Hüseyin Rahmi Gürpınar

Gönül Bir Yel Değirmenidir, Sevda Öğütür


Скачать книгу

babanız beyefendinin de annesiyim…”

      7

      Erenköyü’nde çam ve çeşit çeşit ağaçların küçük bir orman hâline getirdiği geniş bir bahçenin ortasına kurulmuş, oldukça düzenli döşenmiş, büyük bir köşkte oturuyoruz.

      Bize komşu kiralık bir köşk var. Birkaç yıldır boş duruyormuş. Bir akşam eve geldim. Üstümü soyunurken karım:

      “Bey, bahçesi bahçemize bitişik kiralık köşk bugün tutuldu.”

      Biraz şaşırmışlıkla karıma bakarak:

      “Tutulsun… Bize ne?”

      “Öyle demeyiniz. Fena komşu gelirse çok rahatsızlık oluyor.”

      “Adam sen de… Fena olup da bize ne yapabilir? Bahçemiz ayrı… Kapımız ayrı… Bacamız ayrı.”

      “Başınıza gelmemiş de bilmiyorsunuz. O köşkün yüzünden bizim bir çekmediğimiz kalmadı. Terbiyesiz insanlarla başa çıkılmıyor. Bizim ağaçlarda meyve, bağda üzüm bırakmadılar. Uşakları bizim hizmetçi kadınlara açık açık sarkıntılıkta bulundular.”

      “Ey daha?”

      “Kendi kapılarından işlemez oldular. İstasyona kestirme diye bizim bahçeyi yol yaptılar. Hep buradan gelip giderlerdi. Duvar, kapı, tel örgü, söz, kavga, hiçbir şey kâr etmedi. Hele o köşkte geçen son olay… Of, aklıma geldikçe sinirlerim gerilir.”

      Karım sustu. Uçuk benizle gözlerini boşluğa dikti. Olay gözlerinin önünde yeniden canlanıyormuş gibi bir iki ürperti geçirdikten sonra beni omuzlarımdan tutarak yatak odamızın geniş penceresi önüne götürdü. Kiralık evin tam bize karşı gelen bir odasını ağaçların arasından göstererek:

      “Osman Sadık Bey, karısı Raife’yi işte bu odada öldürdü.”

      “Niçin?”

      “Eliyle yakaladı da…”

      “Oh ne vahşilik…”

      “Gerçekten vahşilik… Ama başka türlü ne yaparsın?”

      “Ne yapacağım? Boşarım. Karı öldürülür mü?”

      “Öldürülmeye hak kazanınca elbette öldürülür.”

      “A, ne tuhaf hâl! Ben erkekliğimle böyle ağır bir macerada kadını savunmaya çalışıyorum. Sen hanımcığım, kadınlığınla erkekliğin vahşiliğini mazur görüyorsun. Bu ne ters bir yargılama…”

      “Doğru düşünmek gerekince gözümden kadınlık, erkeklik kalkar. Önümde yalnız gerçek kalır.”

      “Öldürmek doğru düşünme midir?”

      “Evet.”

      “Senin kadar incelemelerim, araştırmalarım ve okumam yok ama ta taş devrinden beri erkek, kıskançlığı uğruna kadını öldüregelmiş, öldüregidiyor. O yırtıcılık zamanlarıyla bu yirminci yüzyılın hiçbir farkı olmayacak mı?”

      “Olacak. Olmuştur. Ve her gün daha da çok oluyor. Ama kocasını aldatan kadın ceza görmemeli mi?”

      “Öldürmek neye? Bırakmak, ayrılmak daha iyi değil mi? Bu da bir ceza sayılmaz mı?”

      “Kadın kocasını sevmiyorsa bırakılmak ona bir ceza olabilir mi?”

      Alabildiğine serbest fikirli, modern bir koca pozu ile karşılık verdim:

      “Birbirine hıyanet eden karı kocalar için ölüm cezası yaşadığımız bu yüzyılda çok ağır bir cezadır. Bu usul genelleşse emin ol, ortada sağ karı koca kalmaz.”

      “Demek sence dünyada birbirini aldatmayan karı koca yok gibidir.”

      “O kadar da ileri gitmiyorum. Ama…”

      “Evet ama? Ben seni aldatsam, günahımın anlaşıldığı gün sen beni affeder misin?”

