Фрэнсис Элиза Ходжсон Бёрнетт

Gizli Bahçe


Скачать книгу

kendini geniş çimenlikleri, kenarları budanmış çalılarla çevrili dolambaçlı yürüyüş yolları olan harika bahçelerin içinde buldu. Ağaçlar, çiçek tarhları, ilginç şekillerde budanmış her dem yeşiller ve tam ortasında eski, gri bir fıskiye bulunan büyük bir havuz vardı. Fakat çiçek tarhları çıplak ve iç karartıcıydı ve fıskiye çalışmıyordu. Burası kapatılan bahçe değildi. Bir bahçe nasıl kapatılırdı ki? Bir bahçeye her zaman girilebilmeliydi.

      Tam bunları düşünürken, takip ettiği yolun sonunda üzeri sarmaşıklarla kaplı uzunca bir duvar olduğunu gördü. İngiltere’yi, sebze ve meyvelerin yetiştirildiği mutfak bahçelerine vardığını anlayacak kadar tanımıyordu. Duvara doğru gitti ve sarmaşıkların içinde yeşil bir kapı gördü, kapı açık duruyordu. Demek ki burası da kapalı bahçe değildi, o zaman içeri girebilirdi.

      Kapıdan içeri girince buranın da birbirine açılan, etrafı duvarlarla çevrili bahçelerden sadece biri olduğunu fark etti. Açık duran yeşil bir kapı daha gördü, içerideki kış sebzelerinin ekili olduğu yatakları çevreleyen çalılar ve patikalar görünüyordu. Duvar kenarlarında meyve ağaçları vardı ve bazı sebze yataklarının üstü cam çerçeveyle örtülüydü. Mary orada durup etrafına bakarken buranın yeterince çıplak ve çirkin olduğunu düşündü. Yazın her şey yeşerdiğinde daha güzel olabilirdi ama şu anda hiçbir sevimli yanı yoktu.

      Birden, ikinci bahçeye açılan kapıdan omzunda kürekle yaşlı bir adam geldi. Mary görünce irkildi, ardından şapkasına dokundu. Adamın huysuz yaşlı bir suratı vardı ve onu gördüğüne pek sevinmişe benzemiyordu. Ama sonra Mary de onun bahçesinden pek hoşlanmadığını belli edercesine “pek çok aksi” ifadesini takındı ve kesinlikle onu gördüğüne sevinmemişti.

      “Burası nedir?” diye sordu.

      “Mutfak bahçelerinden biri.” diye yanıtladı adam.

      “Orası ne?” diye sordu Mary, diğer yeşil kapıyı işaret ederek.

      “Başka bir mutfak bahçesi.” dedi kısaca. “Duvarın diğer tarafında bir tane daha var ve diğer tarafta da meyve bahçesi var.”

      “Oralara girebilir miyim?” diye sordu Mary.

      “İstersen girersin. Ama görecek pek bir şey yoktur.”

      Mary cevap vermedi. Patikadan devam edip ikinci yeşil kapıdan geçti. Orada daha fazla duvar ve daha fazla sebze ile cam çerçeve vardı fakat ikinci duvarda yeşil bir kapı daha vardı ve bu kapı kapalıydı. Belki de bu kapı on yıldır kimsenin girmediği bahçeye açılıyordu. Mary çekingen bir çocuk olmadığı için canı ne isterse onu yaptığından yeşil kapıya gidip kolu çevirdi. Gizemli bahçeyi bulmuş olduğunu umduğu için kapının açılmamasını diledi fakat kapı kolaylıkla açılınca kendini meyve bahçesinin içinde buldu. Bahçe duvarlarla çevriliydi ve duvar diplerinde ağaçlar vardı, kış mevsiminin kararttığı çimenlerin üstünde çıplak meyve ağaçları vardı fakat etrafta başka bir yeşil kapı görünmüyordu. Mary’nin gözleri kapıyı arıyordu ve bahçenin sonuna doğru vardığında duvarın meyve bahçesi ile bitmediğini, diğer tarafta bir yerin etrafını çeviriyormuş gibi göründüğünü fark etti. Duvarın üstünden ağaçların tepesini görebiliyordu ve durup bakınca parlak kırmızı göğüslü bir kuşun ağaçlardan birinin tepesinde tünediğini gördü, kuş birden kış şarkısı şakımaya başladı, sanki kızı fark etmiş ve ona sesleniyor gibiydi.

