Hüseyin Rahmi Gürpınar

Gönül Bir Yel Değirmenidir, Sevda Öğütür


Скачать книгу

üç dört güne kadar.”

      “Çıldırmayınız!.. Bu olacak şey değil!”

      “Her şey bitti. Bir gerdeğe girme kaldı. Birkaç güne kadar o da olacak.”

      “Olamaz… Olamaz…”

      “İşte bunu oldurmalısınız. Ustalığınıza sığınıyorum.”

      “Üç aydan önce sizin elinize temiz pratikası veremem.”

      Bu doktorla uyuşamadık. Bir başkasına başvurdum. O da hemen hemen aynı şeyleri söyledi. Sonunda bir genç uzman yakaladım. Dikkatli bir muayeneden sonra: “Merak etmeyiniz. Bir çaresini bulurum.” dedi.

      Hemen boynuna sarılıp şapadak yanağından öpecektim. Ekledi:

      “Yeni bir ilacım var. Onu sizde deneyeceğim.”

      “Deneyiniz.”

      “Ama şırıngaların acısına dayanmalı.”

      “Dayanırım.”

      Doktor içime bir ateş saldı. Yalnız acıya dayanmak değil bir daha çapkınlıkta bulunmamaya yedi ceddime tövbe ettim.

      4

      Her gün doktora gidiyordum. Böyle günahlarımın ateşiyle yakıla yıkıla gerdeğe gireceğim geceye kadar temiz pratikası alacaktım. Nihayet bu diplomaya sahip oldum. Doktor bana birçok ileriyi düşünmemle ilgili davranışlar, perhizler, tedbirler salık verdi. Ah, ah… Alışmış kudurmuştan beterdir, derler. Doğru… Doğru… Pek doğru. Ama ben bu öğütlerin alabildiğine zıddına hareket ettim.

      Şeytana inanınız. Birçok kimselerin onun uyruğunda yaşadığına inanınız. Düzelmesi olanaksız ruhlar bulunduğuna yürekten inanınız. Çünkü işte onlardan biri de benim. Çünkü nefsimin buyruğundayım. Yaşadığım sürece bu kör nefsi yarım saatçik olsun kendi irademe boyun eğdiremedim. Devamlı olarak o, beni felaketten felakete sürükler. Uslanamam, aklımı başıma alamam. Nasibimde yok. Adam olamadım. Olamıyorum vesselam…

      Beyoğlu’nda 000 Sokağı’nda, evet sıfır sıfır sokağında ve yine Madam sıfır sıfırın randevu evinde (Yerli yerince, bütün bütün adıyla resmiyle haber versem reklam yapmış gibi olurum. Ben düştüm. Allah kimseyi düşürmesin.) son göz ağrım var. Kalyopi… Ben ona yanarım. Sözde o da benim için fıkır fıkır kaynar. Ben onu dost tuttum. Ama dünyada bundan daha büyük bir düşman düşünemem.

      Ben Kalyopi’den on beş gün önce postayı kestim. Vücudumu tamire çektim. Kurnaz karı işi çakmış. Evleneceğimi sorup araştırmış. Bir gün kalemde oturuyordum. Odacı geldi. Birtakım madamların beni aradıklarını haber verdi. Bu birtakım madamlar sözündeki kalabalık beynimde fena çınladı. Dışarı çıktım. Bir de ne bakayım, dört karı, küçük bir çete hâlinde koridorda dizilmişler, beni bekliyorlar. Teyzem, halam, baldızım hepsi orada…

      Kalyopi yüzünü akidelenmiş kızıl elma koyuluğunda boyamış. Başındaki şapkanın tüyü Fransız generallerininki gibi yarım metre havaya fışkırmış. Ortalığı keskin bir lavanta kokusu sarmış. Bu karıların ne mal olduklarını tepeden aşağı bütün kılık kıyafet ve hâlleri söylüyor. Oralarını buralarını kaşıyarak bakan odacıların salyaları dudaklarından iplik iplik akıyor.

      Kalyopi beni görünce bulunduğu yerin resmîliğine hiç önem vermeyerek:

      “Ah bre çapkın Şadan! Benim üstümde evleniyorsun? Bırakaram sana ki baska karı alasın? Nah bre kaka horonononaki… Vurazayım sana da… Ona da… Yakazayım bütün mahalle, oki nerede oturuyorsun… Ben hovarda kariyim. Sen bana bilmeyorsun?”

