yaşamış olmasın ve bu hayatları, küçük de olsa bir romana konu olmasın.”
Malum ya. Voltaire vefat edeli yüz seneyi geçti. Yüz senede Paris hiç mi terakki etmedi? Madam de Rose Bouton hiç şüphesiz ki bu terakkiden en ziyade hisse alanlardan birisidir. Onun sergüzeştleri arasında minimini değil; kocaman kocaman romanlara zemin olabilecek ahval dahi birden ibaret değildir ve bunlar pek çoktur. Bu günün vukuatı olmak üzere hikâye edeceğimiz şeyler ise bir romanın başlangıcı değildir; neticesidir. Zira “Madam de Rose Bouton” demeyi müteakiben bu ismin manasına teveccüh edecek olan gözler o kadını sokağa çıkmaya münasip bir kıyafette görürler.
Kim bilir ne patırtılı gürültülü bir tuvalet ile ha? Tamam, Frenklerin “une toilette tapageuse”6 dedikleri surette değil mi?
Hayır! Bilakis Madam de Rose Bouton tepeden tırnağa kadar siyah ve gayet kapalı bir elbise giymişti. Şapka da siyah, vualet7 de siyah, eldivenler de siyah! Eğer bu giyim en kıymettar Lyon kumaşlarından olmasa, bu şapkanın dantelleri, tüyleri en pahalılarından bulunmasa da yaslarda giyinilmesi mutat olan sade nevinden olsalar idi o genç, güzel kadın matem hâlinde zannolunurdu. Zaten vukuatın bir roman öncesinde olmadığı da tuvaletindeki bu kapalılıktan, bu sadelikten çıkarılamaz mı? Öyle ya! Politika henüz celp ve cezp politikası olsa idi tuvaletin de “tapageuse”8 olması lazım gelirdi. Matem hâlinde bulunan bir dilber, o kıyafette iken, nazarları ve kalpleri cezbetmeye yaramaz diye düşünülürdü. Bu kapalı ve sade tuvalet ise artık temelleri çoktan atılmış, bitirilmiş olan bir politikayı muhafaza gayretine delalet eder. Kıyafet şu sadelik hâlinde iken birden bire parlak bir hâle dönüşürse bundan dikkat sahiplerinin ürkmesi icap eder. Zira münasebet mevcut olan taraf ile münasebetin rengi değişmiş olduğundan gerek onu yeniden mağlup etmek ve gerek kolay kolay, tekrar tekrar mağlup olmayacak kadar metanet sahibi ise hiç olmazsa hasedini tahrik etmek için tuvalette böyle bir değişime lüzum görülür. Bu yolda değil ise mutlaka eski münasebet tamamıyla bitmiş ve bir başkası ile yeni bir münasebet peyda olmaya başlamıştır. Avrupa’da “monden” denilen bu kişilerin şu gibi hâlleri geniş bir ilim gerektirir. Tahsili uzun zamana ve çok tecrübeye muhtaçtır.
Madam de Rose Bouton’un vualeti hem siyah hem de gereği gibi sık olduktan başka elinde bir de büyük mendil vardır ki endam aynası karşısında bu mendili o minimini burnuna kadar götürüp yavaşça burnunu siliyormuş gibi davranarak meşk ettiğini görseydiniz ya da suret ve keyfiyet-i meşkine dikkat etseydiniz bugün şu sokağa çıkışın büyük bir sebebi ve mühim bir hikmeti olduğunu açıkça anlardınız. Mendili her burnuna götürdüğünde vualet ile beraber yüzünü ne kadar mükemmel ve büyük bir maharetle kapattığını gösteriyordu. Bir de her defasında elinin hareketini beğenmeyerek onu düzeltmek için o derecelerde ihtimam gösteriyordu ki, maksadının o anda yüzünü kimseye göstermemek ve kendisini kimseye tanıttırmamak olduğu anlaşılıyordu. Ondan emin olmak için de gayret sarf ettiği açıkça görülüyordu. Bu da bir hünerdir tabii. Hem de buna muhtaç olanların kendi ihtiyaçları noktainazardan pek büyük istifade ettikleri de bir hünerdir. Bu durum yalnız kadınlara da mahsus değildir. Lüzumu, ehemmiyeti erkeklere kadar uzanan bir hünerdir. Zira polisin takip ettiği cinayetkârlar bazen bir polis hafiyesinin dikkatinden sakınmak için öyle bir mahirane surette mendille burun siler ki onunla yüzünü tamamıyla örtmüş olmaktan ziyade polisten gizlemiş olur. Yüzünü tamamıyla örtmek de ne demek? Öyle basit bir harekette bulunacak olsa polisin nazarıdikkatini kendisinden kaçırmaktan ziyade bilakis kendisine çekerdi. Aleksandre Dumas bazı romanlarında ve bilhassa Monte Kristo’da bu mahareti bazılarına öyle büyük bir ustalıkla icra ettirir ki o anda insan bunu mübalağaya hamleder. Ancak sonradan hiç de öyle olmadığı anlaşılır. Hele kadınların bu hususta peyda ettikleri maharet âdeta aklın alamayacağı bir durumdur.