      “Affederim demiyorum… Ama öldürmem de…”

      “Kuru sözden bir şey çıkmaz ya…”

      “Sabiha, ben seni aldatmış olsam ne yaparsın?”

      “Öyle bir şey yaparım ki öldürmek onun yanında bayağı bir hareket kalır.”

      “Bana merak verdin.”

      “Bir dene…”

      “Allah esirgesin! Karıcığım, maksadım şakadan başka bir şey değil. Ah… Ama…”

      Sustum.

      Karım son kelimelerimi tekrar ederek:

      “Evet, ah ama…”

      “Ah ama insanlığın bu sonsuz za’fına karşı niçin bu kadar acımasız, şiddetli davranıyorsun?”

      “Çünkü aldatmak ve aldanmaktan nefret ederim. Bir kadın kocasını, bir erkek karısını sevmiyorsa bunu açıktan açığa söylemeli. Kanunlara göre birbirlerinden ayrılmalıdırlar. Aldatmak rezilce bir davranıştır. İğrenç bir cinayettir. Karı kocalığın onuruna bundan daha büyük, bundan daha acı, bundan daha korkunç bir yara açılamaz.”

      “Zekâ, kültür ve öğrenim bakımından memleketimizde seviyesi yüksek bir kadınsın Sabiha. Ama yaratılışta hercailiğin bir ikinci huy hükmünde bulunduğunu hiç dikkate almayarak bu karı koca bağlılığı konusunda büyükananın büyükannesi gibi düşünüyorsun.”

      “Evet öyle düşünürüm. Ve yerden göğe kadar da hakkım vardır. Benim gözümde nikâh demek karşılıklı doğruluğa, dürüstlüğe söz vermek demektir. Verdiği sözde durmayacak, bu bağlılığı dürüstlükle sürdüremeyecek kadar hercai yaratılışlı olanlar, kendi zaaflarını bilip böyle ağır bir sözleşmenin sorumluluğunu yüklenmemelidirler.”

      Karı koca karşı karşıya yine sustuk. Aramızdaki konuşma sıkıcı bir sessizliğin dalgalarıyla örtüldü, ikimiz de düşüncelerimizin ondan öteye olan bölümlerini birbirimizden gizlemek isler gibi kendi hislerimize döndük.

      Sabiha’yı aldatmanın kolay bir iş olmadığını anladım. Seni aldatırsam ne yaparsın dediğimde gözlerini üzerime açıp da “Öyle bir şey yaparım ki öldürmek onun yanında basbayağı bir hareket kalır.” diye karşılık vermişti. Bu sözlerin her kelimesi kulaklarımda hâlâ çın çın çınlıyordu. Acaba ne yapacaktı? Bu bana o kadar merak oldu ki…

      Karım ne derse desin, ondan daha hoşa gidecek bir kadınla karısını aldatmaktaki tadın büyüklüğünü benimle beraber onaylamayacak hiçbir koca düşünemem. “Haram tatlıdır.” sözündeki doğruluğu kim inkâr edebilir? Buna evli hanımlar gücenmesinler. Ben gerçeği söylüyorum.

      Bu gerçeğe karşı çıkacak hanımlar olursa onlar iki kelime ile beni susturabilirler. Erkeklerin onaylamalarını kabul etmiyorlarsa bu tadın büyüklüğünü yine hanımlardan, kendi cinslerinden sorsunlar. Çünkü bu iksirden bir yudum tatmak için intikamcı bir kocanın tabanca veya kaması altında can vermeyi göze aldıran kadınlar, bu tehlikeye hangi zevkin etkisiyle atılıyorlar.

      8

      Ertesi gün köşke manda arabalarıyla eşya taşınıyor, biz de Sabiha ile pencereden seyrediyorduk. İçinde cinayet işlenen odanın panjurları açılmış, camları siliniyordu.

      O ürperti veren kanlı hatıranın zihninde canlanmasıyla karım kaşlarını çatarak:

      “İşte o gece de bu panjurlar böyle açılmıştı. Raife al kanlar içinde pencereden sarkarak sevgilisine bağırıyordu:

      ‘Hüsnü, ben ölüyorum! Sen kaç…’

      Odanın