      Kız durup kuşu dinledi ve her nasılsa kuşun neşeli, sevecen, küçük ıslığı içini mutlulukla doldurdu, bu huysuz küçük kız yalnız olsa bile, kocaman kapalı bir ev, büyük çorak bozkır ve çorak bahçeler kendini dünyada bir başınaymış gibi hissettirse bile içinde bir mutluluk hissi belirdi. Sevilmeye alışkın, içi sevgi dolu bir çocuk olsaydı kalbi kırılabilirdi ama o “Küçük Hanım Mary Pek Çok Aksi” olmasına rağmen yapayalnızdı ve parlak göğüslü minik kuş, kızın yüzüne neredeyse gülümseme denilebilecek bir ifade getirmişti. Mary kuş uçup gidene kadar onu dinledi. Hintli kuşlar gibi değildi ve bu hoşuna gitmişti. “Acaba bir daha onu görür müyüm?” diye düşündü. Kim bilir belki de gizemli bahçede yaşıyor ve orayla ilgili her şeyi biliyordu.

      Belki de yapacak başka bir şeyi olmadığı için o terk edilmiş bahçeyi bu kadar çok düşünüyordu. Orayı çok merak ediyor, neye benzediğini görmek istiyordu. “Bay Archibald Craven anahtarı acaba neden gömmüştü? Madem karısını o kadar çok seviyordu peki neden bahçesinden bu kadar nefret ediyordu? Acaba onu hiç görebilecek miyim?” diye düşündü ama onu görse bile ondan hiç hoşlanmayacağını biliyordu, zaten o da kendisinden hoşlanmazdı, o zaman Mary de kendisine hiçbir şey söylemeden durup öylece bakardı, gerçi neden böyle tuhaf bir şey yaptığını sormamak için içi içini yiyebilirdi.

      “İnsanlar beni hiç sevmez, ben de onları sevmem.” diye düşündü. “Asla Crawford çocukları gibi konuşamıyorum. Onlar hep konuşup gülüşürler, gürültü yaparlar.”

      Kızılgerdan kuşunu, kendisine nasıl şarkı söylediğini düşündü ve üzerine tünediği ağaç tepesini hatırlayınca birden yolun ortasında durdu.

      “Eminim o ağaç gizli bahçenin içindedir, kesin öyledir.” dedi. “Bahçenin etrafı duvarlarla çevrili ve kapısı yok.”

      İlk mutfak bahçesine geri yürüdü ve yaşlı adamı toprağı kazarken buldu. Yanına gidip başında dikildi, her zamanki soğuk havasıyla adamı izlemeye başladı. Adam kızı görmezden gelince sonunda kız dayanamayıp konuştu.

      “Diğer bahçelere gittim.” dedi.

      “Seni engelleyen bir şey yoktu zaten.” diye yanıtladı adam sert bir tavırla.

      “Meyve bahçesine gittim.”

      “Kapıda seni ısıracak bir köpek yoktu.” diye yanıtladı.

      “Oradaki diğer bahçenin kapısı yoktu.” dedi Mary.

      “Ne bahçesi?” diye sordu adam sert bir sesle, kazma işini bir anlığına ara vererek.

      “Duvarın diğer tarafındaki bahçe.” diye yanıtladı Küçük Hanım Mary. “Orada ağaçlar var, tepeleri görünüyor. Kırmızı göğüslü bir kuş ağaçlardan birinin tepesine konmuş şakıyordu.”

      Soğuk havanın yıprattığı o yaşlı suratın aksi ifadesi değişince kız şaşırdı. Bahçıvanın yüzüne hafif bir gülümseme yayıldı, şimdi oldukça farklı görünüyordu. Mary, bir gülümseme insanı ne kadar da farklı gösterebiliyor diye düşündü. Bunu daha önce fark etmemişti.

      Adam bahçesinin meyve ağaçlı bölümüne dönüp ıslık çalmaya başladı, yumuşak bir ıslıktı bu. Böyle huysuz bir adamın nasıl böylesi tatlı bir ses çıkarabildiğini anlayamadı.

      Neredeyse anında muhteşem bir şey oldu. Havada hafif hışırtılı bir kanat çırpma sesi duyuldu, kırmızı göğüslü kuş onlara doğru uçtu ve bahçıvanın yanındaki toprak yığınının üstüne kondu.

      “İşte geldi.” diye kıkırdadı yaşlı adam ve sonra bir çocukla konuşur gibi kuşla konuşmaya başladı.

      “Nerelerdeymiş benim arsız küçük çapkınım?” dedi. “Bugün ortalıklarda yoktun. Yoksa bu mevsim çapkınlığa erken mi başladın? Çok hızlısın.”

      Kuş küçük başını bir yana eğip siyah çiğ tanesi gibi görünen yumuşak parlak gözüyle adama baktı. Onu tanıyor gibiydi, ondan hiç korkar bir hâli yoktu. Yerinde sıçrayıp toprağı eşeledi, tohum ve böcek arıyordu. Kuş o kadar tatlı ve neşeliydi ve o kadar çok insana benziyordu ki Mary’nin yüreğinde tuhaf bir his oluştu. Kuşun tombul minik bir gövdesi, zarif bir gagası ve incecik zarif bacakları vardı.

      “Onu