ne kadar bayat, bozuk mal varsa pansiyonerlere sürerler. Öyle cimri hilecilerdir ki iki gece pansiyonlarında yiyip içerek kalan bir adam artık bir daha bunlara borçlanmaktan kurtulamaz.
“Şenlik Pansiyonu”… Karı koca zıt bir esinlenişle ticaret yerlerine bu adı uygun görmüşlerdir. Şenlik pansiyonerleri de çoğunlukla gelirleri düzgün kimseler değillerdir. Ucuzluğuna tamahla buraya gelirler. Fakat pansiyon sahipleri kirada gösterdikleri bu ucuzluğu ötedeki hileli işlerinde kabartmanın yolunu bilirler.
Yeni gelen pansiyonerlerin valizleri, sandıkları yani hamalla getirilen eşyaları var mıdır yok mudur, buna çok dikkat ederler. Elinde bir bastonla hafifçe gelenleri pek uğurlu saymazlar. Çünkü böylelerinin kirayı biriktirdikten sonra bir para vermeden ortadan kaybolanları çoktur. Yüklüce gelenler ansızın kaçamazlar. Borçlarına karşılık eşyaları alıkonabilir. İki tarafın birbirlerine oynadıkları aldatma oyunları aralarında sonsuz bir komedyadır. Şenlik Pansiyonu sahiplerinin bu alandaki kaşarlanmış idmanlarına rağmen onları da ara sıra atlatanlar bulunur.
Edip Münir’in pansiyona bir buçuk aylık borcu vardı. Bununla birlikte kocaman da bir valizi… Borcunu ödeyemeyecek fakat bavulunu oradan nasıl aşırabilecekti? Pansiyonda her hafta başında hesap görülmek kesin usuldendi. Edip Münir ne yapmışsa yapmış, yalancı vaatlerle bu altı haftayı para vermeden atlatmayı başarmışsa da yedinciyi savsaklamak epeyce zor görünüyordu.
Karamanlıların yine kendi hemşerilerinden bir avukatları vardır. Hristo Efendi… Böylelerinin eşyalarına derhâl haciz koydurmanın en kolay yollarını bilir.
Edip Münir’in birkaç kat çamaşırı, Frenk gömlekleri, bir kat yabanlık elbisesi, kısası bütün varlığı bu bavulun içindedir. Çamaşırlarını birbiri üzerine giyip de birkaç nöbet başka yerde soyunmayı düşündü. Hepsini bu yolla kaçırmayı başarsa da en sonunda bavulu gözden çıkarmak gerekiyordu. Buna da gönlü razı değildi. Pansiyona olan borcu kırk liraya yakındı. Bu Şenlik’ten bir kere palamarı çözmeyi başarsa elbette kendini bir iki ay daha bedava besletecek bir yere kapağı atmanın çaresini bulabilirdi.
Gözlerinin önünde kuyu karanlığı ile derinleşen yapılar arasındaki çukura baktı, baktı… Beyninin içinde bir fikir şimşeği çaktı. Yeni bir buluşu ortaya atan fen adamı sevinciyle güldü. Aradığını elde etmişti sanki. Hemen çamaşır asan Yahudi karısına seslendi:
“Bonjur madam!”
“Bonjur mösyö!”
“Sizinle beş dakika görüşmek isterim.”
Komşu kadın biraz düşünür gibi yaptıktan sonra:
“Söyleyiniz, dinliyorum.”
“Burada değil, birazdan evinizin kapısına gelip gizlice konuşacağım.”
Yahudi karısı aklından ne geçirdiyse tuhaf bir gülümsemeyle “Olur.” dedi.
Pencereden taraçaya edilen bu soru cevap sırasında pansiyonun kağşamış tahta merdiveni ağır bir vücudun adımları altında inlemeye başladı. Madam İlya geliyordu.
Edip Münir, Yahudi karısıyla hemen konuşmayı keserek pencere önünden çekildi. O, her sabah bu tulum gövdeli dişi yargıcın önünde korkunç bir sorgu saati geçirirdi.
Karı müsaade istemeden kapıyı itti. Kızarmış ve biraz soluyan bir suratla içeriye girdi. İri gözleri, döşemeden tavana kadar odanın içini birkaç kere dolaştı. Bir süre sessizce bakıştılar. Birbirinden hile sezmeye uğraşıyorlardı. İri bavul bir köşede duruyordu. Madama güven verdi. Biraz yapma gülümsemeyle:
“Sabahın kalimera Münir Bey!”
