Ахмет Мидхат

Mesail-i Muğlaka


Скачать книгу

veriyordu. Madam:

      “Ne oldu sana?”

      Sualini de irat edince, dikişçi kızcağız:

      “Hiç madam hiç! Dalgınlık! Yorgunluk!” cevabını verdi ve bununla madamı kendisine acındırarak:

      “Vah zavallı kızcağız! Al şunu! Senindir.” diye yirmi franklık bir bank kaimesi uzattı ise de Rosette bu sözleri doğru olarak algılamıyordu. Yalan söylüyordu. Şu anda o minimini dilber Rosette, şirin Rosette hem yalancı hem de hırsız idi. Yalancı idi: Zira o hâli ne dalgınlıktan idi ne de yorgunluktan! Hırsız idi: Zira Madam de Rose Bouton’un para cüzdanından çıkarıp kendisine uzattığı bank kaimesini almazdan evvel, konsol üzerinde çalmış olduğu bir şeyi koyu fındıki fistanın sağ tarafından arka tarafına doğru açık olan cebi içine indirmişti de banknotu ondan sonra almıştı. Şu anda minimini Rosette yalnız nankör ve terbiyesiz olmadı. Madam de Rose Bouton’un bahşişini aldığı zaman:

      “Mersi Madam, mille mersi!11 Bu inayetiniz yorgunluğumu çıkarmaya ziyadesiyle kifayet eder!” diye candan bir teşekkür etti.

      Vay yumurcak vay! Hırsızlık ha! Yahu şu…

      Durunuz! Acele etmeyiniz. Eğer hırsızlık fiilinin derecesi çalınan malın ehemmiyetine göre tayin edilmek lazım gelirse Rosette’in hırsızlığı önemini bütünüyle kaybeder. Hatta buna “hırsız” dediğimiz için biz sorguya bile çekilebiliriz. Zavallının çaldığı nedir sanki? Bir kartvizit! Hem bir tarafı bükülmüş olduğundan anlaşılacağı üzere kullanılmış ve artık bir daha kullanılmaya salahiyeti kalmamış bir kartvizit. Üzerinde de Fransız harfi ile “Abdullah Nahifi” (?) yazılı.

      Bu kadarcık bir hırsızlıktan ne olacak sanki? Rosette bu kartı Madam de Rose Bouton’dan istemiş olsa idi vermez miydi? Hem bu kâğıt ne işe yarar ki?

      Bu kadarcık bir hırsızlıktan neler olacağını sonra anlarsınız. Bu kâğıdın Rosette’in hangi işine ne kadar yarayacağını da sonra anlarsınız. Fakat bu kâğıdı madamdan istemiş olsa idi madamın bu kâğıdı kendisine vermeyeceğinden Rosette emin idi. Emin olduğu için isteyemedi ama çaldı. Fakat burada asıl zihin gıcıklayacak şey, şu kâğıdın üzerinde çiçekli harf ile yazılı olan “Abdullah Nahifi” ismidir. Öyle olmak lazım gelmez mi? Bu bir Müslüman ismidir. İhtimal ki bir Osmanlı ismidir. Evet! Romanın muharriri sıfatıyla vakanın öncesi ve sonrası tabiatıyla zihnimizde mevcut olacağından daha şimdiden itiraf ve ikrar edelim ki bu bir Müslüman Osmanlı ismidir. Hatta üzerinde ince yazı ile matbu olan diğer bir satırı daha okumuş olsaydınız onu da, Hukuk Fakültesi öğrencisi, Boulevard des Saint Germain Numara diye okurdunuz.

      Gözümüzün önünde cereyan eden şu ufacık vakada bize iki noktada değerlendirme yolu açılıyor. Birisi şu Abdullah Nahifi’nin Madam de Rose Bouton nezdinde malum bir adam olması. İkincisi yine bu Abdullah Nahifi’nin dikişçi Mademoiselle Rosette’e de malum bir adam bulunması. Zira Nahifi, Madam de Rose Bouton’un meçhulü olsa idi, tuvalet salonunun konsolu üzerinde onun elinden çıkmış bir kartvizit ne geziyordu? Rosette’in de meçhulü olsa idi, onun “carte de visite”ini elde etmek için -velev ki önemsiz olsun-onu çalmaya neden mecbur oluyordu?

      Şu romanda bu Abdullah Nahifi hakikaten merak edilecek bir adam!

      Evet! Hakikaten merak edilecek bir adam! Şu hikâyemizin önemli şahıslarından birisi. Fakat onun hakkındaki meraklar yakında bertaraf olacaktır. Zira şu hikâyemizin vukuu anında bu adam Paris’te bir şöhret kazanmıştı. Matbuatta kendisinden epeyce bahsedilmişti. İsmi her salonda konuşulmuştu. Biz şimdiki hâlde gördüğü hazırlıklardan dolayı bir an evvel dışarıya çıkmak gayretinde bulunan Madam de Rose Bouton’u takip edelim.

