Karçınzade Süleyman Şükrü

Seyahatü'l Kübra


Скачать книгу

geçtiği gibi kadim Türkler olan Mid Kavmi, MÖ 1200’lerde Lidyalıların peşinden gelerek Anadolu’nun doğu ve kuzeyine yerleşmişlerdir. Burada Kapadokya adıyla imar ettikleri bu geniş araziye “Mazaka” adında bir şehir kurup burayı başkent yapmışlardır. Roma İmparatoru Tiberius burayı istila ettikten sonra bölgeyi biraz daha genişletip daha güzel hâle getirmiştir.

      Ardından kadim ismini Agustus adlı kayserin (kaiser)25 ismine nispet ederek “Kayseri” ismine çevirmiştir. O devirdeki şehir şimdiki Kayseri’nin güneybatısında yirmi dakika mesafede kalan Talas köyünün bulunduğu tepelerde bulunmaktaydı. Miladi 260 yılında kadim Fars Kralı Şapur Kapadokya’yı Romalılardan alarak hem şehri yağmalayarak tahrip etmiş hem de tüm ahalisini de katliama uğratmıştır.

      Ardından Romalılar güçlerini toplayıp buraları İranlıların elinden tekrar almışlardır. Sonrasında bahsedilen bu tepelerin altına ikinci bir Kayseri inşa etmişlerdir. Bu şehir de yaşanan şiddetli bir deprem neticesinde yıkıldığı için şehir halkı dağılmış ve bölge bir süre ıssız ve yıkık bir alan olarak kalmıştır. Şehrin mevcut üçüncü hâlini kurup imar eden Selçuklu Türkleridir. Tarihî kayıtlardan elde edilen çıkarıma göre Kayseri’yi ilk ve son yapan halklar Türkler olmuştur. Romalıların uydurması gibi bu şehir bir Roma müessesi değildir. Seçkin sahabe efendilerimizin Kayseri’nin fethini Hz. Ömer’e ulaştırdıkları zaman kendisinin çok sevindiğine dair tarihî kayıtlara bakıldığında Romalıların İslam’dan sonra yapmış oldukları ikinci şehrin bu dönemde de yerinde durduğu anlaşılmaktadır. Anadolu topraklarındaki volkanların hepsinden daha sonra faaliyete geçtiği tahmin edilen bu eski volkanın sebep olduğu depremler şehrin başına ikinci bir Şapur kesilmiştir. Bu depremler sonucu tamamen yıkılan şehir, Selçuklular zamanında şimdiki Kayseri kurulup imar edilmiştir. Bu yeni şehir Erciyes Dağı’nın kuzeyine bakan eteğinde ve Kızılırmak’ın bir kolu olan Karasu Nehri’ne dökülen küçük bir çayın üstünde konumlanmıştır. Koca ovayı yer yer kaplayan büyük kayaları vakti zamanında ağzından püskürten bu heybetli dağ tek başına bir hâldedir ve yüksekliği 3961 metredir.

      Şehrin ortasına geçmiş asırlarda sağlam ve yerli yerinde bir şekilde yaptırılan Kapalıçarşı çok güzel ve emsalsizdir. Fakat içerisine yerleştirilen dükkânların çoğunluğu çerçi, hırdavatçı ve atar gibi getirisi fazla olmayan işler yapmaktadırlar. Bu nedenle bu yüksek bina süs ve kıyafetten yoksun güzel bir cariye gibi çıplak ve süssüzdür. Bazı mahallelerin sokakları geniş ve bir düzen içerisinde olsa da pek az sayıda yüksek bina bulunan bu sokaklarda evler alçak yapılıdırlar. Yakınındaki köylerin nüfusu ile birlikte toplam nüfusu tahminî olarak 75 bindir. Bu nüfus içerisinde 49,600 Müslüman, 25.400 Hristiyan mevcuttur. Şehir halkının olağanüstü zekiliği ve ticaret dünyasındaki harika maharetleri Yahudilerin gözlerini korkutmuştur. Bu nedenle şehre ayak basmazlar.

      Kayseri de Konya gibi Anadolu’da Arapça ilimlerin merkezlerinden biri sayılmaktadır. Bu manevi gıdası bol şehirde yüz elli cami ve mescit, otuz dokuz medrese, bir rüştiye, elli sekiz ilkokul, iki bin doksan cilt kitabı bulunan üç kütüphane, otuz bir tekke, sekiz kilise, bir gureba hastanesi, bir potasyum nitrat fabrikası, üç bin yedi yüz on dükkân ve mağaza, yüz on beş fırın, otuz han ve on bir hamam bulunmaktadır. Buradaki ibadethanelerin en güzeli ve büyüğü Fatih Sultan Mehmet Han hazretlerinin yaptırdığı ulu camidir.

      Şehrin güneybatısında bulunan Sazlıgöl adlı bataklık kenarındaki tepeler üzerinde her çeşit üzüm ve meyve ve kaliteli cehri bitkisi yetişmektedir.