“Kalimera madam!”
“Biriyle mi konuşuyordun? Kulağıma ham hum bir şeyler esti.”
“Belki şeytanlarla… Fakat ham hum hangi dildendir, bilmiyorum.”
“Üstü kapalı edilen laflara böyle derler.”
“Teşekkür ederim. Türkçeye iki kelime daha kazandırdın. Dil Kurumuna bir ham hum fişi göndereceğim. Fakat madam, hâlâ soluyorsun, otur bakalım.”
“Ah bu merdiven beni kesiyor. Para kazanamıyoruz ki asansör koyalım.”
“Sakın ha! Bu asansörle sen inip çıkacaksan ona mutlaka bir tünel kayışı takmalıdır ki bir kaza çıkmasın.”
“Zevzekliği bir tarafa koy! Bu oda pansiyonumuzun en güzel havalı yeridir. Buraya zayıf gelenler semirip de giderler.”
“Tersine, ben burada zayıflıyorum. Bu pansiyonda semirenler sizsiniz. Bir de fareler… Onlar da sizin gibi tombul tombuldur. İnsanın elinden lokmayı kaparlar. Bu kadar cesurlarını hiçbir yerde görmedim.”
“Onlar da size benzerler. Çünkim parasızdırlar. Otuz liraya böyle bir havalı oda, rahat döşek, sabah kahvaltısı, akşam yemeği… Yerinizi bırakırsanız kırk beşe müşterisi hazır… İlya ile düşündük. Kiranızı artıracağız. Biz de kira veriyoruz. Vergi veriyoruz. Siz bize borçlandıkça biz de başka tarafa borçlanıyoruz. Faizle para kaldırıyoruz. Bu yorgunluklar da cabaya kalıyor.”
“Yorulmadan mı para kazanmak istiyorsun?”
“Biz para kazanmıyoruz. Üste veriyoruz. Senin gibi elleri sıkı birkaç pansiyonerimiz daha vardır. 9 numaradaki karı koca… İşin başında söylediklerine inandık. Bütün paralarını süse verirler, kiraya gelince hık mık… 11 numarada hasta vardır. Pansiyonumuz için ağır bir uğursuzluk… Canı burada çıkarsa arkasından bütün pansiyonerlerimiz de kaçarlar. Evin içinde günlük kokusu, papaz uluması bizim için yıkımdır. Geldim şuraya, boş yere yürüyorum, bana acır görünmüyorsun.”
“Bu çalçeneliğin için önce sen kendine acı, sonra ben sana acıyayım.”
“Para için verdiğin sözün sonuna üç gün kaldı. Hazırlıyor musun?”
“Hazırdır madam, merak etme.”
“Her seferki gelişimde bu katakulliyi okursun. Hazırdır. Fakat sözün ardı hep boşa çıkar.”
“Bu sefer öyle değil. İki gün sonra göreceksin.”
“Apukatımız seni, hastayı, karı kocayı bu ayın dilekçesine koydu.”
“Hacet kalmaz.”
“Her günün sözü budur. Bunun da öyle olmayacağını aklım almaz.”
“Bu defa aklını biraz genişlet.”
“Bakalım bu sefer sen mi utanacaksın, ben mi?”
“Her ikimiz için de bu erdemi umamıyorum madam.”
2
Edip Münir sözü de gövdesi kadar ağır karının sabah kahvaltısı yerine her gün önüne serdiği bu sorgu ısıtmasından kurtulduktan sonra doğru Yahudi karısının öbür sokaktaki kapısına gider.
Aralık duran kanadın önünde bir sıraya oturmuş irili ufaklı, kirli suratlı üç çocuk, üzerlerine sıvışık bir madde sürülmüş, ellerindeki birer dilim ekmeği geveleyip duruyorlar. Günlerden beri temizlik arabasının semtine uğramamışa benzeyen bu çirkefli, süprüntülü sokakta her ürküntüde havalanan cins cins sinekler çocuklara hücumla parmaklarının arasına kadar sokularak sabah kahvaltısını birlikte yiyorlar.
Edip Münir en büyüğüne seslendi:
“Haydi git, ananı çağır.”
Kız gülümsedi. Süzgün gözlerle lokmasını yutarak hiç istifini bozmadı. Edip Münir aynı sözü tekrarladı. Şu karşılığı aldı:
“Madam mutfakta…”
Ve