Karçınzade Süleyman Şükrü

Seyahatü'l Kübra


Скачать книгу

âlim İbni Sina’nın kabirleri bulunmaktadır.

      KAZVİN

      Kazvin, Reşt şehrinden Tahran’a kadar devam eden ve Ruslar tarafından yaptırılan ücretli çakıl yolun üzerinde bulunmaktadır. Bu nedenle de Zencan’a göre daha bayındır ve işlektir. Buraya geldiğimde şehirdeki Esadiye Oteli’ne geçip iki gece konakladım.

      Ruslar bu bir karış şose yolu yetmiş beş sene imtiyaz hakkını alarak inşa etmişlerdir. Bu sayede de yol üzerinde belirli güzergâhlara zincirler gererek her geçen arabadan 3 tuman ve yüklü arabadan ise 1 kıran ücret almaktaydılar. 3 tuman 60 kuruş ve 1 kıran ise 8 metelik etmekteydi. İran hükûmetinin bu gafilliğine bakar mısınız? Halkını nasıl bir belanın içine sokarak onları soydurmaktadır. Bu küçük yol için bırakın şose yol yapmayı tren yolu bile yapılsaydı yetmiş beş yıllık bir anlaşma yapmaya değmezdi. Bu düz ovaya Rusların yaptığı şey, yalnızca yol çevresinin kürek ile biraz çukurlaştırılması ve ortasına da bir araba geçecek kadar çakıl taşı dökülerek basit ve oyuncak gibi bir yoldan ibarettir.

      Esadiye Oteli’nin sahibi Hacı Mirza Tabip adında biriydi. Kendisi İstanbul’da eğitim almış tek gözü görmeyen bir şahıstı. Her ne kadar param ile kaldıysam da konaklamam esnasında özel olarak çok ilgilendi. Oteli çok temizdi. 8 kuruş yatak ücreti dışında yemekler için de ayrıca 4 kıran alıyordu. Aldığı bu ücret verdiği hizmetlerin, gösterdiği hürmetin ve otelinin temizlik ve güzelliğinin yanında hiç hükmündeydi.

      Kazvin’de bulunan Hacı Rasim Hamamı benzerine az rastlanır bir hamamdır. Bu şehirde Safevilerden miras kalan güzel bir de saray bulunmaktadır.

      Yavuz Sultan Selim’in oğullarından biri olan Şehzade Beyazıt dört oğlu ve 10 bin süvari askeri ile İran’a geçtiklerinde bu memlekette Şah Tahmasb’ın adiliğine ve vefasızlığına uğramıştır. O vakit bu insanlık dışı duruma şahit olan sipahiler de bunu üzerine pazarı talan ederek intikam almışlardır. Çaldıran Savaşı’nda aldıkları hezimet dahi bu intikamdan daha ileri bir seviyede olmamıştır.

      Kazvin’de geçirdiğim ikinci günün sabahında arabaya binerek şehirden ayrıldım. Kenbed, Kışla, Yeni Emam ve Şahabad istikametlerinden beş günlük bir yolculuk sonrası Tahran’a ulaştım. Tahran ile Reşt arasında altı saatte bir hayvan değiştirerek gece gündüz yola devam edebilen seyahat şirketleri bulunmaktadır. İranlılar bu tür arabalara “dilican” demektedirler. Bu arabalar biraz önce bahsettiğim mesafeyi dört günde katetmektedir. Dört günlük bu seyahat karşılığında şirket 60 tuman ücret almaktadır.

      TAHRAN

      Rumi 1318 yılı 20 Haziran’da (3 Temmuz 1902) Tahran’a ulaştım. Deniz seviyesine 1126 metre yükseklikte olmasından dolayı kış mevsimi Erzurum’a benzemekte, Irak-ı Acem ovasının kuzey yönünde iç tarafında kalması nedeniyle de yaz mevsimleri Aydın şehrini andırmaktadır. Bu nedenlerle cayır cayır yanan yaz mevsiminde İran Şahı Avrupa seyahatine çıkmış, vekilleri, sefirler, bölgenin ileri gelenleri ve zenginler ise yazlıklarına çekilmişlerdir. Bu nedenle şehir suyu çekilmiş değirmene benzemektedir. Çünkü Tahran’ı canlı kılanlar aslında Şah Hazretleri ile buranın önde gelen şahsiyetleri ile zenginleridir. Şehirde ziyaret edilebilecek beğenilecek ve eğlenilecek gösterişli ve keyifli bir yer bulunmamaktadır. Sanatkâr esnaf ve dükkân sahipleri bile ticaret amacıyla onların peşinden yazlıklara gitmişlerdir. Neticesinde de şehrin nüfusu yarıya inmiş durumdaydı. Tahran bu hüzün veren hâliyle “Payitahtın şerefi sultandır.” cümlesini çok açık bir şekilde açıklamaktadır. Ermeni tarzı dört adet otel bulunmaktadır. Bu hüzün verici oteller de aynen mahalle arasındaki evler gibi 1 metrekarelik bir temel üzerine kurulmuş toprak çatılıdırlar. Düşük yüksekliğe sahip olan odalarının hepsi rutubet kokmaktadır.

