müşterilerin içinde Hayrullah Efendi hangisi?”
Çırak gösterdi: “Nah işte. Kenarda gazete okuyan şu efendi…”
Enis Buharî, büyük bir huzura çıkanların aldıkları saygı tavrını andırır bir göğüs kavuşturuşuyla Hayrullah Efendi’ye doğru ilerleyerek: “Efendim, zatı kemalat semirinize kendimi takdime geldim.”
Hayrullah Efendi biraz şaşaladı. Bu hürmetkâr adamın yüzüne bakarak ne diyeceğini bekledi.
“Enis Buharî bendeniz…”
Beriki, sevinç telaşı ile elindeki gazeteyi attı. Ayağa kalktı. Küçük bir helecanla: “Vay fezail-mendim,13 sizi gökte ararken yerde buldum.”
Enis Buharî hararetle başladı:
“Efendim, mesele malum. Bir futbol topuna yanlış bir tekme atılsa gazetelerde, her ağızda kıyamet kopuyor da, herif-i naşerif14 bütün mübeccel15 insaniyeti maymun zürriyetinden getiriyor, dudağını kıpırdatan olmuyor. İnsani şerefimizi bu dereceye kadar kaybettik mi? Sizin makalenizi gazetede görmemiş olsaydım, artık her şeyden ümit kesecektim. Eliminnetülillah dedim, Hak yolunda söyleyenler de daha varmış.”
“O, İnsan Maymundu kitabını, o menfur eseri okuduğum zaman bütün irademi kaybettim. Şiddetle, nefretle ona karşı söylendikçe etrafımdakiler sözlerimi ciddiye almayarak gülüşüyorlar, meseleyi âdeta bir eğlence mevzuu yapmak istiyorlardı.”
Misafirine bir iskemle uzatarak “Hele şöyle buyurunuz.” dedikten sonra, çırağa seslendi: “Gel Cemal, sor bakalım, efendi hazretleri ne emir buyuruyorlar? Kahve mi, çay mı?”
Karşısına dikilen Cemal’e Enis Buharî: “Şekeri karar bir kahve…”
Arkasından Hayrullah Efendi ilave etti: “Kestane suyu olmasın.”
Bu tembihi içeriden işiten kahveci, bir taş sayarak, “Kestane suyu Sarıyer’dedir. Burada ne gezer?” dedi.
Bu iki fikir dostu birbirine kavuşmak sevincinin coşkunluğuyla kahvecinin bu cevabını duymadılar. Karşı karşıya iskemlelere oturdular. Şimdi, birbirinin ağzına bakıyorlardı.
Yazdıkları makalelerin şiddetlerinde birbirinin gururunu kabartmak için söz ararlarken, Hayrullah Efendi sordu: “Mir-i muhterem,16 ona karşı evvelkinden şiddetli birkaç makale daha yazmak fikrinde misiniz?”
“Sade yazmak fayda vermez.”
“Daha ne yapılabilir?”
“Çok şey…”
“Ne gibi mesela?”
“Nazariyattan fiiliyata geçmek…”
Hayrullah Efendi tuhaf bir sırıtışla: “Herifi pataklamak mı?”
“Sözlerini geri aldırtarak, başka türlü onu susturmak kabil olmaz. Dikkat matbaasında konuşurken, en son yediği haltı bilseniz o mervan için dayağı bile az görürsünüz.”
“Bütün o hezeyanların üzerine daha ne herze karıştırdı?”
“Herzeden çok öteye bir şey… Âdeta necaset karıştırdı.”
“Vay imansız habis…”
“Hazreti Âdem’i çamurdan yoğrulma kaba bir heykel diye tarifi ile reddettikten sonra maymunun ebülbeşer17 olduğu hakkında yine birçok deliller getirdi. Ve nihayet domuz bizim cetbecet muhterem amcamızdır.” dedi.
Hayrullah Efendi iskemlesi üzerinde bir karış yükselip oturduktan sonra: “Vay yezit herif… O, kendi hesabına domuzun amcalığını kabul edebilir. Fakat biz Hazreti Âdem safiyullah nesliyiz. Bunda asla şüphemiz yoktur.”
8
Bu sırada, bakıra çalar kırmızı yanık yüzlü tombalak kısa bir zat, iskemlesini bu konuşan iki yeni dostun yanına çekerek: “Hararetli hararetli ne konuşuyorsunuz? Yine maymun baba meselesi mi?” dedi.
