Karçınzade Süleyman Şükrü

Seyahatü'l Kübra


Скачать книгу

Hâkim Ahmet Han İlhani, kendi özel kâtibi ile selamını gönderip kahvaltıya davet ettiler. Evinde misafir olduğum Başmutemet ile birlikte davete gittik. Elimde bulunan tavsiye mektubunu kendilerine takdim ettim. Bunu okuduktan sonra Mirza Hüseyin Han’dan müsaade alarak eşyalarımı kendi evine getirtti. Böylece Sakız’da bir hafta sürene konaklama ve istirahatımı bu şahsın evinde kalarak geçirdim. Kendisi Sünni olan bu zatın soyu Hicri 655-736 yılları arasında seksen bir yıl boyunca İran’da saltanat süren Cengiz İmparatorluğu’nun bir kolu olan İlhanlılara dayanmaktadır. Saviç Bulak’ın hâkimi olan Saad’ül-Saltana ise Şii mezhebindendi.

      Sine Vilayeti sakinlerinin yüzde doksan beşi Şafi mezhebindendir. Buna rağmen Saviç Bulak’ta Şii hâkimiyeti mevcuttu. Bu durumun Sünnilere karşı güven ve sevgi beslemeyen İran Hükûmeti’nin eski bir uygulamasının neticesiymiş.

      Sakız’a geldiğim günün akşamından sabaha doğru yarım saat süren ve düzensiz bir şekilde icra edilen bir boru çalgısı çalındı. Benim için garip bir olay bu durumu o anki ev sahibim Başmutemet’e sormuştum. Bu soruma gülümseyerek karşılık vererek “Bu boruyu çalan kişiler hamamcılardır. Halka suyun ısınıp hamamın açıldığının duyurusunu yapıyorlar. Tan yerinin ağarması ile başlayan ve yarım saat süren gürültü yapma işi onların çok eski âdetlerinden biridir.” şeklinde konuyu açıklığa kavuşturdu.

      Musul’dan Sakız’a kadar uzayan şimdiye kadarki yolculuğumda fırsatım olmadığı için yıkanamamış ve neticede kirlenmiştim. Bu nedenle, güneşin doğuşuyla birlikte ben de buranın en temiz hamamı olarak işaret edilen Şeyhan Mahallesi’ndeki Kadı Ali Hamamı’na gittim. İran hamamları bizim hamamlar gibi kurnalı değildir. Bu nedenle yıkanacak yeri Şafi âdetine uygun bir şekilde herkese açık havuz içinde temizlik yapılmaktadır. Hamama her gelen bu havuza girmeleri nedeniyle kötü bir koku ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle de durgun suyun üzeri âdeta yosunlaşmıştır. Bu bölgenin dağlarının ormandan yoksun olması nedeniyle yakacak pahalıdır. Bu nedenle hamamı ısıtmak için kullanılan hayvan dışkısının ortaya çıkardığı iğrenç koku suya tesir etmektedir. Bu nedenle içeriye girdiğim anda başım dönmeye başladı ve midem bulandı.

      Havuza dalarak gusül abdesti almak için havuza girdiğimde temiz girip pis çıkmak bana mantıklı gelmedi. Bu nedenle hamamcıya ayrı bir su ısıttırıp ayrı bir köşede yıkandım. Buralardaki kasabaların çarşıları, sokakları, bina ve konakları koku ve temizlik bakımında hamamları gibidir. Bölge halkının bu şekilde yaşadıkları kötü hayat şartlarını Allah düşmanıma dahi vermesin. Atalarından miras kalan bu tahammül edilmesi imkânsız durumun ve hayatın dışında daha mutlu ve huzurlu bir hayatın bulunmadığını düşünüyorlar.

      Buradaki ziyaretim boyunca misafiri olduğum Ahmet Han İlhani’nin evinde bir hafta kaldım. Akabinde Rebiülevvel’in dördüncü günü olan Çarşamba günü Katırcı Mehmet ile Cevarabad Mahallesi’nden yola çıktım. Karanov, Kullar, Tigin Tepe, Al-Bulak, Danik, Duskanlar ve Geçgan istikametlerden yedi günlük bir seyahate sonrası Zencan’a ulaştım.

      Bahsettiğim bu yerler içerisinde geçen Al-Bulak, Ahmet Ali Aşireti’ne ait bir köydür. Suyu gür bir şekilde akan bir dere içinde bulunmaktadır. Bu köyden bir buçuk saat yokuş yukarı yol aldıktan sonra Tahtı Süleymani Yaylası’na varılmaktadır. Türk asıllı büyük bir aşiret olan Şah Suhan Aşireti bu büyük arazide çok iyi bir şekilde yaşamaktadır. Katırcılar bu gül mekânda iki günlük bir mola vererek hayvanlarını otlattılar. Bu aşirete verdiğimiz üç tuman paraya karşılık bir koyun alıp pişirerek keyifli bir şekilde piknik yaptık. Yaylanın kuzeyini saran sıradağlar üzerinde Hazreti Süleyman’ın ve Al-Bulak köyüne yakın düzlükte de eşleri Belkıs’ın süslü köşkleri olduğuna inanılan harabeler bulunmaktadır. Bu harabelerin büyüklüğü ve barındırdığı süslü havuzlar insanı hayrete düşürmektedir.

