Hüseyin Rahmi Gürpınar

Dünyanın Mihveri Kadın mı Para mı?


Скачать книгу

püklüm Hacı Ömer Efendi’nin mağazasına damladı.

      İhtiyar tüccar mağazanın bir köşesindeki küçük camlı bölmenin içinde defterleri karıştırarak sekreterine bir şeyler yazdırıyordu. Münir’i görünce bir süre aldırmadı. İşini sürdürdü. Delikanlı yürek çarpıntısı içinde ayakta bekledi.

      Nihayet defterleri kapatarak misafirine döndü:

      “Ooo Münir oğlum, çoktandır görünmüyordun. Nereden esti bugün böyle? Bilirim başın çok sıkılmadıkça bana uğramazsın.”

      Edip Münir ezgince bir suratla:

      “Ne yapayım efendi babacığım, geçinme derdi bu…”

      Tüccar tekrar etti:

      “Geçinme derdi… Ne geçinmez hâlin var canım? Tek başına, güçlü kuvvetli bir gençsin. Annen Ankara’ya erkek kardeşinin yanına gitti. Küçük kardeşin Cemil’i ablasına bıraktı. Biliyorum, enişten seni eve sokmuyor. Nazif Bey fena bir adam değildir. Kabahat kimde?”

      Edip Münir ümitsiz bir gülümsemeyle:

      “Eniştem Nazif Bey elbette fena bir adam değildir. İki yüz lira aylığı olan bir kimse fena olur mu hiç? O aylığı bana verseler dünyada benden daha iyi bir kimse bulunmaz.”

      “İki yüz lira aylık böyle seninki gibi ağız dolusu bir söyleyişle çok görülecek bir para değildir. Çalış çabala, senin de o kadar bir gelirin olabilir.”

      “Bu sizinkisi eski sistem düşünüştür.”

      “Sistemle düşünmek ne demektir? Bunu ben bilmiyorum.”

      “Siz her kazancı ille de bir çalışma karşılığı sanıyorsanız aldanıyorsunuz.”

      “Bazen şanstan gelen zenginlikler de olabilir. Fakat bu pek seyrek görülen bir şeydir. Ağzını havaya açıp da şanstan böyle bir lütuf beklemek, öylece durmak nasıl olur?”

      “Her kazanç ona harcanan kalori ölçüsünde para getirmez.”

      Hacı Ömer Efendi yüzünü ekşiterek:

      “Ben böyle kalori malori gibi yeni kelimelerden pek bir şey anlamıyorum.”

      “Ben de sizinle Enderun ağzını konuşamam.”

      Hacı Ömer Efendi başını ve sözünü dikleştirerek:

      “Enderunu ağzında öyle bir hakaret sakızı gibi çiğneme! Genç olmak, geçmişi ulu orta aşağılatmak için bir bağışlanır sebep değildir. Bilgisizlik küstahlıktır. Temsilcilerine her şeyi aşağılık gösterir. Enderun dili, Enderun edebiyatı bugünkü Türk’ün geçmiş kültürüne ait bir tarih parçasıdır. Her kuşak kendinden önceki kuşaktan doğar. Damarlarında atalarının kanını taşır. Babasını kötüleyen adam soyca kendi kendini alçaltmış olur. Bu suretle geçmişe dil uzatışımız kendi soysuzluğumuzu açığa vurmak demek değil midir? Hiçbir iyi şey kendinden öncekine fena demekle daha iyileşmiş sayılmaz. Sözü bırakıp işte, yapıcılıkta kendini göstermelidir. İlerleme merdiveninde yükseldikçe aşağı basamakların çürüklüğü karşısında durmadan propaganda yapmak ağırbaşlı bir soyun şanına yaraşmaz. Bu kendi kendine görülecek bir şeydir. Gözlere sokmak için bu gerçeğin etrafında yaygaralar koparmak, yapılan yani övünülen şeyin kuvvetinden şüphe etmek demektir. Ciddiliği yaygaracılıktan üstün tutalım. Babasına söven çocuğun eğitiminden kim emin olabilir? Bu bir erdem değil ahlakça bir düşkünlüktür.”

      Edip Münir sabırsızlanarak:

      “Oo hacı efendi, coştunuz! Bir Enderun kelimesinden bu kadar laf çıkarabilmek için sizinki gibi yıllanmış bir kafa gerek.”

