Karçınzade Süleyman Şükrü

Seyahatü'l Kübra


Скачать книгу

kalan bu şehrin kalıntıları hâlen mevcuttur. Bu kalıntılar kuraklık olduğu zamanlar gemiciler gölün derinliğine dikkatlice bakmaları durumunda görülebilmektedir. Bu şehrin su altında kalmasının sebebi MÖ 1184 senesinde Midlerle dokuz yıl boyunca devam eden Truva savaşını kazanarak Anadolu’nun batısına yerleşen Yunanlılardır.

      Yunanlıların hile yoluyla elde ettikleri Çanakkale taraflarındaki Truva’da sekiz yüzyıl boyunca mahsur kalmışlardır. Bu zaman zarfında topraklarını genişletme imkânı bulamamışlardır. Buna karşın bir dönem sonra güç kazanan Asurluların Midler üzerine yürümeleri neticesinde güçsüz kalmalarını fırsat bilerek MÖ 3. asrın ortalarında korumasız hâldeki Konya bölgesine geldiler. Burada, bölgenin etrafındaki bataklıkların kurutulması çalışması için bilimsel bir meclis meydana getirdiler. Bu kurul bataklığın ne şekilde çekilmesinin gerektiği konusunda açık ve net bir çalışma yaptıktan sonra kesin bir karara varacaktı. Bu esnada söz konusu meclise dâhil olup hazır bulunan meşhur Eflatun’un (Platon) “Çukurova elden gitti!” diye bağırdığı bilinmektedir.

      Bu filozofun söylediği Çukurova, Felekabad şehrinin bulunduğu ve Eğirdir Gölü’nü şimdi şekliyle kapsayan bölgedir. Bahsedilen bu olay MÖ 3. asrın ortalarında gerçekleşmiştir. Gölü teşkil eden suyun kaynak sorununu olay ortaya çıkmadan önce keşfetme becerisini gösteren bu filozofun adına nispeten şu an dahi Eflatun Suyu olarak adlandırılmaktadır.

      Bahsedilen bu felaketin tarihî bağlamda doğrulayan birçok gösterge mevcuttur. Bu bağlamda Konya’nın tarihte Nisa adıyla anılması, etrafının bu gölün suyuyla çevrili olmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü adanın Rumcası Nis’dir. Eski Yunanlı meşhur şair Omiros (Homeros) ve tarihçi Herodotos (Herodot) Lidya yönetimi topraklarına seyyah olarak giderek Anadolu’nun büyük bir bölümünü gözlemlemişler ve bu bölgenin ilk haritasını çıkarmışlardır. Bu esnada Konya bölgesinin eski hâlinde etrafının suyla çevrili olması nedeniyle bu bölgeyi kendi dillerinde Nis olarak tanımlamışlardır. Buranın evvelki ismi ise İnkiyom’dur (İkonium). Daha sonra Larende ve en son olarak da Konya denilmeye başlanmıştır.

      EĞİRDİR

      EĞİRDİR GÖLÜ’NÜN MEVCUT DURUMU

      Kuzeyde Afşar Ovası, güneyde doğu Boğazova, doğuda Toroslar, batıda Elmadağlar ile çevrilmiştir. Tüm çevresi 180 kilometre ve derinliği 10 ziradır.

      Başlıca kaynağı Eflatun suyu ve ana kaynağı ise güneydoğusunda bulunan Köprübaşı adındaki bölgeden taşarak, Boğazova’yı batı taraftan Mücevre, Cire ve Tasmacı üzerinden aşarak Tepeli çayırının en son olarak döküldüğü Kovada Gölü’nü oluşturan ırmaktır.

      Âcizane çizip kitaba eklediğim haritada gösterildiği üzere güneydoğudan kuzeye doğru uzanan güzel bir yarımadadır. Bunun ilerisinde yaklaşık 100 metre mesafede ve doğuya doğru Can Adası ve bununla birlikte aynı taraf ve mesafede diğer bir ada olan Nis mevcuttur.

      Gölün Karabağlar bölgesindeki doğu sahili ile sonunda mevcut bulunan Nis adası arasındaki mesafe yaklaşık olarak 500 metredir. Aralarından eşit mesafe olan bu adalar ile yarımada, kuzeydoğuya doğru gölün ortalarına uzanarak güzel bir hilal şeklini almaktadır. Bu durumdan dolayı Lodos ve Poyraz adları altından iki kısım şeklinde tanımlanan gölün kuzey ucunda Hoyran adında geniş bir parçası daha vardır.

