Hüseyin Rahmi Gürpınar

Ölüler Yaşıyor mu?


Скачать книгу

varsa o da ben değilim, anne, sizsiniz. Şeyh Efendi tespihi bana versin, ben içinden atlama oynarım. Bal şerbeti ne ise nefesten çok mülayimlik verir.”

      Abdüsselam: “Bakınız, bakınız, habis ruhlar bu masuma neler söyletiyorlar! Nasıl olmuş da uğramış? Ya gece vakti destur demeden bir yere abdest bozdu ya da bir mübarek makamda saygısızlık etti. Çirkef atladı. Ya da yapılmış bir büyüye uğradı. (Çeşmifettan’a dönerek) Siz bu çocuğun annesi misiniz?”

      “Evet, efendim.”

      “Gece uyurken dikkat ediniz, o sayıklayacaktır.”

      “Evet, bazen sayıklar.”

      “Sayıklarken onu tutan cinin mutlak adını söyleyecektir. Bunu aklınızda tutar, gelip bana haber verirsiniz. Mahur mu? Nahur mu?”

      Dilaver gülerek: “Battal Efendi, ben uyurken sayıklıyormuşum. Sen uyanıkken sayıklıyorsun. Anneme ne soruyorsun, bana sor.

      İçimdeki cinin adını söyleyeyim: Ahtapeta. İçimde öyle sahur anafor filan yok. Ahtapeta. Zuhuri’de büyücü oyununda öğrendim. Vay babam vay, benim içim şeyh apartmanı mı ki perilere kiralamış olayım?”

      Çeşmifettan: “Oğlum, sus, senin tekin olmadığını ben zaten çoktan anlamıştım. Efendi hazretlerine saygısızlık ediyorsun.”

      Abdüsselam: “O kendi söylemiyor… Zavallıyı söyletiyorlar, kusuruna bakılmaz.”

      Dilaver: “Ya, bana darılıyorsunuz. Ben bir şey söylemiyorum, içimde zevzek bir ecinni var, hep o söylüyor. Bakalım bal şerbetiyle bu habisi vücudumdan kovabilir miyim?”

      X

      BAŞA GELEN KARIŞIK KADINLAR

      Bazı babalı Araplar, karışık insanlar vardır. Gaipten haber sormak için onlara baş aldırırlar. Baş almak deyimi şöyle açıklanabilir: Bu istidatta bulunanlara güya başka bir ruh girer. O insan kendi kişiliğinden çıkar ve kendine giren ruhun benliğini alır. Frenkler buna transe hâli derler. Yüzü, bakışı, sesi değişir. Gözünüzün önünde bir métamorphose18 değişimi olur.

      Bu değişen insan aslında cahil olup da ona bir bilginin, bir filozofun ruhu girerse bu eğitimsiz kimsenin size pek derin sorunlardan cevaplar verdiğine bakarak şaşar kalırsınız.

      Size geleceği söyler. Kilometrelerle uzak yerleri görür. Ufukların ötesinden koku alır, işitir… Kısacası, çok uzaklara kadar beş duyusunu kullanabilir. Kişilikleri üst üste gelenlerden yani aynı insanın ikileşmesinden tutunuz da bir çeşit muvakkat ruh sıçramasına benzeyen benlik değişimlerine kadar pek garip biçimler alan bu ruhsal sorunlar üstüne hayli ciltler yazılmıştır.

      Bu ruh ikileşmesi nöbeti hastanın üzerinden gittikten sonra edilgen birinci kişilik geçici olarak yerini alan ikinci kişiliğin kendine yaptırdıklarından ve söylettiklerinden hiç haberdar değildir.

      Mesele, normal psikoloji alanından çıkarılarak akıl almaz vadilere çevrilmiş, bundan ötürü de türlü şarlatanlıklara yol açılmıştır. Bu meslekle geçinenler vardır. Bu garipliklerin aslı ruhlara yüklendiğinden bu metamorfoz olayı da ispritizmanın bir dalı sayılabilir.

      Kırk beş elli yıl önce İstanbul’da böyle karışık olduklarını ileri sürerek başa gelen kadınlar vardı. Kendilerinden önemli sorunlar sorulmak için ayaklarına arabalar gönderilir, özellikle kibar konaklarına çağrılırlardı. Çocukken birkaç kez bunların seanslarında bulundum.

      Adlar aklımda kalmadı. Al kadife kürklü, başı elmaslı, kulakları küpeli, parmakları yüzüklü, tıknaz, kırk beşlik, ellilik bir kadın baş sedire oturtuldu. Ortada çifte buhurdan yanıyordu. Oda kapısı kapatıldı. İçerideki kadınların çoğu yerlere oturmuşlardı.