      “Evet, yıllanmış kafa, beğenemedin mi? Ben de vaktiyle bir kalem efendisi, gazetelere şiir, makale gönderen bir şair, bir yazar taslağı idim. Ben de yabancı dilleri öğrenmeye heves etmiştim. Bu memlekette dimağ için çalışmaktansa mideye hizmet etmeyi daha kazançlı buldum. İşte bu tonoz altı cam bölmesine girdim.”

      Edip Münir alaylı:

      “Ölmeden kendinize türbe yapmışsınız!”

      “Türbe say, ne sayarsan say. Gördüğün bu tonozla bu cam oda beni zamanın edebiyata ait ahlaksızlıklarından koruyan bir hisardır.”

      Edip Münir, ihtiyar adama çatılmış kaşların altında birden parlayan gözlerle bakarak:

      “Edebiyata ait ahlaksızlık? Bu ne demektir anlayamadım.”

      “Anlatayım. Gerçeği bugün senin suratına haykırmak için çeneme üşenmeyeceğim. Yirmi dört yirmi beş yaşında bir gençsin. Bugüne gelinceye kadar yaşının sayısından fazla işlere girip çıktın. Yazarlık da yaptın. Bir gazeteden çıkıp ötekine girince bir önceki patronlarının arkalarından konuştun, karşılarında bulundun. Seni oradan buradan çabuk yürüttüler. Kafada esaslı öğrenimi, ahlakta sağlamlığı, cepte geçinecek kadar parası olmayan senin gibi bir genç, kalemi ele alınca ne yazar? Bu, önce girdiği gazetenin eğilimine uyan bir yazı uşağıdır. Kendi vicdanından soyunmuş, aldığı emirleri bir zorlama gömleği gibi giyinmiş, günün bir lokma ekmeği için insanca kanılarını, fikir özgürlüğünü kiraya vermiş bir adamdır. Böyle bir yazarın göz önünde tuttuğu tehlike her şeyden önce yarının açlığıdır. Yirmi lira için gerçek kılığına soktuğu yirmi yalanı hiçbir yürek ezintisi duymadan yazar. Her yolsuz hareketimizde içimizi kemiren ahlak kurdu, onda ölmüştür. Kanı zaman dalkavukluğuna aşılanmıştır. Etrafına gül suyu kokusunda zehir saçar. Her şeye, gözüne geçirdiği çıkar gözlüğüyle bakar. Namuslu bir kimseyi kötülemek mi lazım? Kuduz salyalı bir kalemle saldırır. Edebî gücünü çoktan tanıtmış birini batırmak mı gerekiyor? Bilgide, edebiyatta birtakım çanak çömleği oturtulacak en iyi yere geçirip asıl özlülere çengel atmak… Şimdi cebine beş lira koyayım, dünkü yazdıklarının bütün martaval olduğunu bugün itiraf etmez misin? Bugünkü Edip Münir, dünkünün şiddetle karşısında bulunmaz mı? Hayhay… Çünkü sende bir inanca bağlı kalma erdemi yoktur. Ahlaksızlıkla kanı bir arada barınamazlar. Cebine para getirecek her şey senin için geçerlidir. Ahlaksızlığın korkuluğunu yıkmışsın. Uçurumun kenarında dolaşıyorsun.”

      Edip Münir ateşli bir sesle:

      “Yetişir efendi baba! Bütün bir kuşağı böylece çamura batırmaktan çekinmiyor musun?”

      “Benim bugünkü kuşakla ilgili bir sözüm yok. Avukatlık gerekli değil. Her sağlam vücutta birkaç çıban çıkabilir. Ben karşımdaki tek örneği temel tutarak söylüyorum. Bu yaptığım şey tamamıyla senin portrendir. İnsan insanı, ahlak ahlakı andırabilir. Eğer bu tanıtımıma benzeyen başkaları da varsa kendi yaratılışlarına lanet etsinler.”

      Edip Münir kendine acındırır bir poz almaya çalışarak:

      “Bugün buraya ben sizden yardım istemeye gelmiştim. Fakat siz beni bu ahlakla ilgili eleştirmelerle karşılayarak sözü ağzıma tıkadınız.”

      “Genç bir adam bir ihtiyardan nasıl yardım isteyebilir?”

      “Asıl kuvvetin ihtiyarlıkta, gençlikte olmadığını bilirsiniz.”

      “Oğlum, asıl kuvvet doğruluktur. Ahlak yolunda adımlarını çarpıttığın gün namuslu adamlardan yardım istemek hakkını kaybetmiş olursun.”

      Edip Münir yumuşak bir tonla:

      “Efendim, paraca ufak bir yardım…”

      “Asla!”

      “Bana birkaç lira vermekle zenginliğinizden ne eksilir?”

      “Ben zengin