      Yanındakiler de şöyle piyazlıyorlardı:

      “Bu kıza acımazsın? Böyle üzüntü koydu içerde. Böyle büyük, böyle megalo acı koydu. İki gündür hiçbir şey yememiş. Dün aksam altıpatlar koynunda koymus, dösekte böyle yatmıs. Ah diyor ah Şadan benim üstümde evleniyor! İşte bu çok ama pek çok lamusuna dokunmuş. Çünkü Kalyopi hepimizden daha lamuslu kızdır.”

      Kalyopi bayılır gibi arkadaşlarından ikisinin kolları arasına düşerek:

      “Öldürezeyim!.. Ona da… Bana da… Matefeo öldürezeyim…”

      Dairenin koridorunda rezillik misk gibi tütmeye başladı. Bu namuslu karıların tehditlerine benden başka gülmeyen yoktu.

      Ah ne yalanlar ne piyazlar… Olacak şey midir ki Kalyopi gibi bir kadın tam iki gündür hiçbir şey yemeden dursun?

      Bu sözlü ültimatomların şiddetlerini yenmek için çağrılarını kabul ettim. O akşam evlerine gideceğime söz verdim. Bir anlaşmazlık çıktığında artık tabancalar genelevde patlayacaktı. Namus üzerine sözleştik. Bu suretle rezaletin önünü aldım.

***

      Şırıngayı, ilaç şişelerini, hap kutularını ceplerime yerleştirdim. Bu çağrı salı günü yani çarşamba gecesi içindi. O cuma akşamı da güvey girecektim.

      Bu davranışımı ayıplamaya, bu konuda kendimi suçlamaya söz bulamıyorum. Ne çirkin şey… Ne korkunç şey… O gece hem mide hem de vücutça iki bakımdan da perhizi bozacaktım. Önce alabildiğimize içecektik. Sonra yemek yiyecek, daha sonra da eğlenecektik.

      Doktor, tedavime gerçekten büyük bir önem vererek, beni çabuk iyileştirmek için büyük çabalar harcayarak çalışan doktor, bu deliliğimi duyarsa ne diyecekti? Bu perhiz ne, bu lahana turşusu ne, sorularındaki şaşkınlık benim deliliğimi vasıflandırmakta hiç kalıyordu. Bu benim dediğimin yanında lahana turşusu ne şifalı ne akla uygun bir deva derecesine yükseliyordu.

      Önceleri âdeta benim özel evim gibi olan geneleve gittim. Karılar alay alay beni karşıladılar. Odama kadar kucakta çıkardılar. Kârlarına kesat, ticarethanenin müdürü diyordu ki:

      “Hos geldin Şadan Bey! Duyduk, duyduk, sen bize bırakıp başka karı alıyormuşsun. Ama âdet böyledir. Bıçak silmek için son defa buraya gelirler. Soram evlenirler.”

      Ah, ahhh! O gece ben bıçağımı silmek değil, büsbütün pisleteceğimi biliyordum.

      Kalyopi üzüntüsünden alnına bir mendil çatmıştı. Sözde hareketli bir sitem olarak beni dövdü, dövdü… Yumruklarının altında ezdi, öldürdü.

      Sonra bütün öteki karıları kovdu. Kapıyı kapadı. Rakı çıkardı. Türlü türlü zararlı mezeler… Ben içmem direnişiyle çırpınıyordum. O içeceksin zorlamasıyla yumrukluyordu.

      İki korkunç tehlike arasında idim: içki ile döşek… Karı kadehi zorla ağzıma döktü. Yarısı içeri yarısı dışarı gitti. İkinci döküşte biraz daha çokça yuttum. Rakı kokusu dayanma gücümü bitirdi. Sonunda perhizi tekme ile kapı dışarı kovduk. Kadehleri doldurduk. O bana, ben ona…

      Dünyada erkeğin acaba kadından daha büyük şeytanı var mıdır? İçtik, içtik… Rakı beni sardı. Gözümden evlenme, hastalık, perhiz, korunma, her şey, her şey silindi. Yalnız o dakika, o içki ve eğlence anı kaldı.

      Tepsi başından döşeğe, döşekten tepsi başına taşınıyorduk. Kalyopi boşandı. Aman Allah’ım, o ne gülünecek nağmeler, o ne yalancı gözyaşları… Evlendikten sonra haftada bir defa olsun kendisini ziyaret etmem için söz almaya uğraşıyordu. Rakıyı içtikten, döşeğe yattıktan sonra böyle bir ziyaret vaadini esirgemekte ne mana vardı? Onu da verdik. İş tamam oldu.

      Sonra evin bütün yosmaları odaya doldular. Beni karga tulumba ile dışarıya çıkardılar. Başka bir odanın ortasına tüller çiçeklerle donatılmış bir cenaze döşeği yaymışlar. Çevresine mumlar yakmışlar. Beni üzerine yatırdılar. Ellerimi göğsüme