Hüseyin Rahmi Gürpınar

Ölüler Yaşıyor mu?


Скачать книгу

“Teşekkür ederiz hanım nine. Çok kimseye sorduk, bilemediler.”

      Kocakarı: “Şimdi eskiler hiçbir yerde tanınmıyor. Kimsenin kimseye önem verdiği yok. Can cana, baş başa… Hani kuzum o eski komşuluk kaldı mı? Komşu hakkının yarın ahirette yedi yerde suali olduğunu kimse düşünüyor mu? Eskiden komşu demek akraba demekti. Birbirimizin her işine bulunuverirdik. Geçenlerde hastalandım da kapımı çalıp Allah için bana bir bardak su veren olmadı. Bu mahallede eskilerden bir ben kaldım, bir de şu karşıki evde hattatın anası Hafize. Ötekiler hep yeni. Soyları sopları bellisiz… Nereden geldikleri malum değil… Hep kesik saçlı, püskürme benli, sürmeli, allı morlu boyacı kedisi gibi mahluklar. İnanır mısın hanımefendi, bu mahallede Üsküdar Parkı’nda dans etmedik, şükür bir ben varım… Bir de Hafize…”

      Dilaver tek duracağına15 Hanımefendiye vermiş olduğu söze rağmen dayanamadı:

      “Hanım nine, dedi, şayet dans etmek istersen ben sana kavalye olurum. Başka kimseye angaje olma, kıskanırım ha…”

      Hanımefendi hiddetlendi:

      “Tut çeneni, şimdi ha…”

      Kocakarı: “Darılmayınız hanım. Zamane böyle, şimdiki çocuklarda terbiye, saygı kaldı mı? Ellerini havaya kaldırıp aşağı indirerek yalnız beden terbiyesi yapıyorlar. Dilleri nah böyle, kürek gibi. Asıl terbiye ortadan büsbütün kalktı.”

      Otomobil hareket edeceği sırada kocakarı şoförü durdurarak: “Laf karıştı, asıl söyleyeceğimi unuttum. Şeyh Battal’ın ailesini ne yapacaksınız?”

      Hanımefendi: “Eskiden beri bir tanışıklık var da görüşeceğiz.”

      Kocakarı: “Şimdiki zaman eski zamana benzemez. Şeyhin oğlu Abdüsselam da nefes ediyor ama pek gizli… Havaleli çocuklara, saraya, sıracaya, selamün kavlene okur ama neyleyeyim. Babasının nefesindeki kuvvet yok. Battal merhum başka idi. Aynı zamanda onun İstanbul’da, Şam’da, Mekke’de gözüktüğünü anlatırlar. Daha pek çok kerametlerini söylerler. Mezarına kangal kangal nurlar indiğini, sağlığındaki kılığıyla bazı geceler gezindiğini görenler var. Şeyh merhum buraya Amasya’dan göç etmiştir. Vallahi bilmem kaç yılında… Ben o zamanlar uçkurunu bağlayamayan küçücük bir çocukcağızdım. Kadın erkek bazı Amasyalılar bunlarla gizli mizli görüşmeye gelirler. Abdüsselam için büyücülüğe de başlamış diyorlar. Daha başka şeyler de söylüyorlar. Neme gerek, günahları üstlerinde kalsın. Geçinme dünyası bu. Şeyh ol, ne olursan ol hiçbir şey ayıp değil. Şeyh Battal’ın cübbesini, şalvarını, kavuğunu, çedik pabucuna varıncaya kadar her şeyini bohçalara sarmışlar, güvenebildikleri kimselere, Hırka-i Şerif gibi ziyaret ettiriyorlarmış.”

      Dilaver, kocakarının verdiği bu son ayrıntılı bilgileri pek dikkatle dinliyordu. Bu çuval dolusu boş söz içinde ziyaretçilerin işlerine yarayacak sözler de yok değildi. Özellikle bu Amasya sözü zeki çocuğun zihnini burktu. Çünkü köşkte Şerife adında Amasyalı bir kadın vardı. On on beş yıl önce oraya hizmetçilikle kapılanmış ve sonraları vücuduna pek gerek kalmamakla birlikte aileyi bırakmamıştı. Bazı bazı bu kadın hemşehrilerini görmeye gittiğini söyleyerek dolaşıp dolaşıp gelirdi. Sakın bu şeyh ailesiyle Şerife arasında bir ilişki olmasın.”

      Şerife köşkün en alt katında bir odada yatıyordu. Şeyh Battal adına görünen hayalete, kimseye sezdirmeden kapı açabilirdi.