      Batı yönünden gelen İncesu Irmağı’nın meydana getirdiği bu bataklık havanın temizliğini bozmaktadır. Hayvanlar için belli başlı meraları mevcut olduğu için bu bataklığı kurutmaya ihtiyaç duymazlar. Ovanın rutubetli yerlerinde Tophane-i Amire için toplanan potasyum nitrat madeni bulunmaktadır. Ayrıca, Ovanın içerisinde eski devirlerden kalma çok sayıda kâgir kümbetler bulunmaktadır. Ne zaman ve ne amaçla yapıldıkları yerli halkı bilmemekte, tarihî olarak da bir bilgi bulunmamaktadır. Bu kümbetlerin ilk dönem Romalılar zamanında yapılan tapınaklar mı ya da Hristiyanlığı kabul etmeleri sonrasında hükümdar ya da dönemin ileri gelenlerine ait mezarlar mı olduğu konusu kesinlik kazanmış değildir. Çünkü sert küfeki taşından yapıldıkları için sanki usta elinden yeni çıkmış gibidirler. Bu güçlü yapılar bulunmaktadır. Bu nedenle tahminler ihtilaflıdır.

      Şehrin çevresindeki Talas köyü ve Zencidere köyü gibi yerler Avrupa kasabalarıyla rekabet edebilecek güzellikte, tepeciklerin üzerlerine ve yeşil vadilere yapılan derli toplu köylerdir. Köylerin ahalisi tamamen Ermeni ve Rum’dur. Sancak merkezi olan Kayseri ve civarındaki köylerde daha önce bahsedildiği gibi 25.400 Hristiyan nüfusu mevcuttur. Bu nüfusun 14 bin 400’ü Rum, 11 bini Ermeni ve 1.200’ü Protestan’dır.

      KAYSERİLERİN ÂDETLERİ VE AHLAKI

      Büyük Osmanlı Devleti’nin kıymetli gölgesinde yaşamakla onur duyan dini canlandıran, zeki ve yiğit oldukları kadar da dini yaşayan hareketli insanlardır.

      Şehrin zihni açık Rumları ve Ermenileri dahi tamamen Türkçe konuşmaktadırlar. Bu durum da onların Osmanlı’ya olan bağlılıklarının derecesini göstermektedir. Müslüman ya da Hristiyan, bu şehrin çalışkan insanları tarımdan daha çok sanat ve ticarete meraklıdırlar. Özellikle sarraflık ön plandadır. İş güçlerine bağlı olmaları nedeniyle gelirlerini artırmak için dünyanın en uzak yerlerine ve gidilmesi çok zorlu köşelerine kadar ürünlerini naklederler. Rekabet dünyasında bu derece usta ve kısmet kovalamakta eşsiz oldukları gibi görmüş geçirmiş ve aydın düşüncelidirler. Fakat buna rağmen Cahiliye Dönemi’nden kalma bir kısım âdetlerini ve korkularını hâlen daha terk etmemiş olmaları insanı hayrete düşürmektedir. Piyadelik eğitiminde kılıç-kalkan kullanma usulünün ilk aşaması sayılan zeybek oyunu Selçuklu Türklerinin ve süvari manevralarını öğrenmeye yardımcı olan cirit oyunu Osmanlıların olduğu gibi sapan taşıyla savaş oyunu yapmak âdeti de Romalıların icadıdır.

      Son yüzyılda kaydettiği gelişme sayesinden harp sanatında değişikliğe yol açan değişim dönemin henüz başlangıç dönemlerinde Romalıların uyguladıkları sapan taşı kavgası Kayserililerin gelenekselleştirdikleri bir uygulamadır.

      Müslüman ve Hristiyanların ayak takımının ihtiyar ve gençleri eksiksiz bir şekilde Tepe Meydanı’nda toplanırlar. İlk başta karışık olarak iki takım oluştururlar. Sonra sapan taşları26 ile uzaktan mücadeleye başlarlar. Çok eski dönemlerin bahtiyar insanları tarafında yapılan bu maskaralığı değil taklit, yeniden düzenlemek bile lüzumsuzdur. Bunu yaparken taraflar yumurta şeklindeki taşları birbirlerine aralıksız bir şekilde sallarken taşları karşıdakine isabet ettirmeye özen gösterirler. Karşıdakiler de bu taşları atanların cahilce hareketlerini küçümseyerek “Zaman o zaman mı?” manasında ıslıklayarak üzerlerine saldırırlar.

      Kişisel hayal kırıklıklarının esiri bu cahil insanların birinin diğerine kendince layık gördüğü zarar ve eziyete uğratma âdetlerinden kurtulalı iki buçuk yüz yıl gibi uzun bir zaman geçti. Fakat Kayserililerden yakalarını kurtaramayan bu küçük taşlar üzerine gelenlerin bulundukları yerden uzaklaşmasına sebep olmuyor. İşin açıkçası kafalarına ve kulaklarına çarptıkça onların kızgınlıklarını artırıyor. Bu şekilde kalın kafalarını kızdırıyor ve karşı tarafa derhâl düşman kesiliyorlar. Bu şekilde can acısı içinde birbirleri ile yüzleşen bu münasebetsiz insanlar bu defa iki elleriyle birden kaldırdıkları büyük taşları atarak birbirlerinin başlarını ezmeye çalışıyorlar.

      Bunun bir Romalı âdetini ölümsüzleştirme olduğundan habersizdirler. Arada bir gerçekleştirdikleri bu şeytan icadında ne kadar baş