Karçınzade Süleyman Şükrü

Seyahatü'l Kübra


Скачать книгу

Buralarda icra edilen ince sazları dinlemek için bu bölgeyi gezdim. Nehrin iki yanını da çevreleyen setlere gölge yapan güzel yapraklı ağaçlar bulunmaktadır. Ben de bunların altında dizilmiş iskemlelerden birinde oturmuş nargile içiyordum. O esnada telgraf memurluğundan tanıdığım birkaç beyefendi yanıma doğru geldiler. Onların sayesinde burada yalnız başına oturup düşünmekten kurtuldum. Bunlar, Telgraf Bakanlığı eski muhasebecisi kötü namıyla meşhur Bedri’nin kötülüğüne uğramış şansızlar insanlardandı. Bu adamın eziyet ve kötülüklerini anlatmakla bitiremeyen bu çaresiz adamlar konuyla alakalı konuşmaya ilk başta şu cümleyle başladılar: “Bedri burada başmüdür olarak başımıza Firavun kesildiği zaman eski vali merhum Cemil Paşa’nın evini kiralamıştı.”

      Hersek İsyanı’nda postaneden zimmetine geçirdiği meblağı ve eksik parayı hükûmete hissettirmeden yavaş yavaş kullanmak için: “Ailemize ya da gelinimize şu kadar bin lira miras düştü. Lütfen aldırınız.” şeklinden ara sıra uydurma ve danışıklı telgraf alan bu şeytanın zenginlik taslamacılığı herkesçe bilinmektedir.

      Bugün, Diyarbakır başmüdürü olan Değirmenci Kör Agâh o zamanlar Bedri’nin gönüllü en baş dalkavuğuydu. Devlet hazinesinden çaldığı paraları kibir budalası Bedri soytarısının evine her gece kurdukları içki meclislerine şarkıcı kadınları sırayla çağırarak yiyorlardı.

      “Ben o ben değilim.” düşüncesi gereği önüne geleni hırpaladığı, kendi kafasındaki birtakım itleri de başına toplayıp içki meclisleri kurduğu o azgın zamanlarında bazen bizi yanına çağırtıp “Falan işi ne yaptınız? Bosna’dan benim adıma başka telgraf geldi mi? Söylediğim parayı almasını emrettiğim kişi ne kadar para aldığını biliyor musunuz? Merkezî haberleşme yolunda mı? İşlerinizi dikkatli yapıyor musunuz? Beni diğer müdürlere benzetmeyin. Sonra sizi mahvederim!” tarzında karga sesiyle saçmalardı. Biz ise gece yarısı oraya emrini dinlemek için gitmezdik. Aksine sadece onu bu rezil hâlini görüp bıyık altı gülerdik. Ona yumuşak cevaplar verip, saygıyla yanında ayrılıp evimize geri gelirdik. Bu şekilde emrinde bulunan memurlar sıkça evine çağırması, nursuz yüzü ve dikenli geven çenesi ile hükmetmeye çalışmasının amacı başına topladığı kendi ayarında ve adam olmazlara büyüklük taslamaktan başka bir şey değildi. Bize de güya kedince şımarıklık ve refah içerisinde bir hayat sürdüğünü göstermeye çalışıyordu. Bu yaptıklarının hepsi onun soysuzluğunu gösteren kepaze düşüncelerinden kaynaklanmaktaydı. Biz de bunu bildiğimizden güler geçerdik. Bir defasında yine gece yarısı yanına çağırtmıştı. Yatağımızdan kalkıp pisliğin evine gittik. Bu, gittiğimizde sarhoşluğun son sınıra gelmiş ve sızma noktasındaydı. Bu nedenle yanına girilmez hâldeydi. Burada da utanılacak hâli ve kalın kafalı oluşuna herkes tekrar şahit oldu.

      O gece bu kahvedeki çalgıcılar, bu kibir budalası adamın evinde toplanmışlardı. Şunu icra etmekteydiler:

      Ey üzerimde yükselmiş güzel bedr!

      Arkadaşça ve kalben sarhoşça ışığında uyuyorum.

      Çok yetenekli bir şekilde icra ettikleri bu fasıldan sonra Bedri dirseğine dayadığı kel kafasını kaldırdı. Pul pul kalkıp dökülen devetüyüne benzeyen renksiz köse sakalını kaşıyarak ağlar bir ses tonuyla “Ben bundan bir şey anlamadım!” dedi. Bu gibi budala adamlara destek çıkmakta usta olan gününü gün etme düşkünü ikiyüzlü Agâh ise hemen şakşakçılığını ortaya koyan bir tavır ile “Bu şiirinin başında nimet kapımız olan şahsınızın şerefli isimleri olması nedeniyle bendenizi çok üzdü.” Karşılığını verdi. Bunu duyunca keyiflenip hindi gibi kabaran yoldaşlık düşkünü o budala Bedri: “Evet, evet. Benim de dikkatimi çekince sonuna kadar dinlememe neden olan o söz değil mi? Yoksa sustururdum. Şiirin kalanı tatsız ve anlamsızdı. Şahsımda olan meziyetleri dikkate alsınlar da benim meclisime uygun şeyler söylesinler!” emrini verdi.