Hayrullah Efendi: “Ne yapalım efendim? Bizim ağız sporumuz da bu… Derdimizi dışarı dökmesek zehirlenip verem olacağız. Rastgele bir adama ‘Köpoğluköpek’, ‘eşşoğlueşek’ desek kızar, herif bütün insanlığı maymun yapıyor da aldıran yok… Arada bir fıslana fıslana galiba halkı âlem bu akrabalığı hoş görmeye alıştı. Biz maymuna zor tahammül ediyorduk. Fakat iş domuza dayanınca, sabrımız büsbütün tükendi.”
Hayrullah Efendi ufak çarpıntı geçirir gibi biraz dinlendikten sonra: “İkinizi birbirinize tanıştırayım. Enis Buharî Efendi Haşa, Ceddi Beşer Maymun Olamaz makalesinin yazarı… Bahriyeden tekaüt, çok gezmiş, çok görmüş, birkaç dil bilir Ali Hulki Bey… Mahalle komşumuz…”
Bu alaturkamsı takdimde, Enis Buharî Efendi kısa bir temennadan sonra baş keserek dervişvari elini göğsüne bastırdı. Ali Hulki Bey sadece bir boyun kırdı.
Şimdi iki softa eskisi, bahse karışmak için yanlarına yaklaşan bu üçüncü zatın ne diyeceğini anlamak merakıyla yüzüne bakıyorlardı.
Ali Hulki Bey gülümsedi. Biraz düşünür gibi durduktan sonra: “Efendim, ben bu bahiste bu kadar sinirlenmeye değer bir şey görmüyorum…”
Bu söz, biraz daha sinirlenmesine sebep olan Enis Buharî hemen ağız açarak: “Şerafet-i beşeriyeye18 karşı yapılan bu mülhidane19 hakarete nasıl tahammül olunur?”
Ali Hulki Bey: “Bu teori, daha esaslı olarak sabit olmamıştır ve olacağa da benzemez. Buna sizinki kadar taassup göstermeye mahal yoktur. İngiliz bilgini Darwin, 1859’da Nevilerin Orijini adıyla çıkardığı eserinde bu teoriyi ileriye sürdü. O zaman da çok gürültüler oldu. Teoriyi şevkle aşkla karşılayanlar bulundu. Fakat çalışmalar ilerledikçe bu hüküm, sonraları kuvvetini kaybetti. Bazı sıkı benzerliklere karşı insanla maymunun arasında, umumi bakımdan uzviyet yaradılışınca uçurumlar vardır.”
Hayrullah Efendi: “Bu nazariyenin bir katakulli olduğu işte ilimce de görülüyor demektir.”
Enis Buharî: “Cenabıhak, Kur’an-ı Kerim’inde, Âdem’i topraktan yarattığını açık açık buyurdu. Artık bu nassa iman etmeyip de meseleye ayı, maymun karıştırmak küfür değil midir?”
Biraz kaşları çatılan Ali Hulki Bey: “Böyle, ilim ve fenne, varlığa ait meselelere din karıştırılmamalıdır. Ta Orta Çağ’dan beri bu iki şey birbiriyle boğuşmakta, hatta birbirinin canına susamış durumdadır. Bu muharebede adım adım ilerleyen ilim, cehalet bulutlarını yırtarak nurlarını saçabilmek için çok kurbanlar vermiştir. Dinler, bulundukları şekillerde kabul olunmuşlardır. Bugün onları ilimle muharebeye çıkarmak yine iman hesabına çok tehlikelidir. Çünkü ilimler, bütün kurulmuş itikatları yıkacak derecede kuvvetlenmişlerdir. Dini, bir kalkan gibi ilmin top tüfek ateşine karşı tutmayınız. Böyle şeylere karıştırmayarak, göklerdeki kadrini korumak için onu bulunduğu yüksek mevkisinde korumaya çok dikkat ediniz. Bugün dine gösterilecek en büyük saygı budur. Onun tarafını tutarak veya ona karşı olabilecek birtakım saygısız araştırmalara meydan vererek, dindar yürekleri de yaralamaktan korumuş olursunuz.”
Hayrullah Efendi, bakışı diklenmiş bir çehre ile: “Ali Hulki Bey, affedersiniz, ben sizi bizden biliyordum. Meğer siz de ötedenmişsiniz.”
Ali Hulki Bey: “Hayır, ben ne ötedenim ne beridenim. Ben ikisi ortasıyım.”
Enis