      Şimdi hep gözler, başa gelecek hoca kadına dikildi.

      Bütün hanımlar dağları aşsın da gelsin, deryaları geçsin de gelsin diye bir şeyler mırıldanarak halıyı okşar gibi elleriyle yerleri sıvazlıyorlardı.

      Hocanım birden bire tatlı tatlı gerinerek esnedi, esnedi. Bir sıraya birkaç kez aksırdı.

      Omuriliğinden gelen bir sarsıntıyla silkine silkine titredi. Kızaran yüzünün çizgileri değişti. Gözler parladı. Bakış başkalaştı. Gözlerinin önünde birden bire bir değişime uğrayarak hocanım, öncekine benzemez bir kadın oldu.

      Şimdi bu kadının ağzından onun kalıbına giren öteki bir kişilik konuşuyordu.

      Hocanım yayık bir gülümseme ile etrafına bakınarak biraz kur-saklı düdüğe benzeyen cırlak bir ses salıverdi:

      “Hanımlar ben geldim. Ne yapıyorsunuz?”

      Bu gelen Rügüş Hanım adında, hoppaca bir peri kızıydı. O sesinin tonu, fıkırdaklığı ve şen sözleriyle derhal tanınırdı.

      Örneğin kadınlardan birine dönerek: “Servet Hanım, beyinle geçen akşam neye bozuştun? Pencereden ben sizi seyrediyordum. Sonra yanınıza geldim de beni görmediniz. Öfkeniz çabuk yatıştı. Sizi ben barıştırdım.”

      Bir kadın sorar:

      “Kocamın bir kapatması var diyorlar, sahi mi?”

      Rügüş Hanım işi şakaya bozmak için güler. Ve sonra:

      “Söyleyeyim ama meraklanma. Kocanın suçu yok. Büyü yaptılar, Silivrikapı Mezarlığı’nda iki servinin arasına gömdüler.”

      “Ah Rügüşçüğüm, bu büyüyü sen bozamaz mısın?”

      “Niçin bozamayacakmışım? Onu yapan Hoca Ali’nin sarığını ben boynuna geçiririm. Ahlaksız herif! Sen bir kara koyun buldur. Üç yüz kuruşla birlikte hocanımın evine gönder.”

      (Hocanım bakıcının19 kendisidir. Ama şimdi o kendi kendisinin yabancısıdır.)

      Bir başka kadın sorar:

      “Oğlum biraz haylaz. Okuyup adam olmayacak mı acaba?”

      “Çocuk biraz karışıktır. Çamaşırını Hazreti Halid’in türbesine gönderiniz, kendisini de türbedara çeyreklettiriniz. Baba Cafer’in sandukasına bırakılan kuru üzümü yediriniz. Zihni açılır. Bana da bir hediye gönderiniz. Ona sataşan periyi zincire vurayım.”

      “Kuzum Rügüş Hanım, dolaptan Nevres Hanımefendi’nin elmas bileziğini kim çaldı?”

      Böyle bilinmeyen şeyleri açıklamakla ilgili sorulara Rügüş birden bire karşılık vermez. Zor bir mesele önünde beynini zorlayan bir insan gibi yüzünde derin düşünce çizgileri olur. Gerinir. Titrer. Huysuzlanır. İnler, sonunda başlar:

      “Niçin sordunuz bana bunu? Beni sıkıyorlar.”

      Yalnız kendine görünen bir periye haykırarak: “Çekil karşımdan, menhus, işte Tartabuş geldi. Bana, söyleme diyor. Çünkü o, bileziği çalanın perisidir. Sanki beni korkutacak. Niçin söylemeyecekmişim?”

      Göğsünü çıkara çıkara, süzgün bakışlarla gerinip inleyerek: “Beni eziyorlar. Söyleyeceğim işte! Hırsız karşıma geldi. Hiç ummadığınız birisi. Size çok yakın, âdeta akrabanız diyebileceğim. Paraca çok darda kalmıştı. Bu hırsızlığı yaptı. Kısa boylu, esmer, ufak tefek, biraz şehla bakışlı bir kadın…”

      Soran hanım: “Aman sus Rügüş Hanımcığım, adını söyleme, anladım.”

      Hanımlar birbirlerinin kulaklarına:

      “Tıpkı tıpkısına üstüne düşürdü. Nuriye. Ta kendisi ama ben şüphelenmiştim.”

      Soran