Ахмет Мидхат

Eski Mektuplar


Скачать книгу

ve ibretle temaşa eden şu hüzünlü yüzü şöyle dikkatlice bir tetkik et. İstikbal için, o istikbalin sana verdiği ümit için, çektiğin bu kadar meşakkatler, sitemler zannediyor musun ki kısa ve geçici bir zaman has ve kısa bir süre zarfında oluşmuştur? Etrafımız büyük belalarla sarılıyor. Onlardan kendimizi uzak tutmak belki şimdilik elimizdedir. Fakat bu durum gün geçtikçe zevale, yani yokluğa doğru ilerlemektedir. İrademin dışında gelişen hislerim, bana o şer kuvvetin gün geçtikçe planlarını geliştirdiğini söylüyor. Yine benim o hislerim buna karşı, gayret ediniz, ittihat ediniz, sonra pişman olursunuz, elden kaçırırsınız, diyor. O zaman bu ne gaflet, bu ne hâl Kenan?”

      O karanlık, çirkin ve elemli hayaller zulmetler içinde yavaş yavaş kaybolup gidiyor. Kenan perişan bir hâlde yatağından fırlıyor. Gözlerini açıp yarı karanlık koğuşun içinde o kötü hayallerini tutmak, onların iç yüzünü anlamak istiyor. Feryada başlıyor. O feryatları o sükûnet içindeki mekânda dalgalanıyor. Müthiş gümbürtüler vücuda getiriyor. Aradan bir iki saniye geçiyor. O can yakan feryatlar ile yataklarından fırlayanlar o biçare gafletzedeyi karşılarında buluyor. İşte o zaman, o hayal, acı, pek acı bir hakikat rengini alıyor. Arkasından yine elemli bir feryat kopuyor. Sonra o hâl tekrar sükûnete eriyor.

      İşte Kenan’ın o günkü hazin hâlet-i ruhiyesi! İşte bu görülen ve izahından acze düştüğü bütün bu hadiseler onun bir gece evvel görmüş olduğu rüyası idi. Acaba o görmüş olduğu heybetli heykel kimin timsaliydi? Ne demek istiyordu? Maksadı ne idi? İşte bu noktalar, bu hakikatler karanlık, onun için karanlıktı.

      Biz o zulmetli noktaların, o karanlık ve anlaşılmaz sırların, ne gibi manalara geldiğini, tarafsız bir gözle, belki bir dereceye kadar tayin ve idrak edebiliriz. Fakat Kenan bunun ailesiyle ilgili felaketli bir haber olduğuna ihtimal verebilir miydi? Acaba hiç bunu hayaline getirebilir miydi?

      Eyvah, eyvah ki suretini aşağıda derç ettiğimiz şu mektup her şeyi açıktan açığa bildiriyordu:

      Nur-ı Aynım Oğlum, 2

      Bir hafta oluyor ki sana mektup gönderemiyorum. Biliyorum merak edeceksin. Seni bu meraktan kurtarmak güç şey değil. Fakat yazacağım şeylerden korkarım ki mustarip olacaksın. Şu viran gönül hiç senin gurbet ellerinde hasta olmanı, ıstırap çekmeni arzu eder mi? Ya Rabbi ne müşkül mevkide bulunuyorum. Gerçi bu sıkıntılı dertten kurtulmak için her şeyi göze aldırarak şu perişan hâlimi beyan etmek lazım. İşte yazıyorum.

      Kenan’ım, nurum, senin buradan hareket ettiğin, yani benden Meliha’dan ayrıldığın gün biz baba kız baş başa vererek ne kadar ağlaşmıştık! Seni ne mertebe sevdiğimi bilirsin. Fakat emin ol ki şimdiki muhabbetimin ulvi derecesini tayin edemezsin. Burada olmamanın bizi bu kadar keder ve elemli bir hâlde bırakacağını bilseydim seni yanımdan ayırır mıydım? Meliha’yı görsen -tabirimi mazur gör çünkü sen de benim bir evladım oldun- ne kadar sarardı, soldu. Eski canlılığı ve neşesi mahvoldu. Ne zaman tesadüf etsem daima düşünüyor. Bazen kitap okuyor, okudukça ağlıyor. Bu gözyaşları şüphe yok ki senin gaybubetinden tevellüt ediyor. Çok şükür Cenabıhak şimdi ona biraz teselli ihsan buyurdu. Yavaş yavaş bu ayrılık ile evet! Öyle genç bir kız için pek tahammülsüz bir ayrılık ile ünsiyet peyda etmeye başladı. Ben bu hâli görünce pek müteselli, müsterih olmaktaydım. Çünkü sen tahsilini tamamlayacak, insanlara ve insanlığa bizden çok, pek çok hizmetler eyleyecek, yararlıklar göstereceksin.