Nazarımızın ilk tecrübesinde kendisini böyle kapalı ve sade bir dışarı kıyafetiyle mendil meşkinde gördüğümüz Madam de Rose Bouton ilk hareketlerini beğenmeye beğenmeye nihayet meşki o kadar ileriye götürdü ki son hareketlerinin her defasında kendi kendisine aferinler bahşettiği, çevresindeki dikkatli tavırlarından rahatlıkla anlaşılıyordu. Birkaç defa dahi kapalı olan sağ ve sol taraflarını aynaya tevcih ederek yan taraflarından görünüşünü de yan göz ile muayene etti. Sonra bu konuda emin olmak için üç tarafında bulunan aynalardan her tarafı kontrol etmeye başladı. Bu kontrollerden de tatmin olduğu hâl ve tavrından anlaşılıyordu. Eee, artık bir dikkat ehlinin nazarı önünde bu kadar hâlleri sürer de Madam de Rose Bouton’un kendini kimseye göstermeksizin bir yere gitmek, bir mahalle girmek teşebbüsünde bulunduğunu hâlâ anlayamamak kabil olur mu? Anlayana sivrisinek sazdır, anlamayana davul zurna azdır.
Mevsim bir bahar öncesiydi. Vakit de nisanın ilk haftası akşamlarından birinin saat yedisi idi ki o mevsimde bu saat bizim alaturka saatler hesabıyla güneşin batışından yarım saat sonraya doğru tesadüf eder. Hatta bu buluşmaların sonlarında tuvalet odasının içi gereği gibi karanlık olduğu için Madam de Rose Bouton aydınlatılması hakkında bir emir vererek gayet güzel ve iyi giyinmiş bir oda uşağı, müzeyyen lambalardan birkaçını hemen de yakmıştı. Hiç şüphe yok ki genç ve güzel madam, gideceği ve gireceği mahalle tam akşam yemeği vaktinde varmak gayretindeydi.
Derken o aralık salonun kapısı yine o güzel ve iyi giyinmiş uşak tarafından açıldı. Genç, çıtı pıtı ve güpgüzel bir modistra9 kızın girmesine yol verdi. Ama ne güzel kız! Paris’in asıl sahih ahalisinden bir minyon! Paris’i tanıyanlar, yalnız şu kadarcık bir tarifimiz üzerine bile Mademoiselle Rosette’i hayallerinin önünde buluvermişlerdir. Ortadan aşağı boyu, nahif vücut, esmer ten, beyaz yüz, üzüm gibi kara gözler, ufacık burun, ufacık çene bir Parisien! Şöylece bir bakılsa ressamlık noktasından “güzel” denilebilecek bir hâl görülemez. Fakat o kadar şirin, o kadar sevimli ki insan buna “güzel” den başka da sıfat bulamaz. Koyu fındıki lahurakiden10 bir fistan giymiş. Bütün tuvaleti bundan ibaret! Üstünde başında ne bir karış dantel ne bir yapma çiçek ve ne de iki parmak kurdele! Başında yalnız bir hasır şapka… İşte o kadar! Bu biçareler olanca sanatlarını, kudretlerini, himmetlerini büyük madamları süslemeye sarf ederler. Bununla mükelleftirler. Kendilerinin tezyinatına hiç emek sarf etmezler. Bir de hiçbir şeyi ziyan etmezler. Onlar Josefleri, Jeanları, Pierreleri, Heinleri bu sadelik hâllerinde de güzel bulurlar. Hem de pek güzel bulurlar.
Rosette odaya girerken Madam de Rose Bouton’un, “Geç kaldın bedbaht kız! Beni çok beklettin!” demesiyle latif işçi:
“Bitiremediler madam!” diye itizara başladı ise de madam:
“Bitiremeyecek idiyseler yarına erteleseydiniz. Ne acelesi vardı ki?” diye özür kabul etmez bir tavır ile mukabele etti. Gerçi Rosette’in getirdiği şeyleri muayene işine katlanacağını bir teslimiyet tavrıyla anlattı. Bereket versin ki yapılacak iş yalnız bir muayeneden ibaretti. Eğer prova edilecek olsa idi genç madam mümkün değil katlanamazdı. Prova evvelce işaret edilmiş olduğundan madam, tarif etmiş olduğu süslerin icra edilip edilmediklerini görmek için bu muayeneye ihtiyaç olduğunu düşünmüştü.
Bir lambanın yansıyan pembe ziyalarına karşı elbisenin tezyinatını muayene eden madamın, birçok suallerine bir konsol yanına dikilmiş durmuş olan Rosette cevapları veriyorsa da bir zaman oldu ki Rosette’in verdiği cevaplar madamın sorduğu suallere münasip düşmemeye başlamıştı. Madam mesela elbisenin arka tarafına konulan farbelanın kurdelası ensiz olduğundan bahsettiği hâlde, Rosette düğmelerin bundan daha büyükleri şimdiki modaya uymayacağı tarzında cevaplar veriyordu. Şu kadar var ki madamın zihni dahi meşgul olduğundan bu sual ve cevaptaki münasebetsizliği, mantıksızlığı