Ахмет Мидхат

Mesail-i Muğlaka


Скачать книгу

değildi. Kıza:

      “Pekâlâ matmazel! Artık emniyetle ikametgâhınıza gidebilirsiniz. İşte o nehrin öte tarafına geçiyor. Beri tarafa doğru yolunuzda bir mâni yoktur.” demesiyle Rosette:

      “Teşekkür ederim efendim! Bu iyiliğinizi ömrümün sonuna kadar unutmayacağım!” diye hem lisanıyla, hem gözleriyle, hem hâliyle, tavrıyla teşekkürler ederek Quartier Latin’e doğru yürüdü gitti. Birkaç saniye sonra gözden kayboldu. Zira kız her adımı attıkça lapa lapa yağan kar, kızın arkasından bir beyaz perde indiriyor hükmünü göstermekteydi.

      Büyük bir minnetle teşekkür etmekle birlikte Rosette’in gönlünde Abdullah için mühim bir yer açılmış olduğuna hiç şüphe etmemelidir. Kadın nevi zaten pek ziyade kudret-i takdire malik olur. Hele böyle bütünüyle hasbi bir yolda kendi kadınlık şanını müdafaa ve muhafaza için epeyce bir fedakârlığı göze aldıran kahraman hakkında tamamıyla duygusuz kalmak hiçbir kadının şanı değildir. Fakat Abdullah’ın gönlünde kız için hiçbir yer peyda olmadığını hususen ihtara lüzum görürüz. Diyebiliriz ki Abdullah, Rosette’in gençliğine bile dikkat etmedi. Zaten hava böyle şeylere dikkat için müsait bir hava olmadığı gibi hâl ve mahal de buna müsait değildir. Delikanlı, müdafaasız bir aciz kadını kuvvetli bir saldırgana karşı mertçe bir müdafaa gayretinde bulunmuştur. Gerçi erkekler, bahusus genç adamlar tarafından, bu yolda yardım ve hürmet görmeye genç ve güzel kadınların çirkin veya ihtiyarlardan ziyade haklı görülmeleri hemen umumi bir şey ise de bugünkü hâl böyle değildi. Şu anda Abdullah’ın gönlünde başına tıbbiye öğrencisinin beresini giymiş olan mağlup düşmanı ve ondan aldığı intikamdan başka bir şeyi yoktu. Paris’te etudiant, yani öğrencinin hâllerini pek iyi biliyordu da onun için! Öğrenci âleminde bu gibi manzaraların kolay kolay olamayacağını ve işin pek müthiş neticelere kadar varabileceğini bildiği için şu herifi daha da çok merak ediyordu. Lakin bugün için işin bundan başka bir neticesi görülmedi. Abdullah da Concorde Köprüsü’nü geçerek gideceği yere gitti. Bu vakadan ne polis ne basın haberdar oldu. Bilahare basına büyük bir meşguliyet alanı açacak olan şu hadiseden ertesi günkü gazetelerde bir harf bile görülmedi.

***

      Paris’te etudiant18 âlemi bambaşka bir âlemdir. Paris’e temas eden romanlarımızda bu âlem hakkında birçok malumat ve izahat vermişizdir. Zaten OsmanlıIar arasında da yüzlerce genç vardır ki Paris’te tahsillerini yapmış olduklarından genellikle Quartier Latin’i19 ve öğrenci arasından (Pays Latin) yani Latin memleketi denilen öğrenci mahallesinin ahvalini pek iyi bilirler. Çünkü burası bir zaman için kendilerine de vatan olmuştur. Şu romanda Quartier Latin’e ve öğrenci âlemine ait büyük izahlarımızı da bu hikâyemizin vakası içinde yapacağız.

      İşbu pazar günü akşamı bermutat Quartier Latin kahvehaneleri öğrenci ile hınca hınç dolmuştu. Hele tıbbiye öğrencisinin müracaatgâhı olan kahve, sairlerinden daha geniş olduğu gibi daha da kalabalıktı. Her masa etrafına sekizer onar delikanlı toplanarak bira içmekte yarıştıkları gibi gevezelikte dahi yarış ediyorlardı. Bir aralık bunlardan birisine dışarıdan bir talep daha geldi. O mangada bulunan gençler bir ağızdan:

      “Moustique! Moustique! Yaşasın Moustique!” diye sevinçle birisine işaret ettilerse de “Moustique” tesmiye ettikleri delikanlı bunların sevinç ve gülüşmelerine her zamanki gibi yine sevinçle mukabele edeceğine, bilakis gayet ekşi bir surat ile mukabele edince diğerlerine de bir durgunluk gelmişti.