      Ardından Türkçe ve Arapça çok güzel anlamları olan birçok şiir söylemelerine rağmen çalgıcılar cahil adama bir türlü kendilerini beğendiremediler. “Eşek hoşaftan ne anlar. Suyunu içer, tanesi içinde kalır!” manasını ima etmek maksadıyla:

      Yeşillenmiş karşıki dağlar

      Bülbül ağlar, sular çağlar.

      Ah çingenede neler var

      Ver ver mangır raksedelim hepimiz

      Çingeneyiz Çingene ah Çingeneliktir bizim şanımız

      Bütün kış çalışır, yazın da zevk ederiz

      Ah fasl olur güller açar, dağlar başı seyrengahımız

      Durmayız raksederiz, böyle de geçer zamanımız.

      diye meşhur Çingene şarkısını çaldırdılar. Bu miskin bölümün sonunda oğluna hitaben: “Çalgıcıların şu güftesindeki anlamın tadı kemiklerime kadar işledi. Öyle ki bu zevkten sarhoş oldum. Bunlara 5’er kuruş bahsi dağıt.” dedi. Bunu üzerine çalgıcılar: “Efendim, Allah ömrünüzü bereketlendirsin. İnce ruhunuzu şimdi anlayabildik. Bundan böyle hoşunuza giden şeyleri söyleriz. Böylece hassas ve ince kalbinizin beğeneceğini ve büyük bir zevk alacağı düşüncesiyle daha önce sebep olduğumuz rahatsızlıktan dolayı özrümüzü kabul edeceğinizi düşünüyoruz.” şeklinde ince bir yoldan alay ettiler. “Böyle şaklabanca yaşaması daha büyük bir rezalet yaşanmasına engel oldu.” demeleri üzerine, “Bundan daha büyük nasıl bir rezalet olabilir ki?” cevabını verdiğimde, bu adamlar çok üzgün bir iç çekerek: “Leşin kokusu, bekledikçe artar. İşte onun gibi kötü huylunun da kötülüğü her geçen güç daha beter olur.”

      Ancak binde birini anlattığımız bu adamın utanmazlıklarını onun soysuzluk, dipsiz cahillik ve terbiyesizlik gibi niteliksiz mahluklarda bulunan noksan sıfatlara sahip olmasına veriyorduk. Bu gibi insanlıktan nasiplenmemiş arsızlara nefretle bakıp onlardan uzakta durmaktan başka ne yapılabilir ki? O gibilere karşılık dahi vermekten kendimiz uzak tutuyorduk. Bunlara verilebilecek en iyi ceza bunların her şekilde görülen kötülüklerine karşın toplumda oluşan nefrettir. Aksi takdirde onlara haddini bildirmek gibi bir işi önemsemiyorduk.

      Fakat kendilerine yakışanı yaptıkları için sustuğumuz bu kötülüklerinin dışında daha bizim hiç bilmediğimiz gizli saklı ne çok ahlaksız işleri varmış. Bizim fark edemediğimiz bu dikkat isteyen ince şeyleri hükûmet yetkilileri fark etmede zorlanmadılar. O dönemde valilik makamında merhum İşkodralızade Hasan Paşa oturmaktaydı.

      Müslüman olmanın ağırbaşlılığı, memuriyetin şerefini korumak, devletin namusuna sahip çıkmak ve insanlığı yaşatmak gibi yüksek bir huy ve asaletten yoksun olan bu adi herifi Hasan Paşa’nın bir süreliğine kendi hâline bırakmasında üzerinde durduğu başka hedefleri varmış. Düşünceleri de kendileri gibi büyük olan adamların gösterdiklerin sabrın arkasında saklı gizli sır, sonradan gün yüzüne çıkmaktadır. Rezillik yapmakta tam hız ilerleyen bu arsızın çirkin keyfi beklediği gibi sürmedi. Birilerinin fark etmesinin zor zannettiği kötü işlerini hükûmet tüm detayları ile ortaya çıkardı. Bu şeytan herifin bu derece şımarması, ahlaksızca keyif içinde yaşamaya ve soygunculuğa girişerek kurduğu iktidar ortamını devam ettirme yolunda hiçbir aşırılıktan çekinmemesi yetmemiş. Daha da fazlası, Saltanat kurumunu, Allah korusun temelinden yıkmak için çaba sarf eden Ermeni bozguncularının gizli yazışmalarını Başmüdürlüğe özel resmî zarflar içinde kendine bağlı memurlar aracılığıyla dağıtmaktaymış. Buna karşılık da çete reislerinden bolca altın alırmış! Devletini ve dinini bir dinara harcayan bu alçak herif bahsedilen bu resmî zarflar içerisindeki zararlı yazışmaları kim bilir ne zamandan beri bu çetelerin tarafları arasında taşıttı. Fakat sonuç olarak gayretli Vali bunu