Karçınzade Süleyman Şükrü

Seyahatü'l Kübra


Скачать книгу

Asya’yı boydan boya görülmemiş kötülük ve korkuya maruz bıraktığı o hazin günlerdir bu dönemden daha kötüdür. İşte Eğirdir bu saldırılara mertçe karşı koyarak bu hunharca akımların hiçbirisine teslim olmamıştır. Burası din ve devletin onuru için çaba gösteren yiğitlerin toplanma yeridir. Bununla birlikte, İslam ordusunun en önemli mühimmat merkezi konumunda olmuştur.

      Benzeri görülmemiş bir kalabalıkla akın akın gelen Haçlıların ortadan kaldırılması uğrunda savaşan Selçuklu Hükümdarı Kılıçaslan istihkâmlarının gücüne güvenmediği Konya’daki hanedanlarını ve hazinelerini aldırıp Eğirdir’e naklettirdi. Bu durum, buranın Anadolu’nun savunma ve stratejik konum anlamından en önemli yerlerinden biri olduğunu göstermeye yetmektedir. Kâfirler haşeratının temsilcisi Haçlılar adındaki zavallıların iki milyon kadarı, onları karşılayan Müslüman yiğitlerin keskin kılıçlarıyla güzelce param parça edilmişti. Birçoğu aç ve susuz bir hâlde geberdiler. Bu çatışmalardan kurtulabilenler ağızlarının payını alarak perişan bir vaziyette çekildiler. Olaylar yatışana değin bir müddet kendi aileleri ile burada kalmışlardır. Şehirde yıllarca bulundukları bilinmektedir.

      Selçukluların yıkılışından Osmanlı Devleti’nin yükselişine kadar Küçük Asya’nın büyük kısmı Romalıların elinde bulunuyordu. Bu nedenle bu memleket Güney Anadolu’nun asırlarca gözetleme noktası, İslam toprağının en meşhur sancağı ve şanlı sınır boyu olmuştur.

      Orhan Gazi hazretlerinin devrinde ortaya çıkan temiz süt emmemiş Karamanoğlu, Sultan Süleyman hazretlerine değin siyasi oyunlar yapmaya devam etmiştir. Bununla da kalmayıp Köprülüzade’nin vezirliği döneminde yeniden sahneye çıkmıştır. İstanbul’un fethinden Avrupa’ya yönelik devam eden savaş ve zaferler esnasında meşguliyetlerimizden yaralanmaya çalışmıştır. Papa ve İtalyanların kışkırtması ve yardımıyla fırsat buldukça her tarafa hücum etmeye çabalamışlar fakat Eğirdir Kalesi’nin yakınına dahi uğrayamamışlardır.

      Vatanın korunmasına asırlarca göğüs geren bu aslan toprağının geçmişini bilinmezlikten kurtarmak benim için bir görevdir. Bunun için ilk başta İslam öncesi durumunu açıklamak ve Güney Asya’nın geçmişine odaklanmak gerekmektedir.

      Güney Asya’nın tarihi sürecine ve önceki siyasetine dair bilgilerim özet olarak şunlardan bahsedilebilir.

      OSMANLI ASYASI

      Geniş topraklara sahip olan şevketli Osmanlı Devleti’nin yalnızca tarih boyunca en kıymetli yerlerden biri olan Asya topraklarında değil kuzeyde Karadeniz ve Marmara Denizi, doğuda Kafkasya ile Acemistan ve İran Körfezi, batıda Adalar Denizi (Ege Denizi) ve güneyde Kızıl Deniz ile Umman Denizi’ne kadar sınırları uzanmaktadır. Genişliği 4 milyon 500 bin kilometre alanı kapsamaktadır. Bu şekliyle tahminen bütün Avrupa’nın yarısı kadardır. İçerisinde barındırdığı farklı tabaka ve topluluklar nedeniyle coğrafi olarak yedi iklim şeklinde sınıflandırılmıştır: Anadolu, Kürdüstan, Erzincan havalisi, Irak, al-Cîre, Şam, Arap şehirleri. Bu geniş toprakların kendine has bir yeri olan Anadolu ise 130 bin kilometre alan içerisindedir. Yarımadanın denize yüksekliği ise 1.000 metredir.

      ANADOLU

      Anadolu topraklarının Tufan’dan önceki durumu konusu çok net bilinmiyor. Tufan olayı cereyan ettikten sonra yaklaşık yüz elli yıl boyunca buraya hiçbir topluluk ayak basmamıştı. Bu tarihten sonra ilk gelerek burayı vatanlaştıran kişi Samoğullarından Lidyun’dur. Bu topluluk en eski kavimlerden biridir. Bunlar, kadim Irak topraklarında bulunan Kalde ve Resulayn taraflarından gelmişlerdir. Geliş tarihleri milattan 2200 sene öncesine takrip etmektedir. Önceki vatanlarından ayrılıp buraya göç ettiren liderleri ise Namarde’dir. Onun liderliği altında medeniyet ve bilgi alanından ilerleme kaydettiler. Eski Keldani Saltanatı olarak niteleyebileceğimiz bu devletlerini, Azerbaycan tarafından üzerlerine gelen Yafesoğulları’nın yıkıcı hücumlarına karşı korumak ve onlara bağlı kalmaktan kaçınmak istiyorlardı.