***

      Rose Bouton familyasını yeni yetişme kibardan olduğunu öğrendik ya! Anası babasının kim olduğunu bile bilmeyen bir velet. Tabii farz ediniz ki Paris’te piçlere mahsus bir mekân “Rose Bouton” acayip ismiyle teslim olunmuş ve orada büyüyüp ve sonradan yine bu gibi kişilere mahsus mekteplerde tahsilini tamamladıktan sonra talihini denemek için her işe saldırmaya başlamıştır. Fransa’dan imparatorluk kalktıktan ve yerine mevcut rejim geldikten sonra ne kadar asılsızlar, nesilsizler var ise hepsi hasep nesep sahibi olarak yeniden ortaya çıkmışlardır! Rose Bouton işte bunların en parlaklarından birisidir. Hikâyemizin cereyanı zamanlarında Rivoli Sokağı’nda kendi inşa ettirmiş olduğu bir konakta ikamet eder. Borsada havacılık ile… Hayır! Yalnız havacılıkla değil; oradan alışverişi istediği gibi yönlendirmek için içeriden ve dışarıdan bin entrikaya, hilekârlığa, yalana, hıyanete başvurarak borsayı kâh yükseltmek kâh da alçaltmakla kazandığı milyonların bir cüzünü bu konağın inşa, tefriş ve tezyinine sarf etmiştir. Ki yalnız bu küçük diye vasıflandırdığımız kâr payı bile sair birkaç fakiri gereği gibi zenginleştirecek meblağdaydı. Bu kadar mal mülk üzerine hazinenin evrak memurlarından birisi çıkıp da bilmem kaçıncı Louis’in bilmem hangi miladi senesinde bilmem nereden geçerken bir kadın kucağında henüz açılmadık bir gonca kadar güzel bir oğlan görüp onu yanına alınca ve “Rose Bouton” namıyla ona asalet rütbesi verdiği ve bu çocuk büyüdüğü zaman o krala “page” yani evlatlık olduğu hakkında bir kayıt ibraz eder ve bunun üzerine Rose Bouton da isminin başına bir “de” edatı ilave ediverirse buna hayret mi edersiniz? “Baron” unvanını almak ise para ile görülür bir iştir. Zira hâlâ bazı hükûmetler vardır ki bu unvanın usulünü kaldırmamışlardır.

      Akşam karanlığı gereği gibi her tarafı istila etmiş olacağı bir zamanda güzel Rose Bouton, Rivoli Sokağı’ndaki hanesinden çıkmıştı. Bu karanlık ancak bizim buralarca tahayyül edebileceğimiz şeylerdendir. Rivoli Sokağı gibi Paris’in ta ortasındaki en meşhur bir caddeyi yalnız gaz direkleri alelade aydınlatmaya kâfi iken, o her elli altmış adımda bir telgraf direklerine büyük sütunlarla bağlanan elektrik ışıkları havayı güzelce aydınlattığından ortalık hemen hemen gündüz gibi aydınlıktı. Mağazaların her birini dolduran ve sokağın yarısına kadar taşıp aydınlatan farklı ışıklar da yine başka türlü parlıyordu. Binaenaleyh kapısından çıkar çıkmaz durdurmuş olduğu bir kira kupasına seslice:

      “Boulevard des Italiens!”12

      Kumandasını veren Madam de Rose Bouton tam kupaya gireceği sırada arabacıya eğilmesi işaretini verdi. Herif eğilince de:

      “Numara 20!”

      Emrini de tembihledi ki, bu ikinci emri alınca arabacı gülümsemiş olduğu gibi Boulevard des Italiens’de 20 numarayı henüz unutmamış olan okuyucularımızın dahi gülümseyecekleri malumdur.

      Paris’te “bulvarlar” denilen yerler bizim Dolmabahçe’den Beşiktaş’a giden iki tarafı ağaçlarla müzeyyen caddemizden daha geniş, daha uzun ve en güzel caddelerdir ki Paris’in en mamur en müzeyyen mahalleri buraları olduğu gibi en büyük sefahat yerleri de bu taraflarıdır. Tiyatroların en büyükleri, en çokları, kahvehanelerin, lokantaların vesairenin en parlakları hep bu caddelerdedir. Her türlü zevk ve sefa arayanlar aradıkları şeyleri buralarda bulurlar. Bizim İstanbul’da sefih bir hayat geçirmek için yiyecek parası olanlar para yemek için Beyoğlu’na gittikleri gibi Paris’te de bu yolda para yemek isteyenler bu gibi bulvarlara giderler.

      Bunlardan İtalyanlar namına kayıtlı olan bulvarda 20 numaralı mahal ise “Maison Doree”13 yani “Beyt-i Müzehhebe”14 denilen lokantadır. En meşhurlarından birisi işbu Maison Doree olmak üzere, bulvarlarda bulunan bu mühim lokantaların umum için bir büyük salonu ve havas için de birkaç küçük salonu bulunur ki bunların girişleri yine halkın gözleri önündedir. Fakat