      Hindistan’ın Pencap bölgesi ile Belucistan ve Afgan arazilerinin birleştikleri yerde bulunan yüksek dağın üzerinde de buna benzer Tahtı Süleymani adı verilen büyük yapılar görmüştüm. Bunlar da bana her seferde bu peygamber hakkında Kur’an’da geçen “Süleyman’ın emrine de, sabah esişi bir ay, akşam esişi de bir ay(lık yol) olan rüzgarı verdik.”32 ayetini aklıma getirmiştir. Sakız’dan hareket ettikten üç gün sonra ulaştığımız Kuruntu Kalesi karşısındaki Şahnişin adlı bir yayla bulunmaktadır. Eski İran şahları yaz mevsimini bu güzel yaylada geçirirlermiş.

      ZENCAN

      Zencan’a vardıktan sonra Hacı Ali Kuli Hanı’na indim. Oradan da tütün tüccarı Sakızlı Mehmet Ağa’nın odasına geçtim. Çünkü elimde bu şahsa verilmek üzere Sakız’daki ortakları tarafından yazılmış bir tavsiye mektubu bulunmaktaydı.

      Zencan şehri geniş ve verimli bir ovanın kıyısında bulunmaktadır. Arkası dağ ve ön tarafı da nehir ile çevrilidir. Bu şehir İran’ın büyük beldelerinden biri olarak görülmektedir. İşlek bir ticareti olan bu yerin zengini de çoktur. Böyle olmasına rağmen şehir mimarisinde dikkate değer bir yapı ya da konak olmadığı gibi hoş bir mahallesi de bulunmamaktadır. Her on adımda bir kıvrılan pis kokulu sokaklarında gezerken aniden karşına yüklü bir hayvan çıksa sıkışıp kalırsın. Böyle anlarda da geriye yürüyüp ilk yol ayrımında köşeye çekilerek yol vermek gerekmektedir.

      Fakat çarşısının sokakları ve kervansaraylarının çevresi geniştir. Kanuni Sultan Süleyman Bağdat seferinde bu yoldan geçmiştir. Ardından da ordusunun otağını da Zencan yakınlarında kurmuştur. Zencan Yaylası Konya Ovası’na benzemektedir. Burada bir gece konaklayıp ardından da gece sabaha doğru yola koyulmuştuk.

      Üç saatlik bir mesafe sonrası güneş doğmaya yakın Zencan ufukta göründü. Bu manzara arkada kalan yaşanmışlıklar, yorgunluk ve uykusuzluk gibi sıkıntıları unutturdu. Bu yol üzerinde ilerlerken ben, millî gururumuz olan şeylerin aklıma gelmesiyle oluşan manevi lezzetlerin ruhumda yaşattığı derin etkiyi o an tam manasıyla hissettim. Kanuni Sultan Süleyman’ın cihangirlik duyguları hayalimde canlanmaya başladı. O fetihten fethe koşan padişahımızı sanki muzaffer ordularının başında seyredebilecekmişim gibi hayallere kapıldım ve öylece etrafa bakarak ufukta gözümün görebileceği her yeri gözden geçirmeye başladım. Sanki o gözümün önünde dizili dağlar ve tepeler, o heybetli ordunun mühimmat depoları, ağaçlar ve otlar ise o gayretli cesur askerlerin haşmetli kalabalıklarıydı. Bu manzara hayalimde sürekli olarak canlanıyor ve devam ediyordu. İşte böylesi bir kahraman ordunun karşı konulmaz bir ezici güçle girdiği bu büyük şehre bir kervan ile sokulmaya çalışmak bana ağır gelmişti.

      Doğudan batıya ve kuzeyden güneye doğru olabildiğince uzayan genişliğe sahip bu ovayı arkamızda bırakıp şehrin batı yakasını çeviren geniş bir derenin kenarına geldik. Burada vadinin aşağı doğru süzülen bayırındaki yalnız kavak ağaçlarından müteşekkil ormanlık alanının arasından geçerek, nehrin ortasındaki çukur yerde bulunan köprüyü kullanıp karşıya geçtik. Karşı tarafta da benzer mahiyetteki ağaçlıklar içerisinde buluna bayırdan yokuş yukarı yola devam ettik. Buradan ilerleyince ileride dericilerin imalathaneleri olan tabakhaneleri geçip ardından kısa bir mesafe sonra da mahallelere ulaşmış olduk. Gelen geçen hayvanların bıraktıkları gübreleri daha kurumadan toplamak için kırağı düşmüş havalarda fakir evlerinden çıkıp elindeki delik deşik sepeti ile yol üzerinde bekleyen bir karı koca ile karşılaştık. Bizim kervandaki hayvanların bıraktıkları gübreleri sanki sevgilisine kavuşmuş âşık gibi bir telaşla avuçlayıp topluyordu. Bunu yaparlarken aynı anda da bu sevinç hâllerini dile getirerek bize duyuracak şekilde de beyan ediyorlardı.

      Zencanlılar da aynı Musullular gibi nehrin en güzel yerlerini tabakhane yapmışlar.