Hüseyin Rahmi Gürpınar

İnsanlar Maymun muydu?


Скачать книгу

bu ölüm icatlarından dâhiliklerine şeref arıyorlar. Ahlakça düşkünlüklerine başka delil düşünmeye lüzum var mı? Bir millet, öteki milletlerin hayatlarına tırpan attıktan sonra İsrafil’in surunu üfürmek istiyor.”

      Fikret Şükrü: “Efendi hazretleri, bugünün dünya politikasını da biliyorsunuz.”

      “Malum… Koca dünya yuvarlağı birkaç avucun içinde hokkabaz yuvarlağına çevrildi. Felsefe, ilim, moral, akıl, itidal, haklılık, adalet hep sustu, bütün hayvanca şiddetiyle canavarlık baş gösterdi. İnsanlık ruhumuzda yırtıcı hayvanların kalıntısını taşıdığımız apaçık görülüyor. Çakallarla kurtlarla kan kardeşiyiz. Darvincilikten sonra insanın hangi kökten çıktığına dair ortaya bir teori konuldu mu? Yaradılış ölçüsünde bizim alt tabakamızda maymunlar var. Bazı organlarımız bakımından onlara çok benziyoruz. Bu benzerlikleri gözden geçirmeye kalkışınca, ‘Vay biz maymun mu imişiz? Haşa sümme haşa!’ bağırtılarına küfürler karıştırılarak kıyametler kopuyor. Dur behey kan dökücü insanoğlu! Maymunun bu işe erecek kadar aklı ve söz söylemesi olsa bu akrabalığı kabul etmemek için senden önce o hayvan telaşa düşer. Maymunlar, bu kan kardeşliğini şeref bilmeyecek kadar kendilerini ahlakça insanlardan yüksek saysalar yerindedir. İnsanoğlu, sen ne patırtı edip duruyorsun, bizden önce bu akrabalıktan çekinme o hayvanlara düşer.”

      Feylesof böyle boşanmaya bahane arar bir coşkunluğa düşerken başmuharririn yanına giden genç, odaya dönerek, “Efendi hazretleri, buyurunuz beyefendi sizi bekliyor.” dedi.

      Feylesof kalktı. Her yazarı ufak bir baş işaretiyle selamlayarak yürüdü.

      Mualla Lahuti odadan çıktıktan sonra yazarlar bu adam hakkında edindikleri fikirleri birbirinden sorar gibi bakışıyorlardı. Sonunda, Enver Hakkı dilinin ucundaki suali salıverdi: “Bu Lahuti Baba’ya ne dersiniz?”

      Atıf Nuri: “Bütün benzerleri gibi bu da paradoksal2 bir tipe benziyor.”

      Fikret Şükrü: “Azizim, böyle adamlar paradoksallaşmadıkça meşhur olamazlar. Nietzsche’yi büyük bir örnek olarak gösterebilirim.”

      O zamana kadar ağız açmamış olan Bahattin Salih, “Geç canım geç…” dedi.

      Fikret Şükrü: “Neyi geçeyim?”

      Bahattin Salih: “Kıtıpiyos3 lafları.”

      Fikret Şükrü: “Sözümün neresi kıtıpiyos?”

      Bahattin Salih: “Nietzsche bir deli idi. Bu adam da budalaya benziyor. Bizde delinin bile iyisi çıkmaz.”

      Enver Hakkı: “Bahattin, durur durur da bir cevher yumurtlar ki, al da lafı rafa koy…”

      Latif Sezai: “Bahattin dâhileri çekemez, kıskanır. Onlar için iyi dediğini hiç işitmedim.”

      Fikret Şükrü: “Zavallı Baha, Türkiye’de yazar doğacağına keşke Almanya’da Niçe (Nietzsche) gibi bir deli olsaydı.

      Enver Hakkı: “Türkiye’de meşhur deli yok mudur sanki? Birkaç şair sayabilirim.”

      Latif Sezai: “Mazhar Osman Bey’in sicilinde kaç şair, kaç edip var acaba?”

      Bahattin: “Doktorun hususi bir defteri varmış. Onlara pansiyona gelenler değil, gelecekler kayıtlı imiş.”

      Atıf Nuri: “Bu defteri çalsak da çıldıracakların adlarını gazete ile yaysak…”

      Fikret Şükrü: “Sürüm çoğalır.”

      Bahattin: “Ama belki ertesi gün gazete kapanır.”

      Fikret Şükrü: “Esasa dönelim. Mualla’ya paradoksal diyorsunuz, ama bu adamın görüşü açık. İnsanlarla hayvanları hemen hemen birleştiriyor.”