      Lid Kavmi yeni vatanlarını kurmakla ve özgür bir şekilde yaşamaya başladılar. Bu sürede Irak hükümdarlarından önde gelenlerini ortadan kaldırarak Babil diyarından Midya Devleti adından yeni bir devlet kurdular. Bundan kısa bir süre sonra Yafesoğulları Anadolu’nun doğu ve kuzeyini tamamen ele geçirerek sınırlarını Kızılırmak’a kadar uzatmıştı.

      Orta ve Güney Asya’da hüküm süren Yafesoğulları’nın batı toplulukları üzerine yürüdükleri dönem malum Tufan’dan sonra eski milletler için yeni bir tufan olarak nitelenebilir. Bu olay kavimleri göçünden biraz evvel olsa da bu zaman farkı çok fazla değildir.

      TUFAN’DAN SONRA ANADOLU’YA YERLEŞEN KAVİMLERİN KÖKEN VE KOLLARI

      Anadolu’nun bu şekilde ilk yerleşiği olan Lid Kavmi, köken olarak kökeni Asurlular ve sonradan buraya gelerek doğu ve kuzeye yerleşen Midyon/Yafesoğulları ile aynı kökendendir. Diğer bir ifadeyle bu kavim köken olarak ilk Türklerdendir.

      Türklerin dünyayı sarsmaya başladıkları bu tarihte Atina ve Mora bölgelerinde kimseler yaşamıyordu. Buralar sahipsiz birer araziydiler. Öyle ki Yunanlıların adını kimse duymuş dahi değildi.

      Anadolu’nun imarından bir asır sonra Türk akıncılardan Balasic kavmi Asya’dan Mora Yarımadası’na geçerek altı asır boyunca bu bölgede hem ikamet etmiş hem de burayı yönetmiştir. Durum böyle ise de zaman içerisinde aralarında çıkan anlaşmazlık ve güvensizlik nedeniyle kavimlerinin buradaki varlığı nihayete ermiştir. Nihayetinden hâkimiyetleri tarumar olmuş ve toplulukları yok olup gitmişlerdir.

      Balasicler sanat ve ticaret bakımından kendi çağlarının çokça ilerisinde etkili ve gelişmiş bir kavim idi. Mora çevresini düzgün bir şekilde imar etmelerinin yanı sıra Anadolu ve İtalya taraflarında dahi önemli topraklar inşa etmişlerdir. Bunun yanı sıra Fransa’nın en önemli iskelesi olan Marsilya şehrini kurmuş ve işletmişlerdir.

      Anadolu’nun zengin ve korunaklı yerlerinden olan ve şimdilerde meşhur ve ören yeri olarak tabir ettiğimiz harabelerin çoğunluğu onların eserleri ve kalıntılarıdır.

      Yunanistan’da bulunan Gemikente, Yerniste, Arğos, Sıkyonte ve Orhumenite kasabaları dahi bu kavimden mirastır.

      Midilli adasının eski milletlerden beri bilinen ve tarihî yollara kadim ismi aslında bu kavmin adından kaynaklı olarak Belasicya’dır (Pelasgia).

      Bunların ihtişamları ortadan kalktıktan çok zaman sonra Helenliler, diğer bir ifadeyle Yunanlılar, Tuna vadisinden harekete geçip Mora taraflarını ele geçişmişlerdir.

      Leh tarafından geldikleri dönemde ciddi anlamda cehalet ve görgüsüzlük içerisindeydiler. Eski Yunan’da sonraları görülen üstünlüğün sebebi, ele geçirdikleri bölgelerde ilk Türkler diyebileceğimiz Belasiclerden (Pelasgian) kalan mirası değerlendirip tecrübe edinmeleridir.

      Bu sırada Ege Denizi’nde bulunan adalar Fenikelilerin; Eğriboz ve Atina bölgeleri ise Mısır göçmenlerinin ellerindeydi.

      Yunanlılar, Türklere, Araplara, Fenikelilere ve Kıptilere karşı kendilerini kadim bir medeniyetin kurucusu olarak göstermek ve hatta Anadolu’nun ilk sahibi görüntüsü vermek istemektedir. Fakat kendileri daha gün yüzüne çıkmamıştı ki Mısır muhacirlerinin lideri Şikrup MÖ 1556 yılında Atina şehrini kurmuştu. Bu adam, Mısır’ın Tuna yönetimine tabi Kefreziyat kasabasına üç saat mesafede bulunan Salhicr köyündedir.

      İlk Türkler ile Keldanilerin, Kıptilerin ve Fenikelilerin medeniyet göstergelerini yaymaya ve bilgilerini yaymaya ve şehirlerini imar etmeye çabaladıkları bu parlak yüzyıllarda Yunanlılar isim ve varlıktan tamamen mahrumdular. Söz konusu bu dönemlerde onlar rutubetli Lehistan’ın kirli mağaralarına sokularak vahşi bir