      Şehrin seçkin ve yüksek binalarından biri de Nasreddin Şah’ın yüksek bodrum katlar üzerine inşa edilmiş saraylarının çevresinde bulunan Şems’ül Emare’dir. Beş katlı olan bu yapı renkli tuğlalar ve desenli çinilerden yapılmıştır. Bina kendisine verilen ad gibi güzel ve gökyüzü temaşa edilebilir nitelikte olsa da abartılı gösteriş ve tantanadan uzaktır. Bu bina dışında olan kayda değer yapılar ise şunlardır: İki katlı olarak yapılmış Hükûmet Binası’na ait Hariciye Dairesi, Şehinşahi Bankası, Atabey-i Azam Asgar Han tarafından yaptırılan ve daha yeni tamamlanan park, şehzade Zal’ül Sultan’ın sarayı, Rusya, İngiltere ve Almanya elçilik binaları, Muhbir-üd Devlet Konağı. Bunlara ek olarak içleri güneş görmeyip rutubetli olsalar da devasa ve büyük çok sayıda kervansaray bulunmaktadır. Bazı mahallelerde dikkat çeken şehrin önde gelenleri ve zenginlerine ait evler gibi az sayıda bir kısım yapılar vardır. Bunlar da şehrin büyüklüğüne bakıldığında hiç denilecek kadar az sayıdadırlar. Tüm bunların dışındaki yapılar da genellikle alçak yapılardır.

      İran’da binaların üst kısımlarına kiremit döşeme uygulaması bulunmamaktadır. Her ne kadar büyük binaların dış (çatı) kısımları sac ile kapatılmış ise de diğerleri toprak çatı şeklindedir.

      Şehrin en dikkat çekici ve görülmeye değer yeri Şah Kapısı (İmam Humeyni Meydanı) müştemilatı içerisinde olan Tophane meydanıdır. Bu meydanının etrafından Şehinşahi Bankası, Umumi Telgraf Müdürlüğü, Posta Şubesi, Belediye Dairesi, Askerlik Dairesi ve Topçu Kışlası gibi resmî binalar bulunmaktadır. Bu meydanın dört tarafında altı adet büyük ve yüksek çift kanatlı kapılar bulunmaktadır ve bu kapılar ile açılıp kapanmaktadır. Farklı semtlere giden tramvayların ana dağılım istasyonu bu meydandadır. Bu nedenle bu meydan şehrin diğer kısımlarına göre fazlaca değerlidir. Meydanın ortasındaki susuz havuzun çevresi demir parmaklıklarla örülmüştür. Süs mahiyetinde havuzun dört köşesine de kale topları konulmuştur.

      Şah Sarayı’nın muhafız alayı olan topçu askerlerinin konaklamaları amacıyla meydanın üç tarafında askerî yapılar inşa edilmiştir. Fakat bunlar Osmanlı topraklarında bulunan kışlalar gibi geniş koğuşları olan büyük binalar olmayıp sıradan odaları olan yapılardır. Normalde koridora açılması gerek odaların kapıları bir alttaki odanın üstü açık çatı kısmına açılmaktadır. Bu odaların her biri dört kişi alabilmektedir. Her bir odanın ayrı açılan kapısını üzerinde alçı sıva kabartma ile yapılmış aslan heykelleri bulunmaktadır. Bu sayede “İran, aslanların yeridir.” kafiyesine anlam kazandırılmak istenmiştir.

      Alt katta sıralanan eski yapılı mahzenlerde ise İran askerlerinin elinde bulunan değerli topların bulunduğu askerî depo olarak kullanılmaktadır. Bu mahzenler yapı olarak (İstanbul’daki) Bab-ı Vala-yi Seraskeri Talimhanesi’nin (Askerî Eğitim Komutanlığı Binası) Mercankapı tarafına düşen köşesinde, binanın dış kısmında kalan yerlerde bulunan bakırcı dükkânlarının benzemektedirler. Aslında meydanı çevirmek için oluşturulmuş dar kemerlerden ibaret olan bu askerî depolar kapalı oldukları zaman bakkal dükkânına benzemektedirler. Tahta parçalarından yapılmış derme çatma kepenkleri her gün açılarak bu toplar temizlik ve güneşlenme için çıkarılmaktadır. Bu toplar Cennetmekân II. Mahmut döneminde Osmanlı Ordusu’nun kullandığı tunç madeninden yapılma süslü sahra toplarının aynısıdır. Bu meydanın adının Tophane olması kesinlikle burada askerî topların üretildiği anlaşılmasın. Tophane isimi bu tarzda eski top bataryalarının bulundurulmasından kaynaklanmaktadır. Bu toplar eğer ki bir gün yağlanmayıp silinmeseler tunç madeninden yapılmış olmaları nedeniyle o rutubetli mahzenlerde her tarafları yemyeşil küf hâline gelmektedir. Toplamı yarım bölük olan ve yaşları ileri askerlerden müteşekkil yelken bezi örtüsü giyinmiş askerler, dışı dağ elması gibi güzel olan bu topları bahsettiğim o bakımsız mahzenlere sokmaktaydılar. Bu ana şahit olduğum vakit ezani saat ile saat on bire yaklaşmaktaydı.

      Meydanın