Karçınzade Süleyman Şükrü

Seyahatü'l Kübra


Скачать книгу

yaşantılarını yaralayan ve kendilerini kötü duruma düşüren bu gereksiz Roma âdetini acaba ne zaman terk edecekler?

      Dans etmek, çağdaş toplumların, insan bedenine faydalı jimnastikten bir uygulama olarak kabul edilmekte ve beğenilmektedir. Bu anlamda cihanı titreten eski heybetimizi resmeden zeybek oyununun devam ettirilmesinde hiçbir sakınca bulunmamaktadır. Yukarıda sayılan âdetlerden cirit oyunu ise din ve diyarımızın düşmanın şerrinden korunması adına öğrenmemiz farz askerî bir kanundur. Ecdadın cesaretli tabiatının bir meyvesi olan Rüstem yolunda bir gösteri olarak içerisinde yalnız sevgi değil hikmetin de olması gereken bu güzel uygulamanın kapsam ve muhtevası ne yazık ki bugün rağbet görmemektedir. Gençlerimizin at binicilik alanında idman yapmalarına ve süvari talimlerini öğrenmelerine yarayacak olan bu güzel âdet yalnız Adana’da da olsa devam ettirilmekteyse de Vali Bahri Paşa’nın bu âdeti sonlandırdığını duyunca şaşırdım.

      Kayseri’nin Müslüman Mezarlığı niyam niyam kabilelerinin kulübeleri kadar ürkütücüdür. Yeni ölen biri için kazdıkları eski mezardan çıkan kemikleri tekrar defnetmek gibi bir âdetleri olmaması nedeniyle kan dökücü Hülagü’nün Bağdat’ta insan kafataslarından yaptırdığı korku veren kaleyi anımsatmaktadır. Burada da yer yer yığdıkları kafa ve vücut kemikleri, aynı orakçıların tarlalarda yaptıkları demet yığınları gibi koca kabristanı kaplamış durumdadır.

      Benimle birlikte bu müthiş kabristanda gezinenler “Şu babamın, annemin ya da kardeşimin kafa kemiğidir. Şuralar yaptığı taş kavgası esnasında zedelenmiştir.” tarzında duygusuz bir şekilde bana gösteriyorlardı. “Başka bir ölüyü gömmek için kazılan mezardan bunların çıkarılıp da bunları ortada bırakmak günah değil mi?” diye itirazda bulunduğum da bana “Göreneğimiz böyledir.” cevabını verdiler. Ölüye saygısızlığın bu derecesini vahşiler bile yapmaz. Şehrin batısındaki Ali Dağı ile civarında bulunan Seyit Battal Hazretleri’nin makamları arasındaki düzlükte kadim Kayseri Kalesi’ne ait bir duvar parçası bulunmaktadır. Etlerinden pastırma yapmak için Erzurum’dan getirdikleri büyükbaş hayvanların kemiklerini dahi sevap diye bu kale duvarının dibine tepeliyorlar. Ermeniler ve Rumlar ise Müslümanların sevap diye orya yığdıkları kemikleri fırsat buldukça kolay bir şekilde çuvallara doldurup iskelelere götürüp satmaktadırlar.

      ŞEHR-İ KIŞLA (ŞARKIŞLA)

      Şarkışla Kayseri ile Sivas arasındaki yol üzerine bulunmaktadır. Her tarafı bataklık olan bir ovanın ortasında bulunması nedeniyle havası ağırdır. Fakat otlak ve tarlaları çok miktarda ve verimlidir. Çoğunlukla etleri, sütleri için beslenen deve, sığır ve koyun gibi hayvanları olan bölge halkı zengin ve refah içerisindedir.

      Suyu ve havası nedeniyle kasabanın nüfusu ve büyüklüğü artmamaktadır. Mevcut hâliyle bir köyü andırmaktadır. Kadim ismi Tenos olan bu kazanın merkezi Sivas vilayetine bağlıdır.

      Şehre gelen yabacıların konaklayacağı bir han olmaması nedeniyle Telgraf Müdürü’nün evinde bir gece misafir oldum. Ertesi sabah yarı canlı bir şekilde kalkarak Sivas yolunu tuttum.

      İkindi vaktine doğru büyük bir dağın eteğine ulaştık. Çakıllı yol bu dağın eteğinden tepesinden geçmektedir. Yokuşa çıkmakta zorluk yaşayan hayvanlara acıdığımız için arabalardan inip yürümeye başladık.

      Diğer arabalarda birkaç Çerkez genci bulunmaktaydı. Onlar da arabalarından indiler. Arabacılar dağın tepesine ulaştığımızda Sivas şehrinin görüneceği müjdesini verdiler. “Göründü Sivas’ın Bağları” isimli meşhur dokunaklı hikâyeyi söyleyerek sevinçli bir şekilde yokuşu çıkıyorduk. O an hava birdenbire bozuldu ve dolu ile karışık şiddetli bir yağmur altında kaldık. Öyle ki bırakın Sivas’ın bağları hayalini, birbirimizi bile göremez olduk. Güneşin batışına doğru dağın tepesine ulaştık. Bir saat sonra da dağın diğer tarafına ulaşarak Kızılırmak kenarına vardık. Bu dehşetli nehrin üzerine yapılan kâgir köprü çok dardır. Bu nedenle deve sürüsü gibi akın akın gelen öküz arabalarının geçişini tamamlayana kadar köprübaşında bekledik. Bir saat süren bu bekleyiş ardından gece yarısı Sivas’a ulaştık.

