller coşar, tüyler diken diken olur, gözlerden yaşlar boşalırdı. Sonra sarayına dönerdi hükümdar. Bu yılın ramazan ayını onun yanında geçirdik. Ramazan gecelerinde üzerinde minder veya döşek bulunmayan bir kilime oturur, büyücek bir yastığa yaslanırdı. Yanında fıkıh bilgini Muslihiddîn yer almaktaydı. Ben fıkıh bilgininin biraz ötesinde oturmaktaydım. Daha ötede ise beyliğin ileri gelen memur ve kumandanları oturmaktaydılar. Biz böyle otururken yemek getirilirdi; küçük tabaklara konmuş, şeker ve yağla ezilmiş, mercimekten yapılma tirit ilk servisti. Onlar “uğurlu olur” diyerek oruçlarını tiritle açarlar. Bu iftarlığın Peygamberimiz – Allah’ın selâmı ve rahmeti onu kuşatsın– tarafından diğer yemeklere tercih edildiğini ileri sürerek şöyle diyorlar: “Biz onun güzel âdetine uyarak yemeğe tiritle başlıyoruz!” Bunun arkasından öteki yemeklere geçerler. Ramazan ayının bütün geceleri böyledir. Yine ramazan günlerinden biriydi. Beyin çocuklarından biri öldü. Buralılar, Mısır ve Suriye ahalisinin yaptığı gibi ölüye feryadu figan etmezler, hele Lûr halkının hükümdar çocukları öldükten sonra yaptıkları işlerin hiçbirini yapmazlar. Bunu daha önce açıklamıştık. Cenaze gömüldükten sonra sultan ve medresedeki öğrenciler üç gün arka arkaya sabah namazını müteakiben mezarı ziyaret ettiler. İkinci gün halkla birlikte ben de merasime katılmıştım. Sultan beni yaya görünce hemen bir at gönderdi, özür diledi! Tören dönüşü medreseye varınca atı geri yolladım ama kabul etmedi. Şöyle dedi: “Onu sana emanet olarak vermedim, hediye verdim!” Bunun dışında bir kat elbise ve para verdi. Oradan Gölhisar’a yöneldik. Burası dört yanı suyla çevrili küçük bir kasabadır. Gölde bol miktarda kamış bulunuyor. Kasabanın tek bir yolu vardır; kamışlık ile suların arasında uzanır. Sadece bir atlının geçebileceği köprü gibi bir geçit! Kasaba, suyun ortasında yükselen bir tepe üzerine kurulmuş; ele geçirilmesi güç, sağlam bir kale görüntüsünde… Burada ahi yiğitlerinden birinin tekkesinde konakladık. 5

      İbn Batuta’nın, tamamıyla gördüklerini kâğıda aktararak yaptığı bu açıklamalar da bize göstermektedir ki bir dönemler gayet varlıklı ve büyük bir ticari kapasitesi olması nedeniyle bu şehre Küçük Mısır denilmeye başlanmış. Fakat gafil halkımızın yabancı mallara rağbet etmeye başlamasından itibaren eski parlaklığı ve ününü hızlı bir şekilde kaybetmiştir. Mevcut hâlinde yüzün üzerinde ev ile üç bine yakın nüfusuyla dahi gayet refah içerisinde ve güzeldir.

      Gölün sahilinden itibaren tatlı bir hâl içerisinde yükselen sevimli bayırların ve düzlükte bulunan yarımadanın üzerine kurulu mahallelerde büyük üç adet cami, iki minare, on iki mescit, iki medrese, kayıtlarında iki yüz on altı adet itibarlı kitap bulunan zengin bir kütüphane, altı ilkokul (İptidaiye), bir ortaokul (Rüştiye), bir hükûmet binası, bir posta ve telgrafhane, bir Mevlevi dergâhı, beş han, üç hamam, iki yüz yirmi beş dükkân, on iki çeşme ve biraz aralı olan “yazla” adında ruha ferahlık katan bir Askerî Hastane (Debboy-u Hümayun), ayrıca bir Ulu Cami, bir minare, bir şadırvan ve birçok çeşme, bir dergâh, çok güzel üç türbe, çeşit çeşit bahçeler ve göl tarafındaki aşağı yazlada eski dönemlerden kalma kâgir bir yapıda ve tasvir edilmesi çok zor değerli bir hangah, dört güzel türbe, kullanılmayan bir hamam mevcuttur. Yine birçok bağ ve bahçeler gibi zümrüt gibi yeşillikler içerisinde nezih gezinti alanları ve bu yerler ile şehri arasında bulunan Baba Sultan Veli Hazretleri’nin gönülleri süsleyen türbesiyle ile aynı bölgede bir dergâh, bir mescit ve durumu daha sonra açıklanacak ‘sakahane’ mevcuttur. Bunlarla birlikte Nis Adası’nda biri Müslüman, diğer Rum olmak üzere iki mahalle bulunmaktadır. Burada yaklaşık seksen hane, iki ulu cami, bir minare, bir mescit, bir türbe vardır. Ayrıca biri Müslümanlar diğeri gayrimüslimler için olmak üzere iki adet ilkokul vardır. Bir hamam olan bu yerde biri yeni yapılmış diğeri putperestlik döneminden kalma iki kilise bulunmaktadır. Barla ve Bavullu adlarında iki büyük nahiye ve otuz üç köyden ibarettir.

      Mahsullerinden yaptıkları başlıca ihracat ürünleri şunlardır: hububat çeşitleri, tadı ve yiyimi güzel olan bal, tereyağının yüksek kalitede bir çeşidi, afyon, bal mumu, mazı, palamut, kitre, cehri, sumak, çam sakızı, çıra, her türlü kereste ve ahşap malzemeden yapılmış ziraat malzemeleri, kürek, tekne, çıkrık, şimşir kaşık ve kepçe, keçi kılı, yün, tiftik, çeşitli türde av derileri ile ham deriler, keçi, koyun, sığır, dayanıklı at, eşek ve bunlar gibi büyükbaş hayvanlar, demir ziraat aletleri, bakır ürünler, sahtiyan, kundura,