      Apparition gecesi olan gürültü ve kopan çığlıklara karşılık bu kadın, ne olduğunu merak edip de hiç odasından dışarı çıkmamıştı. Bu kayıtsızlığı yapma ve kuşku çekici bir hâl gibi görünüyordu.

      Dilaver’den başka, otomobilde bulunanlardan hiçbiri pirincin taşını ayıklar gibi kocakarının saçma sapan sözlerinden bu önemli anlamı bulup çıkarmayı zihinlerinden geçirmemişlerdi.

      Araba yürüdü. Ama ihtiyar Saliha’nın viran evciği önünde bir otomobil durması, az rastlanır olaylardan olduğu için, karşıki Hafize’yi meraka düşürdü. Hemen sokak kapısını açarak seslendi:

      “Hu, komşucuğum!”

      “Ne var kardeş?”

      “Otomobildeki kibar hanımlar kimdi?”

      “Tanımıyorum.”

      “Ne konuştunuz?”

      “Şeyh Battal’ın evini soruyorlar.”

      “Büyü mü yaptırtacaklar acaba?”

      “Vallahi bilmem. Gizli bir dertleri olmasa böyle otomobille sokak sokak şeyhin evini aramazlar.”

      “Battal öldüyse oğlu sağ olsun. Sanki hık demiş de burnundan düşmüş. Boy, bos, kalıp kıyafet, ense tıpkı baba… Kır sakalı büsbütün ağarırsa hiç merhumdan farkı olmayacak. Bu Şeyh eskileri için yine yeniden yeniye birçok şeyler söyleniyor.”

      “Ne gibi?”

      “Babası mı, oğlu mu, fark etmek pek mümkün değil, kibarların rüyalarına girip para istiyorlarmış.”

      “İnanırım. Battal huddamlı idi. Becerikli ölüler ahmak dirilerden çok para kazanıyorlar. Paraları yok, ne ile geçiniyorlar? Hâlleri, vakitleri pek düşkün değil. İnsanın elinde bir sanat olsun da püfçülük olsun, büyücülük olsun… Sahibini geçindirir. Okuyan ve okunan bu işi aralarında bir sır gibi tuttuktan sonra yasağın ne önemi kalır?”

      IX

      ŞEYH BATTAL’IN EVİ

      Otomobil tarif edilen sokağa saptı. Mescidi geçti. İlk kapının önünde durdu. Duvar kenarında tozlara bulanmış kız oğlan birkaç çocuk konserve kutularını; cam, kiremit, bez parçalarını toplamışlar, misafirlik oynuyorlardı. Otomobili görünce işlerini bırakıp başlarını o tarafa çevirdiler.

      Saçak ve kaplamaları vakit vakit tamir görmüş harapça fakat büyücek evin eski usul tokmağını vurdular. Biraz beklediler. Kapı açılmadı. Bir daha vurdular. Yine ses çıkmadı.

      Hanımefendi çocuklardan sordu:

      “Yavrum, evde kimse yok mu?”

      Kırmızı donlu bir kız çocuğu cevap verdi:

      “Babam bahçede tavuklara bakıyor. Annem üst katı süpürüyor. Gülsüm çamaşır yıkıyor. Ablam ut çalıyor. Büyük annem çarşıya gitti.”

      Kulak kabarttılar. Gerçekten derinden derine bir ut tımbırtısı geliyordu. Tokmağı bir daha vurdular, sonucunu beklerlerken o kız çocuğu haykırdı:

      “İşte, işte büyükannem geliyor!”

      Ta ileriden, eli zembilli, şişman, kısa, yuvarlak bir kadın belirmişti. İki yanına yalpa vurarak adımlarını biraz zahmetle attığı seçiliyordu. Kapının önünde bir otomobil durmuş olduğunu görünce azıcık hızlandı.

      Kapıya yaklaşınca içinden bir günün nevalesi taşan şişkin zembili yere bırakarak bir iki süzgün nefesle yorgunluğunu boşalttıktan sonra kesik sesle sordu:

      “Kimi arıyorsunuz efendim?”

      Hanımefendi: “Şeyh Battalzade Abdüsselam Efendi’nin evi burası değil mi?”

      Kocakarı: “Burası, evet. Hoş geldiniz, kademler getirdiniz ama arabasız, sessizce, yayan gelmiş olsaydınız daha iyi ederdiniz. Konu komşu bizi gözleriyle yiyorlar. Evimize bir iki gelen giden olursa komisere haber veriyorlar. Bir hacetiniz mi var?”

      “Efendiyi görmek istiyoruz.”

      “Artık cin peri işine karışmıyor. Kimseye okumuyor.