      SİVAS

      Geçmiş dönem milletlerinin “halis” kelimesi ile tabir ettikleri Kızılırmak’ın doğusuna 2 kilometre mesafede dağ kenarında bir düzlükte konumlanmıştır. Ağaçlardan yoksun çevresi tarlalardan ibarettir. Sokakları dar ve çamurludur. Siyah kerpiçten evlerinin çatıları topraktır. Bu nedenle keyif vermeyen manzaralı bir şehirdir. Nüfusu 30 bindir. Arazisi, Kızılırmak Nehri’nin su yatağından getirdiği dayanıksız bir yumuşak toprak tabakadır. Bu nedenle binaları için ne kadar derinden temel kazsalar yine de çok dayanıklı olmuyor.

      Şehir yüz senede birkaç kere yenileniyor. Bu bakımdan eski eserleri gözden kaybolan şehrin bazı minareleri de eğik hâldedir. Daha yeni yapılan çoğu evde yapı devrilecekmiş gibi bir eğim meydana gelmiştir. Şehrin ortasından geçen Bağdat Caddesi düz ve geniştir. Diğer sokakları ise dar ve bükümlüdür. Kanalizasyon çukurları görünür hâldedir. Tavra Nehri’nin bir kolu şehrin içinden geçmektedir. Her ne kadar şehrin etrafında şalgam tarlaları dışına bir şey bulunmasa da pazarında her türden meyve ve yiyecek bol miktarda bulunmaktadır. Bu durum şehre bağlı köy ve kasabalardaki bağ ve bahçelerin çokluğu ve bolluğunu göstermektedir. Denizden 1000 metre yüksek bir konumda olması nedeniyle yaz mevsiminde sıcaklık 25 dereceyi aşmamakta, kışın ise eksi 18 dereceye kadar inmektedir. Zemheri kış soğuğunda ortaya çıkan bir yangın esnasında tulumba ile atılan suyun hortumdan çıkar çıkmaz donması sonucu yangının söndürülemediğinden bahsettiler.

      Hükûmet Dairesi şehirdeki çok yüksek binalardan biridir. Bu binanın etrafında büyük oteller ve düzenli evler bulunmaktadır. Adaletinin gölgesinde hayat sürdürdüğümüz Osmanlı Hanedanı’nın iftihar duyulacak hayır ve iyilik kıymetli eserleri bulunmaktadır. Bunların içinden kapıları İran tarzı mimaride karşılıklı olarak yapılan Ulu Cami ne yazık ki yıktırılmış ise de Taşmedrese görmeye değer eserlerden biridir. Genişliği ve büyüklüğü yıkıntılardan anlaşılan sözü edilen bu cami eski sadrazam Halil Rıfat Paşa vali olduğu zaman yıktırmış ve taşları da yapım aşamasında idadi mektebin binası için kullanılmıştır. Şu an mevcut bulunan bu süslü kapısının iki yanında parıldayan çinili minareler dışında camiye ait bir bölüm kalmamıştır.

      Halil Rıfat Paşa’nın Mısır’ı yıkıp kökü tamir etmek anlamına gelen bu bilgisizce işine yönelik şikâyeti, çifte şahitler gibi dikili duran süslü o iki minare haklı çıkarmaktadır. Ben de onların harika bezemelerinden gözlerimi bir an dahi ayıramadım. İstanbul’daki Darulhadis’in ebadında ve görünümünde olan Taşmedrese yenilenmeye ihtiyaç duymaktadır. 83 bin metrekare alanıyla arazisi bütün Yunanistan’dan 13 bin 700 kilometre daha fazladır. Nüfusu ise 1 milyon 100 bin kadardır. Kendi adıyla anılan geniş bir arazinin ortasında olan vilayet, merkezî bir konumda olması nedeniyle tren hattının gelmesinden sonra çok daha genişleyeceğinden şüphe yoktur. Abdulvahap Gazi ile Şehzade Ertuğrul hazretleri ve eski sadrazam Fuat Paşa’nın babası Keçecizade İzzet Molla’nın kabirleri burada bulunmaktadır.

      YILDIZELİ

      Tokat ile Sivas arasında gayet verimli ve yeşil geniş bir ovanın Çamlıbel kazasına yakın tarafında daha yeni oluşan bir yerdir. Şehrin bayındırlığı ve manzarası Avrupa şehirlerine benzemektedir.

      Yıldızeli, kurulması ile birlikte kendi adıyla anılan kazanın merkezi olmuştur. Diyarbakır ile Samsun arasındaki ana yol üzerinde bulunması nedeniyle önemlidir. Ticareti de günbegün artmaktadır. Konumu gayet güzel ve havası ile suyu kalitelidir.

      ÇAMLIBEL

      Meşhur