Karçınzade Süleyman Şükrü

Seyahatü'l Kübra


Скачать книгу

Bu sütunlar, 1 metrekare şeklinde kesilen ham mermerlerin birbirine eklenmesiyle oluşturulmuştur. Bu sütunlara yapılan bezemeler tek şekildir. Gezinti esnasında ayrıca bir sanat ve süsleme tarzı dile getirilmemiştir.

      Bu sütunlar bazıları oval bazıları ise dört köşeli olarak kalından biraz inceye doğru yükselir. Aşağıdan yukarı doğru uzanan oymalar ile çepeçevre işleme yapılmıştır. Tepe kısımlarındaki yine dört köşeli ya da oval sütun başlıklara kabartma süslemeler işlenmiştir. Bu süslemelerin hepsi aynı şekildedir. Akropol’deki sütunların da bir kısmı devrilip parçaları ayrılmış vaziyettedir. Sütunlar arasında parçaları birbirine bağlı tutan demir kenetleme yerleri ortaya çıkmıştır. MÖ 1506’da bu bölgeye gelen Mısır göçmenleri reisi Şikrub, Akropol Tepesi’ne şehri ilk kuran kişidir. Mısır’ın Tenta vilayetine bağlı Kefreziyat kasabasından gelen ve liderleri Şikrub’un da bu kasabanın Salhecir köyünden olduğu bu Mısırlı göçmenler kurdukları bu şehre de eski vatanlarının ismi Kefreziyat adını vermişlerdir. Kekropya da denilen bu yere Yunanlar zamanla Akropol ismi ile hitap etmeye başlamışlardır. Yunanlar, bu tepeye daha sonra yaptıkları tapınağa akıl tanrıçası Atena ismini koymuşlardır. Diğer bir ifadeyle Zühre isimli putlarının adını bu şehre vermişlerdir.31

      Osmanlı Devleti Atina’da diğer Yunan şehirlerinde olduğu gibi dört yüz yıl hüküm sürmüştür. Şimdilerde Müslüman bir kişi dahi bulunmamaktadır. Müslümanlar bir dönem tamamıyla buradan göçüp gittikleri için İstasyon yakınında bulunan Mustafa Ağa Cami bugün boş ve harap bir vaziyettedir. Pire’de konaklamaya gittiğim Makedonya Oteli’nin kiracısı Türkçe biliyordu. Bu nedenle Atina gezilerim esnasında da burada kalıp gün içinde Atina’ya gidip geldim. Çünkü her yarım saatte bir Atina’ya tren seferi vardır. Araba ile de gitsen ücreti bir Yunan drahmisidir.

      YUNAN ŞEHİRLERİNE GENEL BİR BAKIŞ

      Yunanistan, Balkan yarımadasının güneyinde bulunmaktadır. Kuzeyinde Osmanlı Devleti toprakları, doğusu Ege Denizi, güneyi ve batısı da Akdeniz ile çevrilidir. Tahminî olarak 75 bin kilometre genişliğindedir. Bu ebat bugünkü Trablusgarp vilayetimizin sekizde biri büyüklüğündedir. Nüfusu 1,5 milyon olan bu ülkede kilometrekareye otuz altı kişi düşmektedir.

      Yukarıda bahsedilen nüfusun 25 bini Teselya’da yaşayan Müslüman halktır. Geri kalanı ise Hristiyanlık dinine mensuptur. Barış zamanında 24 bin askeri mevcuttur. Seferberlik zamanında dahi bu sayı azami 75 binin üstüne çıkamamaktadır. Üç gemi ve birkaç torpidodan ibaret savaş gemileri mevcuttur. Yıllık üç milyon geliri, yıllık giderinden az olduğu için ekonomik bakımdan sıkıntılı bir dönem geçirmektedirler. Miladi 1893’te borçlarına karşılık bir ödeme yapamayınca iflasını ilan etmiştir. Bu nedenle ekonomi yönetimini büyük devletler devralmış vaziyettedir. Borçları 900 milyon franka dayanmıştır. Bu rakam 30 milyon İngiliz sterlinine denk gelmektedir. Her ne kadar geniş toprakları, verimli arazisi ve zengin doğal kaynakları olsa da halkı denizden tuz ve sünger çıkarmaktan başka bir bilgisi olmayan bir devlet için bu borcun ödenmesi mümkün değildir.

      Atina ve Pire’de kırk iki gün dinlenmek maksadıyla konakladım. Ardından Nemse vapuruna binerek İstanbul’a geri döndüm.

      TEKRAR İSTANBUL VE BAŞKENT BÜROKRASİSİ

      Allah’ın bir lütfü ve keremi olarak yüz akıyla İstanbul’a geldim. Bundan haber alan acımasız hain ve korkak Bedri bir hastalık bahanesiyle evinden yirmi gün çıkmadan gizlendi. Hangi kanun ve kural gerekçe gösterilerek görevden uzaklaştırıldığımı sorup öğrenmek için kurumdaki odasına gittim. O esnada Bakan beni görünce “Aaa! Süleyman Efendi geldiniz mi? Vah zavallı. Allah biliyor, birinin hatırı için sana zulüm sayılacak böyle bir uzaklaştırmaya ben kesinlikle razı olmadım. Bedri Bey ısrar ve kayırmacılık yollarını deneyerek heyet üyelerinden imza toplamış. Bu yazıda benim onayım ve imzam bulunmamaktadır. İstersen git kararı sana göstersinler!” şeklinde sözler sarf etti.

