Karçınzade Süleyman Şükrü

Seyahatü'l Kübra


Скачать книгу

olan bu kapıdan geniş ve bezemeli bir salona girilir. İçeride birkaç adım ileride bir iç kapı da bulunmaktadır. Bu kapıyı da açtıktan sonra içeride girip sekiz basamaklı bir merdivenden aşağı inilmektedir. Yunus Peygamberin mübarek kabri işte buradaki kubbenin altındadır. Ben de o mübarek cenneti ziyaret etme bahtiyarlığına ulaşarak huzur buldum. Tamamen Rabb’imizin bir yardımıyla ulaştığım bu fırsata bir şükür niyetiyle kurban kestirdim. Buradan dönüşüm esnasında da Koyuncuk Tepesi’ne uğradım.

      Beni Yunus Mahallesi ile gitmekte olduğum harabe bölge arasında Huser Irmağı akmaktadır. Bu suyun üzerinde yapılmış olan taş köprüden geçtikten sonra biraz ileride Koyuncuk Tepesi’nin eteklerine ulaşılmaktadır. Tepeye vardıktan sonra yokuş yukarı yürümeye başladım. Bu kare tepenin her tarafı iki yüz adım yüksekliktedir. Üst kısmı bir ova gibi düz olduğu için civar köylüler burada kırmızı kavun ekimi yapmaktadırlar.

      Yarım yüzyıl önce bu tepede kazı çalışmaları yapılması nedeniyle birçok yeri delik deşiktir. Bazı kısımlarında da cetvelle çizilmiş gibi düz ve tertipli büyük dere kanalları bulunmaktadır. Büyüklüğü enkazından anlaşıldığı üzere Musul kadar olan harabe şehirdeki bu vadiye benzeyen çukurların zamanında sarayın bölümlere ayrılması amacıyla yapılan yollar olduğu anlaşılmaktadır. Kazılar neticesinde ortaya çıkarılan fakat cüsseli yapıları nedeniyle başka yerlere nakledilemeyen resim ve heykellerin birçoğu güneş ve yağmur nedeniyle tahrip olmaktadır. Bu ihtişamlı sarayın büyük kapısının iki tarafında da bulunan büyük fil heykellerden anlaşıldığı gibi yontma sanatı çok eski zamanlarda ileri bir noktaya ulaşmıştır.

      Bunlar beyaz mermerden yapılma sanatsal bir tarzda devasa büyüklükte fil şeklindedirler. Bu heykeller, filin hortumunun uçunundan eşit şekilde ortasından ikiye ayrılarak kapının iki kanadına konulmuşlardır. Duvarlardaki tasvirler gibi çalışmalara da çevredeki terbiyesiz çocuklar tarafından kırılmakta ve zarar verilmektedir.

      İngiliz Devleti tarafında ayda 12 lira maaş alarak bu terk edilmiş bu tarihî eserleri koruyan bir bekçinin bulunduğu bilgisini aldım. Bu şahıs buralar kesinlikle uğramadığı gibi buradakiler kendisi hakkında bir bilgiye de sahip değiller. Ziyaret ettiği bu dönemde vali olarak Gürcü Osman Paşa makamdaydı. Kendilerini ziyaret edip Niksar’da muhacir olarak ikamet eden kendi hemşehrilerinin selamlarını ilettim. Ziyaretimden çok memnun kaldılar.

      ERBİL

      Erbil, Musul’un güneydoğu tarafındır ve şehre 16 saat mesafe uzaklıktadır. Harput ile benzer şekilde Erbil de geniş bir ovanın içerisinde 200 adım yükseklikteki kare şeklinde bir tepeyi çevreleyen devasa bir kalenin içerisindedir. Bununla birlikte, surların dışında da evler bulunmaktadır. Erbil’de, aşağı mahalleden kaleye doğru çıkan yol üzerindeki büyük havuza dökülen bir doğal kaynak suyu bulunmaktadır. Bu akarsu dışında da başka bir su gözlemlemedim. Şehirdeki herkesin kullandığı bu kaliteli suyun tadı lezzetlidir.

      Bu bölgenin halkı Selçuklu Türklerinin soyundan gelmektedir. Çok kaba ağızlı bir dil kullanmaktadırlar. Şehir halkı, Şeyh Ebubekir Efendi gibi akli ve bâtıni ilimlere vakıf birçok âlimin kendi topraklarında yaşıyor olmalarından dolayı çok mutluluk duymaktadırlar. Çok verimli bir ovası, hoş bir havası ve güzel bir manzarası bulunmaktadır. Şehir, konum olarak Büyük Bağdat Yolu istikametinde olması nedeniyle saymak bitmez miktarda yabancının uğrak yeridir.

      Geldiğim dönemde kaymakamlığını Revandizli Abdullah Paşa yapmaktaydı. Her ne kadar kendilerini ziyaret etmek maksadıyla kaledeki Hükûmet Dairesi’ne gittiysem de o an şehri dolaşmakta oldukları için bu mümkün olmadı. Fakat yerine vekâleten bıraktığı oğlu Sait Bey ile görüşebildim. Kendisi yaklaşık olarak yirmi yaşlarında olan bu kişi gayet terbiyeli ve akıllı biriydi. Asil evladını terbiye etmeyi başaran Paşa kesinlikte bahtiyar biri olmalı ve tebrik edilmeyi de hak etmektedir.