      Şunu izah edelim ki Moustique “sivrisinek” demek olduğuna göre şu kelime o delikanlının ismi zannedilmemeli. Malum olduğu üzere öğrenci âleminde herkese bir isim takarlar. Bu gelen adam da cılız bir şey olduğu için “Moustique” lakabını ona layık görmüşlerdi. Ama biz de haber veriyoruz ki hem cılız hem pek çirkin ve şerli olduğu için bu lakap kendisine münasip düşmüştür. Zira bu genç bilmem kaç saat önce bahsettiğimiz ve kendisinin de “Abdullah” olarak adlandırdığı diğer delikanlının sillesi ile Orsay rıhtımı üzerine serilen heriftir.

      Moustique’in çehresindeki ekşiliği gören delikanlılar onun her zamanki hâlini bildikleri için yine işin içinde bir iş olduğunu anladılar ve birisi:

      “Bahse girerim ki Moustique’de yine bir namus meselesi vardır.” deyince Moustique dedi ki:

      “Yalnız benim namus meselem değil! Hepinizin namus meselesi! Zira bugün bir zorba Türk tarafından hepinizin suratına bir şamar indirildi.”

      Herkes birbirinin yüzüne baktı. Birisi:

      “Söyle bakalım!” demesiyle Moustique demincek tafsilatını görmüş olduğumuz vakayı şu veçhile hikâye etti:

      “Bu akşam nehrin öte tarafına gidiyordum. Orsay rıhtımında bir grisette!20 Hem de ne güzel şey! ‘Şu kar tufanı esnasında güzel ve iyi bir av!’ dedim. Derhâl bir ilanıaşk ve sonra yemeğe davet ettim!”

      Birisi: “Derhâl bir kabul ve ayrılık!”

      Moustique: “Hayır! Matmazel âdeta bir vahşet yüzü gösterdi.”

      Diğeri: “Ha! Anladık. Hepimizin suratına inen şamar onun minimini eliyle indirildi. Biz buna alışkınız babam!”

      Diğer birisi: “Bir Türk tarafından demişti be!”

      Bir kodaman: “Durunuz be! Zevzekliğe boğmayınız.”

      Hiç öğrenci âleminde bir işi zevzekliğe boğmamak kabil olur mu? Neyse o manganın reisi demek olan kodaman herkesi susturmaya muvaffak oldu ve Moustique de hikâyesini anlatmaya devam etti:

      “Av vahşet gösterdikçe biz takibe şiddet verdik. Tam ilk buseyi almaya muvaffak olacağım bir anda karşımda zıpır bir herif peyda olmaz mı? Pervasızca bana, ‘Çekil oradan!’ demez mi?”

      Birkaç ses: “Ooo! Ne küstahlık!”

      Moustique: “İki bir demeyerek sol omuzu üzerine bir ayak çelmesi fırlattım. Paldır küldür yere yuvarlandı.”

      Birisi: “Namus tamamlandı. Yaşasın Moustique!”

      Birkaçı birden: “Yaşasın Moustique!”

      Moustique: “Heyhat! Sevgili dostlarım. Herif davrandı. Yerinden kalkar kalkmaz bana bir “gifle”21 indirdi ki bu defa rıhtımın tozlarını yalayan… Hayır! Malum ya, yerde kar var. Yerdeki karları ağızlayan ben oldum.”

      Birisi: “Ooo! İşte bu pek büyük cüret!”

      Kodaman: “Sonra? Netice?”

      Moustique: “Bu hâlde işin daha ilerisine varamadım. O dev gibi bir herif. Ben ise zayıf bir adam. Zaten beni gözüne kestirmesi de bunun için değil mi? Ben dedim ki: ‘Seni tanıdım Abdullah! Sen beni dostlarım vasıtasıyla tanırsın.’ Terbiyesiz, dostlarımı da aşağıladı. ‘Tıbbiyeli değil misiniz? Beşinizi bile bir adam yerine koyamam!’ dedi.”

      Birkaçı birden: “Nee? Ne?”

      Kodaman: “Bu Abdullah kim oluyor?”

      Moustique: “Hukuk öğrencisinden bir Türk! Kendisini tanırım. Pek kuvvetli bir gulyabanidir ama silah kullanmayı bilmez. Bir düelloda pek güzel hakkından gelebilir isem de bu işin bir düelloya layık olup olmadığını siz kestireceksiniz. Siz hükmedeceksiniz.”

      Bu hikâye üzerine herkes sükûta vardı. Sonra bir müzakere kapısı açıldı. Herkes söylemeye başladı. Ama hepsi birden konuşuyorlardı. Öyle bir şamata ki o muhavereyi aynen yazmak mümkün değildir. Zaten her ağızdan çıkan sözü sırasıyla dinleyebilmek bile muhaldir.