      Koca bir bakan eğer ki kanun çerçevesinde olan yetkisini kullanamadığını sıkılmadan böyle açık bir şekilde ifade ediyor ve âcizliğinden bahsediyorsa buna karşı başka bir kelam etmemekten başka nasıl mukabelede bulunulabilir ki? Ben de kısa bir ifadeyle “Bedri, heyet üyelerinden ağlayarak imza dilendi ise isteğini yaşatıp istemediğini öldürmeyi başarmış değildir. Şevketli Efendimizin merhamet kapıları zulme uğrayanlara açıktır.” şeklinde cevap verip oradan ayrıldım.

      Zulüm görenlerin haykırış ve yardım taleplerine cevap vermeyi kendisine hayat düsturu edinen doğruyu yanlıştan ayırma vasfına sahip bir padişah olan Efendimizin Allah ömrünü, sağlığını, geleceğini ve büyüklüğünü bereketlendirsin. Yaşamış olduğum bu gereksiz yıkım her şeyden haberdar olan hazreti Halifemize ulaştıktan sonra adalet tecelli etti. Padişahımızın çıkardıkları bir irade ile hakkım teslim edilmiştir. Mabeyin Başkâtibi Devletli Tahsin Paşa hazretleri Hazreti Halife’nin bu iradesini Yıldız Telgraf Merkezi Müdürü Vehbi Beyefendi hazretlerinin vasıtasıyla Bakanlığa gönderdiler.

      Bedri gibi köpeklerin çirkin düşüncelerini onaylayıp şeytani işlerine ortak olarak onlara yakınlık gösteren Bakanlık İdare Meclisi’ndeki bazı dalkavuklar “Dostlara iltifat ederek, düşmana da kin ve düşmanlığını örtüp sanki dostmuşsun gibi görünerek muamelede bulun.” cümlesini yanlış anlamış ve ona göre hareket etmişlerdir. İşte bu adamlar bırakın benim iyiliğim için bir şey yapsınlar aksine Dıraç’a giderken maaşımdan yapılan kesitinin iade edilmesini görmezlikten gelme hayâsızlığına da başvurdular. Talebimin daha sonra işleme konulacağına dair Yüce Osmanlı Hanedanı üzerine de yemin edip beni kandıran Meclis Başkanı Selahaddin Bey yalan vaatlerde bulundu. Onun bu vaatlerine kandım ve bana teklif ettiği Karesi Posta ve Telgraf Müdürlüğü görevini kabul ettim. Çünkü o zamanlar böyle bir dalkavuk cemaatinden uzak durmayı kendim için bir kazanç olarak görmüştüm.

      Mabeyin Başkâtibi Devletli Tahsin Paşa hazretlerinin “Sana burada başka bir birimde güzel bir memuriyet verelim. Telgrafçılığı artık bırak.” şeklinde buyurdukları iyiliği kabul edip bunun benim için ne kadar kıymetli olduğunu anlamakta cahillik ettiğimi çok sonraları fark ettim ve pişman oldum. Karesi’ye gidip orada göreve başladıktan sonra Selahaddin Bey bana yapılan vaat ve yeminleri yerine getirmedi. Öyle ki din ve devlet düşmanı hain Bedri’ye yaranmak için benim haklarımın korunmasını emreden Padişahımızın iradesini dahi inkâr etme cesareti göstermişti.

      Merhametsiz ve şefkatsiz Bakanlık iki yıl boyunca sürekli yaptığım çığlıkları dikkate almadı. Kurumun bu küstahlığından çok ciddi üzüntü içerisinde, bunların utanmak gibi bir duyguları olmadığımı vurguladığım konuşmalar yaptım. Bunun üzerine akıl ve ahlaka aykırı harekette bulunmuşum diye bir maaş kesintisi cezası verdiklerini, bu tavrımın devamı olması durumunda da meslekten çıkarılma cezası uygulanacağını söylediler. Bunun üzerine ben de cevap mahiyetinde şu telgrafı gönderdim:

      Padişah İradesi’nin inkâr edilmesinin hayâsızlık olduğunu söylemek akla ve ahlaka ters düşmemektedir. Bu Yüce hilafet Makamı’na olan sevgi ve bağlılığın bir göstergesi ve övgüye layık bir davranıştır.

      Hiçbir dayanağı olmadan benden bir maaş kesilmesine fakir durumum müsaade etmez. Bu nedenle bugünden itibaren görevden uzaklaştırmamın yapılmasını Bakanlığın yüksek Makamı’ndan huzur içinde arz ve istirham ederim.

      Padişahın adaletine güvenerek yazdığım bu cevap sonrası bırakın görevden uzaklaştırmayı, bir maaş kesinti bile yapamadılar. Hiçbir esasa dayanmayan bu keyfî kararlarını bir ibret vesikası olarak Bakanlık merkezinde duyulmasına ve açığa çıkmasına sebep oldular. Kanuna bir şekilde