      Suyu gerçek manada güzel ve tatlı olan bu gölde çapak, siraz, taraklık, kelten, kavine, şişek ve eğrez adlarında yedi cins balıktan bolca miktarda bulunmaktadır. Bunlar içerisinde taraklık balığı, çapağın ve kelten balığı da sirazın küçük boyutlu olanlarıdır. Bu nedenle aslında beş cins balık bulunmaktadır. Gölün her tarafında bulunabilen bu balıkların asıl avlanma yeri gölün güney tarafıdır. Büyük cinslerine mart ayı ortasından mayıs sonuna kadar köprübaşı olarak bilinen bölgede sahilden güneye akan ırmağın baş tarafında avlanılabilir. Kavinne ve eğrez olarak bilinen ufak cinlere ise kasım ayı başından itibaren başlayıp şubat sonuna değin kasabanın doğusundaki sahillerinden dökme, serpme ve basma olarak tarif edilen farklı şekillerdeki ağlar ile yakalanmaktadırlar. Bu şekilde tonlarca kilo av yakalanabilmektedir. Kavinnenin büyüğü ve uskumrunun benzeri olan şişek cinsinin avı gölün Sarıkamış adındaki kısmına özeldir.

      EĞİRDİR GÖLÜ BALIKLARI

      KÜÇÜK BALIKLAR

      Çapak-Taraklı

      Bu balıkları açık mavi ve koyu sarı renklerde ve pulludurlar. Gayet lezzetli ve hazımları kolaydır.

      Siraz-Kelten

      Bu balıkların ebatça büyük olanları demir renginde, küçükleri ise sarıya çalmaktadır. Pulları küçük ve hafiftir. Ciddi manada yağlı oldukları için hazımları kolay değildir. Bu balıkların karınları yarıldığı zaman kaz yumurtasına şeklinde bembeyaz ve toparlak yağ ortaya çıkmaktadır.

      BALIKLARIN BÜYÜKLERİ

      Kavinne

      Çiroz cinsi bir balıktır. Rengi açık mavi ve beyazdır. Pulsuz olan bu balık son derece lezzetlidir.

      Eğrez

      Beyaz ve açık sarı renkte olan bu balığın muhtelif renklileri mevcuttur. Hafif pulludur ve hazım olarak diğer balıkların en iyisidir.

      Şişek

      Uskumrunun renk ve büyüklüğündedir. Nadir olarak bulunan bu balık pulsuzdur. Tüm çeşitleri çok nadir ve kıymetlidir.

      Çapak ve sirazın on beş kilolu olanına bazen rastlanılmaktadır. Bazı rivayetlere göre otuz kilolusuna dahi rastlayan olmuştur. Ama sürekli çıkarılanlar ise üç, beş ve yedi kilo arasında değişmektedir. Büyük balıkların ava ilk takılanı keltendir.

      Bu balık, kış avcılığının son günlerinde küçük balıklar arasında ortaya çıkmaya başlar. Bunlar ise dünyanın en lezzetli balıklarındadır.

      Büyük bir kısmını dolaştığım dünyanın birçok hâlini gözetleme imkânı buldum. Japonya’dan Londra’ya buzlanmış hâlde balıkların sevk olunduğunu bizzat gözlerimle gördüm.

      Civarımızda bulunan İzmir’de ucuz balıkların kilosu beş kuruştan aşağı düşmemektedir. Bunun başlıca sebebi gemilerin çok uğraması ve denizcilerin çok fazla tüketmeleridir. Kar ve buzun yoğun olduğu Eğirdir’de balıkçılık yapanlar bu incelikleri düşünemeyip balıkları tuttukları yerde okkasını az bir meteliğe3 satmak gibi bir gaflet içerisinde çabalarını israf etmektedirler.

      Hatta Isparta ve Burdur’a sevk ettikleri balıkları dahi buz içinde göndermeyip gönderim esnasında kokutmakta ve balığın kıymeti ve namını öldürmektedirler.

      Ticari girişkenlik denilen güzel bir karakter bu değerli Osmanlı toplumuna ne zaman ulaşacak? Peygamberimizin ağzından çıkmış olan “El elkâsibu habibullah” (Çalışıp kazanan Allah’ın sevdiğidir.) övgüsüne sahip olmaktan kıyamete kadar nasipsiz mi olacağız? Böylesi tembellik içerisinde süregiden hayatımızı boşa geçirmekteyiz. Her bir taşına bin baş feda ettiğimiz mukaddes vatanımızdan yabancılar faydalanmaktadır. Mülk ve emeğimizin en önemli ticaret pazarlarına bizlerin yokluğunda yabancılar kolay bir şekilde yerleşmekte ve hiçbir zahmete katlanmadan gasbederek millî servetimizi kullanarak refah içerisinde hayat sürmektedirler. Daldığımız bu keskin uykudan uyanarak sanatımızı ilerletip, ticaretimizi bu istilacıların elinden kurtarmaz isek memuriyet, ziraat ve çobanlık gibi uğraşların bütün kazançlarının yabancılara fayda sağladığını