      REVANDİZ

      Deyri Harir, Babaçiçek ve Kân-u Tuman köyleri Revandiz yolu üzerinde etrafı meşeliklerle dolu köylerdir. 2000 rakımlı bir dağa çıkan yola ise Sardaya denmektedir. Meşhur siyasi şahsiyetlerden merhum Reşit Paşa, Kör Mehmet Paşa’ya haddini bildirmek için yanına çok sayıda asker alarak Revandiz’e geldiği zaman Deli Ali Bey Boğazı denilen bu yolu kullanmamıştı. Bunun yerine boğazın güneyindeki Marir düzlüğündeki bayırı kullanarak dağa tırmandığını ve bu şekilde Sardarya Tepesi’ne indiğini kaydetmektedirler. Revandiz’in önünden gür bir şekilde akan Cendeban Suyu ile Baykal Suyu dışında Zap Suyu’nun bir kolu daha akmaktadır. Havası ve suyu güzel olan dağlık bir şehirdir. Bunların dışında övünebileceği tek tel halkının güzelliği ve bakımlı oluşlarıdır. Bölgenin İran sınırında olması nedeniyle bir tabur askeri bulunmaktadır. Burada iki yıl memuriyet yaptıktan sonra Zaho’ya tayin edildim.

      ZAHO

      Bu şehir, kendi adını aldığı Zaho Irmağı’nın ortasında, meydanda genişçe bir adanın üzerine kurulmuş yıkık dökük bir yerdir. Şehrin göze çarpan yegâne binaları Hükûmet Dairesi ve şehrin önde gelenlerinden olan Ağazade Hacı Yusuf Ağa’nın kendi evidir. Şehrin çok ağır bir havası vardır. Bu şehirde geçirdiğim iki yıllık memuriyet yaptım.

      Vazifemi tamamladıktan sonra Cizre, Nusaybin, Urfa, Halep ve İskenderun üzerinden Mersin’e geçtim. Merhum validemi Adana’da bıraktım. Ardından Silifke, Gökbelen, Ermenek ve Karaman üzerinde önce Konya’ya geçtim. Burada trene binerek Eskişehir istikametinden iki gün içerisinde İstanbul’a vardım.

      NUSAYBİN

      Mardin şehrinin kurulu bulunduğu dağın eteğinde olan Nusaybin, Dicle ve Fırat Nehri’nin kuzey ucundadır. Tarsus gibi bağ ve bahçelerle dolu suyu bol bir şehirdir. Yaz mevsimleri çok sıcak ve kış mevsimleri ise çok soğuk olan havası ağır bir yerdir.

      Cennetmekân II. Mahmut Han döneminde yapılmış çok büyük ama harabeye dönmüş bir süvari kışlası bulunmaktadır. Meşhur Ebu Navas’ın “Nusaybin’in havası bir gün beni mutlu etti ki ben de o gün ondan memnun oldum. Keşke dünyadaki iki beklentimden biri olaydı.” diye havasına yaptığı serzenişe bakılınca şehrin havasının önceden beri kötü olduğu anlaşılmaktadır.

      URFA

      140 bin kilometre çapında çevresi olan Dicle ve Fırat arasındaki şehirlerin en bayındır ve güzel olanı Urfa’dır. Peygamberlerin dedesi Hz. İbrahim aleyhisselamın mübarek makamları bu şehrin seçkin bir yerinde bulunmaktadır. Dünyaya geldikleri yerin mağaranın ön kısmında bir liman genişliğinde ve çevresi düzenli bir şekilde imar edilmiş bir havuz bulunmaktadır.

      Bu havuzun içi ikişer kilo ebatlarında çapak balıkları ile doludur. Bu balıkların sayısı milyonlara ulaşmaktadır. Buraya gelen ziyaretçiler bereket ve uğur getirir düşüncesiyle bunlara ekmek kırıntısı gibi yiyecek şeyler atmaktadırlar. Bu nedenle insanlara alışıktırlar. Öyle ki onları izlemek için havuz kenarına geldiğimde, onlara ekmek vermem için önümde yığıldılar.

      Hz. İbrahim, Nemrut’un ateşine burada atılmıştır. Lanetli Nemrut’un bu iş için yaptırdığı mancınık, bu işe özel inşa ettirdiği çift sütunlu kale içerisinde hâlen durmaktadır. Ebatları fabrika bacaları büyüklüğündedir. Henüz ateşli silahların icat edilmediği dönemde kaleleri kuşatma altına alınmış olanlar düşman kuvvetini dağıtmak için kale içerisinde mancınıkları vasıtasıyla büyük kayalar atmak için bu mancınıklara ihtiyaç duyarlardı. Bu çifte sütunların da daha önce yapıldığı ve Hz. İbrahim’in bunlara bağlı mancınıklar ile ateşe atıldığına dair bir şüphe yoktur. Çünkü her bir tanesi İstanbul’daki Çemberlitaş büyüklüğünde