      Atıf Nuri: “Büsbütün haksız mı söylüyor sanki? Biz insanlar, hayvanlara karşı zekâmızla övünüyoruz. Hayvanlarda zekâ yok mu? Tıpkı bir insan gibi terbiye almıyorlar mı? At cambazhanelerinde, bazı sahnelerde numara yapan artist hayvanları inkâr edebilecek miyiz?”

      Enver Hakkı: “Öğreniyorlar, ama çok güç öğreniyorlar.”

      Latif Sezai: “İnsanlar kolay mı öğreniyorlar? Okumaları yıllarla süren bilgiler yok mu? İçimizde hayvanlara yaklaşan kafalar çoktur.”

      Enver Hakkı: “On yılda piyano klavyesi üzerinde sağ ve sol el notalarının iki satırını birden okumayı beceremeyenleri çok bilirim.”

      Fikret Şadi: “Hayvanlar dayak korkusuyla öğrenirler.”

      Bahattin: “Hayvanlar dayaktan korkarlarsa insanlar türlü şekillerdeki cezalardan titremezler mi? Yarı vahşi memleketlerde bir zorbanın şaklattığı kırbacın önünde yüz binlerce insanlar susta durmazlar mı?4 Henüz hayvanız hayvan… Tarihimizin beş altı bin yıllıktan ötesini tanımıyoruz. Fen, ilim bize üzerinde yaşadığımız bu toprağın yaşı birkaç yüz milyon diyor. Küremiz bir gök afetine uğramazsa bir o kadar yıllık daha ömrü olduğuna işaretler vardır tarihçe olan bilgimizin, yalan yanlış varabildiği bu beş altı bin seneyi o, geçmiş ve geçecek milyonlara nispet edersek övündüğümüz bugünkü medeniyetimize karşı hilkat sicilinde henüz emekleyen bir çocuktan daha iradesiz, daha akılsız olduğumuz anlaşılır.”

      Atıf Nuri: “Demek, insanlığın bir büyük geleceğinden ümidin var.”

      Bahattin: “Şüphesiz. Birkaç yüzyıl evvelki vahşiliklerimizi düşünürsek karışıklığından yanıp yakıldığımız bugünkü hâlimizde büyük bir düzelme görürüz. O eski engizisyonlar, o işkence aletleri, bir kişinin emriyle muhakemesiz kafa kesilmeleri gibi canavarlıklar artık var mı? Bugün biz, bu birkaç yüzyıl evvelki tarihimizi okurken nasıl ürpermeler geçiriyorsak bundan üç dört yüzyıl sonra da bugünlerin tarihlerini okuyacak insanlar aynı ürküntülere düşeceklerdir.”

      Enver Hakkı: “Demek insanlar arasında ideal adaleti kurabilecek kanunlar yapılacak…”

      Latif Sezai: “Hayhay…”

      Ali Salahi: “Bu mucize kanunlarını silahsızlanma konferansı mı yapacak?”

      Latif Sezai: “Hayır canım. Yakında bir muharebe çıktıktan sonra lüzumsuzluğu anlaşılarak, bu cemiyet ya ortadan kalkacak veyahut büsbütün başka bir şekil alacaktır. Çünkü oraya toplananların hiçbiri samimi iyi bir niyetle gelmiyor. Hepsinin siyasi not defterlerinde kayıtlı başka devletlerin zararına görülecek entrika emelleri vardır. Her an birbirinden hile sezinleyerek, bunun bir tasımını beklerler. Haksızca saldırmaya kalkan herhangi bir milleti silahla susturmaya zorlamak için verilecek bir ittifak kararı verseler iş biter. Ama bunu veremezler, çünkü bir gün, bu kararın, ona imza koyan devletlerden birinin karşısına çıkması ihtimali vardır.”

      Fikret Şükrü: “Latif, sen bugünlerde siyasileştin. Arnavutluk ile İtalyan münasebetlerine ne dersin?”

      Latif Sezai: “Karganın kanadına sığınan serçenin hikâyesini tekrar ederim.”

      Bu sırada yine oda kapısı habersizce gıcırdadı. Kasketinin siperi biraz yana kaymış, uzamış tıraş mı sakal mı belli değil, tuvaletsiz5 tüylü bir yüz göründü. Hiç ağız açmadan, bir zaman tuhaf bir dikkatle yazarlara baktı, durdu.

      Ali Salahi, bu kabalıktan sinirlenerek sordu: “Kimsiniz? Kimi arıyorsunuz efendim?”

      Adam bir şey yutuyor gibi kaşlarını kaldırıp gırtlağını oynattıktan sonra: “Ben mi kimim?”

      Bu