      Bu düşünce şu hasta hâlimde, belki de ecelle pençeleştiğim şu müthiş anda bile viran olmuş gönlümü neşelendiriyor.

      Bak şu Meliha ne kadar tahammülsüz bir vücuda, ne derece zayıf bir kalbe maliktir. Bunları, bu acı hakikatleri yazarken “Baba, böyle şeyler söyleme. Bize yazıktır. Kenan bunları okursa harap, perişan olmaz mı?” diyor. Ah ben de seni, onu, viran ve berbat etmek ister miyim?

      Sen buradan gittin. Zaten hasta, marazlı olan vücudum o zamandan beridir yavaş yavaş kuvvetten düşmeye başlamıştı. Şimdi ise pek hâlsiz ve takatsizim. Kalbimde fena bir ıstırap var. Ara sıra bayılıyorum. Son defaki nöbet pek şiddetliydi. Bu hâl bir daha tekrar ederse korkarım ki netice vahim olacak. İşte yavrum hakikat şimdilik bu merkezde. Fakat sen o kadar sıkılma, üzülme. Takdirde ne varsa o zuhur edecek değil mi? Sana yalnız şunu nasihat ederim. Şayet bana bir hâl olursa Meliha’yı terk etmeyesin. Sen ona hem babalık, hem zevcelik edeceksin. Anlıyor musun oğlum? Başka yazacak ne var? Sana göre fazla nasihat gereksiz değil midir? Şu kadar ki beni unutmayasınız. Göçmüşleri ne ile yâd ederlerse siz de bana o güzel hediyelerden yollayasınız.

      Kenan bitmişti, mahvolmuştu. İnsani hüviyetini kaybetmişti. Başında yıldırımlar patlasa, kalbinden yanardağlar boşansa bu kadar müteessir olmazdı. O mektep onun bütün dertlerini, bütün elemlerini ufacık bir okuma ile teskin eden, ona her şeyi hoş gördüren o safalı köşk ve mektep, döndü döndü de bütün kuvvetiyle başına yıkıldı.

      Sükûnetle, pek garip, pek hazin bir sükûnetle, o felaketli haberleri ihtar eden kâğıdı katladı cebine soktu. Bir müddet hiçbir şeyi düşünmeye muktedir olmaksızın dalgın bir hâlde durdu. Etrafını kaplayan eşyaya hayran hayran bakıyordu. Fakat bir şey göremiyordu. Bu hâl beş, on dakika kadar devam etti. Sonra kendine gelebildi. Gözlerine inanamıyormuş gibi mektubu bir daha okudu. Kanlı yaşlarla ıslanan o kâğıt, farkına varmadan elinden yuvarlandı. Artık bütün hissi, bütün kuvvetiyle ağlıyordu.

      İşte o zaman hatırına bir gece evvelki rüyası geldi. O siyah ve matemli elbiseye bürünen, onu ikaza çalışan vücudun kim olduğunu anladı. Evet, o heybetli olan hayal Meliha idi. Bu kara satırları yazan da yine Meliha idi…

      Sınıflarına sabıkı veçhile tertip edilmiş talebeler dershanelere girmeye başlamıştı. Kenan’dan başka memleketinden mektup alanlar şen şatır idiler. O zavallı ise, en geride boynu bükük yetimler gibi mahzun gidiyordu. Kendisinden her suretle istifade eden arkadaşlarından hiçbiri biçareye, “Hâlin nedir?” bile demiyorlardı. Bu insaniyetsizlik, bu yalnızlık çok gücüne gitmişti.

      Şimdi öncekiler gibi ön sıralarda muallimlerinin gözü önünde durup ders dinleyemiyordu. Tembellere mesken olan arka sıralarda, o haylazların içinde oturuyordu. Yalnız düşünüyordu. Muallimlerden talebelere varıncaya kadar herkes Kenan’da olan şu ani değişmeye hayret ediyordu. Derdini bilseler ona hayret etmez; çok acırlardı.

      Конец ознакомительного фрагмента.

      Текст предоставлен ООО «Литрес».

      Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.

      Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.

      1

      Her ne olursa olsun.

      2

      Gözümün nuru oğlum.